Bu bölümdeki karikatürler, 2014 Temmuz’undan 2016 Temmuz’una kadar Ulusal Kanal’da Cuma Akşamları saat 21:00 de yayınlanan, Mustafa Mutlu’nun ‘Kral Çıplak’ programında ‘Canlı Yayın esnasında, gündeme ilişkin çizdiğim karikatürler’ den oluşuyor.. 2017 Aralık itibariyle yaklaşık bir buçuk yıllık bir aradan sonra bu kez aynı programa CEM Tv’ de yeniden start veriyoruz.. Yine Cuma akşamları, bu sefer saat 19:30 dan itibaren..

Soma’da birinci yılın ardından..

Zaman ne çabuk geçiyor. 301 işçi’nin, yetersiz güvenlik nedeniyle Soma madenini basan sulara diri diri gömülmesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Facia esnasında Soma’da sabahlayan siyasiler şimdi Manisa sınırına bile yaklaşmıyor. Verilen sözler, alınacak önlemler, arttırılacak maaşlar, ayarlanacak çalışma saatleri, tazminatlar, vaatler unutuldu..  Ölenler gitti. Sağ kalanlar da sağ kaldığına pişman edildi.
Hadi kaza’ya sizin dediğiniz gibi; “Bir kazaydı oldu! Bu işin fıtratında var!” diyelim.. Peki bu bir yıldır yapılan hangi işin fıtratında var?

Anayasal Platform

İki şey söylüyor.. Bir: “Tarafsızım!” diyor.. bir de Yaptığım bu mitingler Anayasaldır!” diyor..
Sonra ekliyor.. “Tabi, tarafsızım ama, gönlümde bir parti var! Verin 400’ü o partiye iş bitsin!” diyor..
‘Açılış kisvesi’  altında bucak bucak dolaşıyor.
“Tarafsızım!” diyor ama kendi de inanmadığı için söyledikçe bıyık altından gülüyor, izleyenler kıkırdıyor. Bir tiyatrodur sergilenip gidiyor.
Bir de “Bunlar Anayasa’yı bilmiyor!” diyor..
‘Bunlar’, Cumhur’un başkanından iyi bilecek değiller ya.. Tarafsız olduğu ne kadar doğruysa mitinglerinin Anayasal olduğu da o kadar doğru..

Primatların Evrimi

12’yi üçe bölüp 4+4+4’ü icadeden Türk Aynştayn’ları, bu gün, bu müthiş buluşlarının sonuçlarına bakarak nazik bi yerlerine kına yaksınlar!.. Bunu yazdığım için de bana yine dava açsınlar, ellerinden geleni ardlarına koymasınlar!  Zira bu uygulamanın sonucu olarak Türkiye’de 4’üncü sınıftan sonra 260 bin kız çocuğu okuldan alındı. Bunlardan 40 bine yakını da ‘Pedofil’lerle evlendirildi.. Binlerce 11 -12 yaşındaki çocuğun çocukları oldu. Daha kendileri çocukluktan çıkamamış oyun bebelerinin kucaklarına gerçek bebeler verdiler.

“Bu sonuç kendisine ‘eğitimciyim’ diyen hangi eğitimciyi tatmin ediyor?” diye sormayacağım.. Kendisine insanım diyen hangi insanın içine siniyor!..
Var mı?

Kadın Koruma

‘Kadına pozitif ayrımcılık, kadın kotası, kadını koruma’ lafları geçtiğinde maşallah, mangalda kül bırakmıyoruz ama Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, “iki ayyaşın!” yönetimindeki Türkiye; siyasetteki kadın oranında dünya ülkeleri arasında ikinci sıradayken bu gün bu kül üfleyenlerin sayesinde 89’uncu sıraya gerilemiş..
Kadını koruya koruya, sosyal hayata kata kata, türbanını, torbasını özgürleştire özgürleştire, ikinci sıradan, seksen dokuzuncu sıraya neredeyse listenin en dibine indirmişiz..
Geçtiğimiz yıl yapılan Davos Ekonomik Forumunda Cinsler arası ayrımcılık karnesinde 125’inci sıraya düşmüşüz. Bizim altımızda Mısır Etiyopya, Cezayir gibi ülkeler var.
‘Kadın ve Aileyi Koruma Bakanlığı’nın başındaki ‘Kadın’ı atarak Bakan’ı da zaman zaman ‘erkek’ yapan yönetime sesleniyorum!..
Korumayın kardeşim kadını!..
Korudukça batırıyorsunuz!
Korudukça yok ediyorsunuz!
Korumayın yahu!

 

Ev Kadını İşsiz mi?

