Rotayı değiştirmek

23 yıldır açık denizde seyreden ‘Erdoğan Gemisi’nin itme gücünü aldığı iki motor var.
Sokak ve Parlamento.

Saray’ın sıkça yaptırdığı anketler ve hakeza bizim de izlediğimiz kamuoyu araştırmaları artık bu iki büyük motordan birinin randımanlı çalışmadığını, hatta iyiden iyiye teklediğini gösteriyor.
En yetkili ağızlardan seçmen listesine eklendiği iddia edilen %5 oranındaki (2,5 milyon) Suriyeli seçmene (1) rağmen, Cumhur İttifakının bir seçim kazanma ihtimali uzunca bir vadede görülmüyor.

“Sokak” artık büyük ölçüde ve geri dönüşsüz bir şekilde Erdoğan’dan yana değil.
İşte bu nedenle Saray artık çarşıyı pazarı pek fazla umursamıyor.
Bırakın üst üste yapılan zamlara çare düşünmeyi, emeklinin küçücük fark ücretlerini ödemekte bile acele etmiyor.

Ez cümle İktidarın sandık beklentisi bitti.
Bütün eforunu, normal koşullarda büyük bir siyasi risk olarak kabul gören girişimleri göze alarak, Öcalan’la dirsek teması kuruyor.
Asıl amaç, DEM’in milletvekili sayısını, ittifakın milletvekili sayısına eklemek, kalan ufak boşluğu da bir şekilde tamamlayarak Voltranı oluşturmak. (2)
Bütün çabasını rotayı değiştirebilecek parlemento gücünü oluşturmak için harcıyor!

Öcalan ile “iş tutmanın” seçmen gözüne nasıl yansıdığı ittifakın pek umurunda değil.
Zira artık seçmen kimin umurunda ki?

Parlamento motoru iktidar açısından halen çalışıyor. Son belediye seçimlerinde mahalli idarelerde, ağırlık merkezi değişse de TBMM’de sayısal çoğunluk hala iktidar ittifakında. Dolayısıyla kanun çıkarma gücü Erdoğan’ın elinde.

Ancak bu güç kanun çıkarmaya yetse de, temel yapıyı, rotayı değiştirmeye yetmiyor.
Anayasayı değiştirmeden rota değiştirilemiyor.
Sarayın, rotayı değiştirerek nihai olarak zaten tek motorla sevk ve idare etmek istediği gemi, şu anda tek motorla denizin üzerindeki yolculuğuna aynı rota üzerinde devam ediyor.
Gemi yüzüyor ama rota değişmiyor.

Erdoğan’ın talebi bir dönem daha iktidarda kalmak değil, ikinci motor henüz elindeyken rotayı değiştirebilmek böylece -ekibinin- iktidarda kalma sorununu ilanihaye çözmek.

Çünkü rotası değiştirilmiş gemide seçim de parlamento da bir esas değil bir ayrıntı olacak.
Yeni sistemde seçim yapılmayacak,
seçim organize edilecek!..

—-

Dipnot (1): Nazif Okumuş, Sözcü Tv. 18 Temmuz 2024 “S. Soylu’nun, dostları ile konuşurken  ‘Bu seçimde en önemli rolü ben oynadım, 2,5 milyon Suriyeliyi vatandaş yaparak Erdoğan’ın seçilmesini sağladım’ şeklinde konuştuğunu şahitlerle kanıtlayabilirim.”

Dipnot (2):  Anayasa’yı değiştirmek için gereken MV sayısı 400
İttifak MV sayısı:
AKP 269, MHP: 47 (+3 istifa), HÜDAPAR 4 DSP:1
Toplam: 324
DEM: 57  (DEM ile birlikte 381)
Açık: 19 MV
..
DİĞERLERİ (Muhtemel kaynaklar)
Bağımsız: 12
DBP: 2
YENİ YOL PARTİSİ : 25
DEMOKRASİ VE ATILIM P: 2
GELECEK PARTİSİ: 2
İYİ PARTİ: 28
YENİDEN REFAH: 4
CHP: 133
TİP: 3
DEMOKRAT P: 1
EMEK P: 2
TOPLAM: 593 MV

Biz bu filmin yerli versiyonunu izlemiştik

Elon Musk, son büyük yatırımıyla (!) servetine servet eklemeye devam ediyor. Kamuoyu, ülkenin veritabanının, kişisel ve ticari verilerinin Musk tarafından ele geçirilmesi kuşkusuyla kaynıyor!

Bilirkişi Vakası

Aslında Hukukçu İlhan Cihaner ve  TELE1 haber yorumcusu Murat Taylan konuyu çok net ve anlaşılır biçimde ortaya koydular.

Konuyla yakından ilişkisi olmayanların ve sayısı az da olsa her cenahtan kafası karışanların netleşmesi için konuyu bütün boyutlarıyla ve kısaca bir kez de buradan özetleyelim.

İmamoğlu bir basın açıklaması yapıyor ve kendisi hakkında açılan neredeyse bütün davalara atanan ve bu davaların tamamında aleyhte rapor hazırlayan bir bilirkişinin ismini veriyor.  Elindeki dosya bilgileri ile “Bu nasıl bir tesadüftür?” diyerek kendisine yapılan bir kumpası ifşa ediyor.

Peki nedir bu bilirkişi olayı?

