Bıktık artık!..

Birileri ha bire altını batıracak,
biz de ha bire millet olarak temizleyeceğiz.
Bıktık artık bu pis kokudan..

 

 

Pazarlık

“Milli Kurtuluş Tarihi üç askeri, bir siyasi zafer üzerine kurulmuştur.
-İnönü zaferi dağınık kuvvetler yerine kurduğumuz ilk muntazam ordunun askeri emir ve kumandanın zaferidir.
-Sakarya, düşman istilasını vatanın bağrında durduran ve geri çeviren,
-Dumlupınar, istila ordularını yok ederek milli istiklali kuran askeri zaferlerdir.

Lozan muahedesi ise yeni Türkiye devletinin toprak ve hak bütünlüğünü ve tamamlığını, harbi kazanan devletler başta olmak üzere bütün milletler alemine tanıttıran ve tasdik ettiren siyasi zaferin şanlı ve şerefli vesikasıdır. İnönü’de: ismet Paşa cephe kumandanı,
Sakarya’da: Mustafa Kemal Paşa başkumandan ve İsmet Paşa cephe kumandanı,
Dumlupınar’da: Gazi Mustafa Kemal Paşa Başkumandan ve İsmet Paşa gene cephe kumandanı.
Lozan görüşmelerinde: Gazi Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve İsmet Paşa Büyük Millet Meclisinin hariciye vekili ve başmurahhası idi…”

Başbakan Şükrü Saracoğlu, Ali Naci Karacan’ın 1943’te ilk baskısı yapılan ‘Lozan’ isimli kitabının sunuş yazısında yukarıdaki önemli tespiti yapıyor.

Ali Naci Karacan ise, bir film tasavvur ederek başlıyor anlatımına;
“Film, Mustafa Kemal’in atlılarının başında yanan İzmir’e girmesiyle başlar; kaçan bir ordunun bozgun manzarası gözlere dehşet verir. Bir elçi gelir, Türk başbuğundan barış diler. derken zırhlı gemilerine binerek İstanbul’dan Mudanya’ya koşan yabancı kumandanların düşünceli yüzlerini ve savaş meydanından gelen İsmet Paşa’nın ahşap bir evde, kendilerine Türk ordularını durdurmanın şartlarını kabul ettirişini seyrederiz..”

Bu gün, heyetimizin ABD’ye gidişinden dönüşüne, yaşadığımız durumu tasvir etmeye bile içim elvermiyor.
Trump gibi bir maskaranın önünde düştüğümüz duruma mı yanarsın, bunu başarı gibi anlatan bir güruhun kendisini basın diye tarifine mi yanarsın, buna inanan ve hatta cehaletiyle övünen bir vatandaş kesiminin varlığına mı yanarsın?
Neye yanarsın?

 

Dolar yükselmiyor ki!

Bir yürüyüş parkurunda yürüyen bir çok insanı düşünün.
Kimileri ileri doğru koşar, kimileri jogging yapar, kimileri bankta dinlenirken kimileri de ters istikamette yürür ya da koşar.
Küresel ekonomiye entegre ekonomilerin paralarının değerleri, adeta bir yürüyüş parkurunda hareket eden insanların davranışlarına benzer. Siz parkurda çok hızlı bir şekilde geri giderseniz, ileri gidenlerle aranız açılır. Yani o fark oranında değeriniz düşer. Bankta oturanlar karşısında da değeriniz düşer, sizden daha yavaş geri gidenler arasında, daha az da olsa yine değeriniz düşer. 
Mesele budur.
 
Bir kere adını doğru koyalım.
Malesef TL, sebebi çok belli çeşitli nedenlerle hızlı değer kaybediyor.
TL hızlı değer kaybedince de karşısındaki bütün birimler kendi nispi değerleri oranında değer kazanıyor. 
Dolar’ı “Türk düşmanı lobiler yükseliyor” enayiliğine sığınırsanız Rus rublesinin, Bulgar levasının, Pakistan rupisinin, hatta dostumuz Katar’ın riyal’inin TL karşısındaki yükselmesine bir lobi bulmakta zorlanırsınız.
 