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2014 verilerine göre Türkiye nüfusunun 49.8’i, yani 40 milyon’u kadın. Çalışma yaşındaki kadınların yüzde 75’i ev kadını. Devlet ‘ev kadınlarını’ çalışan kadın saymıyor. Öyle ya onlar evlerinde yan gelip yatıyorlar!.. Oysa bir ev kadınının bir evde gün boyunca yaptığı iş listesinin bir bölümünü ifa edebilmek için ‘bir iş yerinde’ en az 4-5 kişinin istihdam edilmesi gerektiği hesaplanıyor. Bu durum ev kadınlarının ağır işçi sayılması gerektiğinin en kesin kanıtı. Çalışan kadınların, özellikle de bir ‘yardımcı’ tutamayanların durumu çok daha vahim. Ama daha daha vahimi, bu ülkede, sayıları 20 milyon’un üzerinde olan ve çoğunluğu da geçinme endeksi fakirlik sınırının altındaki ailelerin anneleri olan ev kadınları, sırtlandıkları gündelik yüke rağmen çalışma yasalarına göre resmen ‘asalak’ muamelesi görüyor.. Sonra da anneler gününde “ağalar” resmi deklerasyon yayınlıyor!.. Bakanımız, Başbakanımız gevrek gevrek gülümseyerek “promptırlarından” bir önceki yıl da aynısını okudukları kutlama mesajlarını okuyorlar..  “Tüm ev kadınlarımızın da anneler günü kutlu olsun!”
Hadi Ordan!
Mesajı bırakın!,, İpler elinizde!..
Kutlu olabilmesi için gereğini yapın!..

 

 

 

 

 

 

 

Sütaş, Namet, Nestle..

Her üçü de ana madde olarak ineğin ak sütünü kullanıyorlar ama işçilerine reva gördükleri muamele o kadar da ak değil.

Buyrun;

Sendikalaşma çalışması yaptıkları için işten atılan Sütaş işçileri, fabrikanın çıkışında yasal bir direnişe başlarlar. Bir süre sonra yönetim, direnen işçileri bu alandan uzaklaştırmak için bir aklıevvellik yapar ve kamyonlarla taze tezek taşıyıp işçilerin direniş yaptığı bölgeye boşaltırlar. Amaçları, koku ve pislik nedeniyle işçilerin eylemini akamete uğratmaktır. Gel gör ki işçiler tezekten tınmazlar!
Tam tersine bir süre sonra tezekler kokuşup, sineklenmeye başlayıp tezek yığınlarında oluşan sinekler tümen tümen fabrikanın idari binalarını basmaya başlayınca kurdukları tuzak kendilerini vurur..

Yönetim, tırıs tırıs bahçe çıkışındaki tezeği temizletir..
Eee, Allahın sopası yok!

Charlie Hebdo Katliamı

(Katliamın ardından, ulusal kanal canlı yayınına telefon bağlantısı ile yaptığım açıklama..)

Sevgili Mustafa, Sevgili Can, ve bu gün birlikte aynı stüdyoda, aynı havayı soluyamadığım için, son derece üzgün olduğum, hikayelerini ve türkülerini her seferinde gözlerim yaşararak dinlediğim, büyük usta sevgili Edip Akbayram!
Hepinize Atatürk’ün şehri Samsun’dan saygı ve selamlarımı sunarak  sözlerime başlamak istiyorum..

 

Bugün dünya ciddi bir hastalık yaşıyor..
Dünya kanser olmuş durumda.
Çeşitli aralıklarla, içeride, dışarıda, Dünyanın çeşitli bölgelerinde bu hastalığın farklı semptomları yaşanıyor..

Her semptomda, rol alan aktörler değişiyor.

Bakın..

Değişmeyen üç ‘temel parametre’ var.

Gerekçeler,

Katiller,

Kurbanlar,

Bu üç temel parametrenin değerlerini neredeyse sınırsız sayıda değiştirebilirsiniz..

‘Gerekçe’ parametresinin karşılığına ‘din’i koyabilirsiniz.. İslamı, hristiyanlığı, ırkçılığı, aleviliği, sunniliği, selefiliği, koyabilirsiniz. pisikopatlığı, pazar yaratma iştahını, ticari hırsı, güç ihtirasını, vesaire vesaireyi koyabilirsiniz.

Gerekçeyi değiştirdiğinizde, gerekçeye uygun katiller ve gerekçeye uygun kurbanlar da, ‘otomatik bir oyunun’ elemanları gibi yerlerine oturuveriyor.

Amerika’daki bir Liseli’nin, okulunda onlarca öğrenciyi katletmesi bu kanserin semptomlarından biridir.

Sultanahmet’te, Canlı bomba bir Rus kadının bir Turizm Polisini öldürmesi,

Bingöl’de terhis olmuş 33 sivil giyimli erin otobüsten indirilerek teröristler tarafından kurşuna dizilmesi,

Uludere’de terörist diye 39 köylünün, askeri jetler tarafından bombalanması,

Norveç’te 92 kişinin ölümüyle sonuçlanan ırkçı katliam,

Nijerya’da yüzlerce insanın Bogo Haram örgütü tarafından öldürmesi,

Ortadoğu’da İşıd’ın bir yıl içinde binlerce insanın kafasını kesmesi,

Rusya’da Rus çocuklarının çeçenler tarafından, Pakistan’da asker çocuklarının el kaide tarafından  okullarının basılıp katledilmesi,

Sivas, Madımak Otel’de 37 aydının yakılması,

Ve Fransa da karikatüristlerin katledilmeleri de aynı hastalığın başka başka semptomları…

Evet Dünya Kanser olmuştur!

Hastalık her yerde aynıdır. Sadece gerekçeler, katiller ve kurbanlar değişiyor.

Yarın hangi gerekçeyle, kimin katil, kimin kurban olacağı belli değil.

Fransa’da öldürülen Charlie Hebdo çizerleri tam da ırkçılığa karşı bir kongre hazırlığı içerisinde oldukları bir dönemde katledildiler.. Yani tam da onları öldüren katillerinin derdine derman olmaya, hastalıklarına çare aramaya çalışırlarken.. Kapıda vurulan polisin de bir müslüman olduğu söyleniyor…

Yani aslında kör bir düello sürüp gidiyor.

İslam Düşmanı mı?

Öte yandan Charlie Hebdo, bazı kesimlerce söylenegeldiği gibi ‘islam düşmanı’ filan değildir.

Charlie Hebdo, ‘tabu düşmanıdır’ Bu nedenle sadece fanatik islamcılarla değil Fransa Cumhurbaşkanı’yla da, Papa’yla da, Hristiyan fanatikleriyle de başları derttedir.

Dünyanın kültür devriminin önderliğini yapan, Reform ve Rönesans’ın bayrağını taşıyan bir ülkenin sanatçı çocukları olarak “yazı ve çizi’nin önünde hiç bir tabunun olmaması gerektiği düşüncesindedirler.. Kağıt ile kalem arasına korku girmemesi için mücadele edilmesi gerektiği, bunun da mizahın asli görevlerinden biri olduğu düşüncesindedirler.. Bu nedenle kalemleri elbette biraz sivri ve kaçınılmaz olarak inciticidir.

 

Saldırıda hayatını kaybeden ve daha öncesinde de çeşitli farklı kesimlerden tehditler alan derginin yayın yönetmeni ve çizeri Stephanie Charbonier verdiği bir röportajda “Kaleşnikoflara karşı yapacak bir şey yok. Ama bildiğimiz yolda yazıp çizmeye devam edeceğiz!”  diyerek korkunun anlamsızlığından söz etmişti.

Yazma ve çizmenin önündeki tabular sonuçta bir gün tamamen kalkacaktır. ama 50 yıl, ama yüz yıl, belki de 500 yıl sonra kalkacaktır.  O zaman geriye dönüp bakıldığında, Dünya yuvarlak ve dönüyor dediği için idamla yargılanan Galileo ile Charlie Hebdo yazar ve çizerleri aynı kürsüde oturuyor olacaklardır.

 

Peki neden bütün bunlar??

Dünya’nın hastalığının temel sebebi dünya nimetlerinin adaletsiz paylaşımı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan düşük entellektüel yapıdır. Cehalettir.. Cehaletin birileri tarafından yönetilmesidir.

Hastalık her yerde aynıdır.

Sadece gerekçeler, katiller ve kurbanlar değişmektedir.

Yarın hangi gerekçeyle kimin katil, kimin kurban olacağı belli değildir.

Azrailin nefesi herkesin ensesindedir.

Herkes, her rol için adaydır!

Sonuç olarak;

Başta dünyanın üst yapı kurumları işin ciddiyetini kavramalı ve gerekli önlemleri almaya çalışmalıdır.

Peki alabilirler mi? Alacaklar mı?

Dünya bu hayali kurmaya, bu umudu taze tutmaya değecek kadar güzel bir yer.

Edip Abi az önce: “ben herşeye rağmen karamsar değilim, hiçbir zaman da karamsar olmayacağım” dedi..

Karamsar değiliz!..

Umutluyuz!.

Yoksa Galileo de, Charlie Hebdo’nun o gencecik çizerleri de boşu boşuna ölmüş olurlar.

Tarih bize öğretti ki;

Eşkiya dünyaya Hükümdar olmaz!..

Yeni Ekonomi

Yeni Türkiye’nin yeni ekonomik yaklaşımı..

Taşeron

Taşeronlaşmak bir yönetme tercihidir. köleliğin iki üst level’idir.

Çalışanlar güvencesiz ve çaresizdir. Özel kurumların, çalışanlarına zırnık koklatmadan büyüme metodudur.
Resmi kurumlarda ise avantanın, kayırmanın önünü açan en mükemmel formüldür. Zaten bu yüzdendir ki bu vahşi metodun önünü hükümetler açar. Örneğin temizlik işini ucuz teklif verenler arasında kim daha iyi avanta veriyorsa ona verir. Ne işin ne de çalışanın bir yıl sonrası vardır. Taşeronluk işçiyi köle haline getirmeyi kolaylaştırır. Dolayısıyla diktatörlük ırmağını besleyen derelerden biridir. Taşeronlaşmaya karşı çıkmak insanlık görevidir..

Gerçek Soykırım Anıtı