Asıl soru şudur! Paranızın değeri neden düşer?
Üretiminiz, dış satımınız ve hazineniz yeterince güçlü ise paranızın değerini kimse düşüremez. Değil ise düşüş demokrasinizle, hal ve ahvalinizle daha sıkı ilişkili hale gelir. Ani düşüşler çevreye verdiğiniz güven ve istikrar duygusu ile hızla değişir. Sistemi despotizme doğru yöneltirseniz düşer, bu gün söylediğinizin yarın tam tersini yaparsanız düşer, sadece yabancı yatırımcıyı değil kendi halkınızı kandırırsanız düşer. dolu yağar düşer, sel olur düşer, düşer oğlu düşer. Bir kez güven ateşi söndü mü düşmesi kolay çıkması zordur.  
Misal; ekonominin kulağı deliktir.
Ülkenin başındaki zat-ı muhteremin, ülkenin bir köşesinde, hatta küçük bir topluluğa da olsa “Onların Doları varsa bizim de Allahımız var!” dediğini duyar..  Dolarının üzerinde büyük harflerle “IN GOD WE TRUST” yazan kefere, Zat-ı muhteremin bu cümlesini ekonomi diline tercüme eder.
“Bu duruma karşı herhangi bir çaremiz yok!” anlamına gelen bu tercüme karşısında gereğini yapar, tüm paraların dışarı doğru kaçışı artar. Paranızın değeri daha da düşer.

Can Kurtaran..

CHP’nin normallerinden biri bu..
Önce bulanacak, sonra durulacak!.
“Ön seçimden” geliyor olmanın verdiği güç, eleştiren, itiraz eden, sorgulayan, kolay kabul etmeyen bir üye tipi yaratıyor.
Bu fena bir şey değil tabi. Ama bu sefer biraz fazla uzadı. Biraz daha da sürecek gibi görülüyor..
Oysa hiç zamanı değil.
AKP, 16 yıllık ömrü hayatında, -vermeye çalıştığı görüntünün aksine- hiç bu kadar güçsüz ve çaresiz olmamıştı.
Biz de istemezdik böyle olsun ama;
Uluslararası ilişkilerde, “Ahmet Abi”yle birlikte ektiği “GDO’lu hormonlu tohumların kalitesiz meyveleri” önüne bir bir serilirken;
Ekonomide, üretim yerine, kredi-faiz ilişkisiyle balon gibi şişmiş bir tabloyla, ağrılı sancılı yatağa düşmüşken, sen kalk “569 delege mi 630 delege mi imza atmış” malzemesini, bu sahte alemin çakma tarafsız  programlara malamat et!
Konuşacak konusu kalmayan, “yanlış bir yere dokunursam işten işten atılırım!” korkusuyla “üçüncü sayfa haberlerini” ana bültenlerine baş tacı eden  yandaş programlara can ve kan ver. Onlar da mal bulmuş magribi gibi sabah, akşam saldırsınlar!
Yeter!..
Kkurultay mı yapılacak, tatile mi çıkılacak karar verin!
İnsanlık tarihinin konuşmayı öğrendiği dönemlerinden bu yana gelen, köklü bir Çin atasözü var! “Mabadıyla inatlaşan, altına yapar!”

AKP,MHP- Al Gülüm Ver Gülüm

Türkeş’in ardından , Devlet Bahçeli MHP’Yİ 1999 seçimlerinde 129 milletvekili çıkararak Meclisin ikinci partisi yaptı. MHP’YE oy verenler de dahil hemen herkes, yeni bir Milliyetçi Cephe hükümetinin kurulmasını beklerken MHP, yıllarca düşman parti ilan ettiği Bülent Ecevit’in DSP’Sİ ile hükümet kurdu ve iktidara geldi.
Tuhaf gelecek ama “Apo’yu ancak biz asarız diye oy istedi. Ancak koalisyonda Apo nun idamı yargı kararıyla kesinleşmesine rağmen, infazını engellemek için Ecevit ve Yılmazla anlaştı.

7 Kasım 2002’de, Kemal Derviş’in yapamadığını yaptı ve içinde bulunduğu koalisyonu bozarak AKP’yi iktidara getiren hamleyi yaptı.
Bundan sonraki süreçte Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden Türban’ın Devlet memurlarına serbest bırakılmasına, 4+4+4’den, Anayasa değişikliklerine kadar sürekli olarak AKP’nin yedek lastiği oldu.
ez cümle AKP, ne zaman başı sıkışsa MHP’yi yanında buldu. Peki karşılıksız mı?
MHP’de parti içi isyanları AKP’nin yasa yapma gücünü kullanarak bertaraf etti.
Varlığı varlığına, varlığı da varlığına mahkum.
O mübarek ipi sıkı tutun bakalım..