Bilirkişiler, isimleri, sicil numaraları ve uzmanlık alanları ‘Bilirkişilik Bölge Kurulu Başkanlığı’ tarafından kamuya açık olarak her yıl yayınlanan, Türkiye’nin belirli bölgelerinde, çeşitli alanlardaki uzmanlardan oluşuyor. (1)

Bu bilirkişiler, jeoloji, tarım, şehir ve bölge planlama, muhasebe gibi çok sayıda alt uzmanlık alanlarında dosyalara bakıyor. Bazıları tek alanda, bazıları birden fazla uzmanlık alanında bilirkişi olarak rapor hazırlıyor, kendi alanlarında bu raporlarla, hakimlerin hukuki uzlaşmazlıkları karara bağlamasına destek veriyor.
Bilirkişiler, bazı davalarda tarafların üzerinde uzlaştığı kişilerden oluşurken çoğunlukla bu listelerden, hakim tarafından resen yani kimseye danışmadan, hakimin kendi kararı ile seçiliyor ve 2025 tarifesine göre bilirkişi her bir işlemden 1.600 ile 4.400 TL arasında ücret alıyor.

İstanbul bölgesinde 8 bin civarında kayıtlı bilirkişi bulunuyor.
Bu alt uzmanlık alanlarında, İmamoğlu ve İBB hakkında oluşturulan suçlama dosyalarının bilirkişisi olabilecek mahiyette en az 1500 uzman bulunuyor.


Şimdi gelelim İmamoğlu’nun basın açıklamasına!

İmamoğlu , açıklamasında, kendisi ve İBB ile ilgili dosyalara 1500 bilirkişi arasından yıllardan beri sürekli ‘SB’ isimli bilirkişinin seçilmesini, bu kişi tarafından imzalanan tüm raporların aleyhte olmasını, heyet halinde yazılması gereken raporları o tek kişinin, tek başına imzalamasını, bir kumpas olarak niteledi.

Dolayısıyla, bu tesadüf olması mümkün olmayan kasıtlı eşleşme sonucu mağdur edilen Ekrem İmamoğlu, ifşaatta bulunarak konuyu kamuoyuna mal etti.

Biraz daha açalım!
16 Milyonluk bir kentin belediye başkanı; hakkında sürekli açılan mesnetsiz iddialarla örülmüş davalar yüzünden meşgul edildiğini ve verimli çalışmasına engel teşkil edecek girişimlere maruz kaldığını iddia etmekte, üstelik bu davaların bir anlamda yürütülmesini sağlayan bilirkişinin sürekli SB olarak ismi geçen kişi olduğunu dosyalarla ispat eden bir ifşa açıklaması yapmaktadır.
Hatta bu bilirkişinin İBB lehine yazdığı tek raporun bulunduğunu ancak onun da bir önceki yönetim yani Ak Parti yönetimi dönemine ait olduğunu dosyalarla ortaya koymaktadır.

Cumhurbaşkanlığı sürecinde de en muhtemel muhalefet adaylarından biri olduğu kabul edilen ve bu günkü koşullara göre anketlerde kazanması neredeyse kesin görülen İmamoğlu, bütün bunların kendisine yapılma nedeninin İBB’de başarısız gösterilerek önünün kesilmesi amacını taşıdığını ifade etmektedir.

Bu bir basın açıklamasıdır.
Dolayısıyla bu mesele, basın açısından her yanıyla ortaya konulması gereken ciddi bir araştırma konusudur.
Vaka gerçek ise hukuk açısından vahimdir. Binlerce bilirkişi içerisinden hep bu aynı bilirkişiyi seçen de sonuçta bir hakimdir. Peki bu hakim ya da bu hakimlere bu bilirkişiyi seçtiren kimdir?

Haliyle, İmamoğlu’nun bu ifşaatta bulunduğu basın toplantısı sonrasında, basın toplantısını izleyen tanınmış bir gazeteci (Barış Pehlivan) doğal bir gazetecilik refleksi ile sözü edilen bilirkişiye telefonla ulaşmış, kendini tanıtmış, -ki muhatabı da onu tanıdığını beyan etmiş- bir gazeteci olarak, kendisine yöneltilen iddialara yönelik düşüncelerini sormuş. Bilirkişi SB. Bunların asılsız suçlamalar olduğunu beyan etmiş. Devamında gazetecinin kendisine teklif ettiği yüz yüze röportaj teklifini, -gazetecinin bulunduğu yere gelme önerisine rağmen- reddetmiştir. 

Bu görüşme sırasında, Barış Pehlivan’ın  yanında bulunan ve  aynı yayın kurumunda çalışan gazeteci bu kısa görüşmeyi kayda almış. Kaydı kurumuna göndermiş, Yayın yönetmeni de konunun tartışıldığı bir programda bilirkişinin hakkındaki iddiaları yalanladığı bu kısa görüşmeyi olduğu gibi yayınlamıştır.


Şimdi biraz geri saralım.
Bilirkişi SB, herhangi biri değil, devletin kendisini bir bilirkişi olarak tayin ettiği ve bu hizmeti karşılığı kendisine ücret ödediği bir uzmandır.
Öyle ki konusuyla ilgili vakalarda, yazdığı raporlarla insanların ve kurumların kaderini etkileme yetkisi ile donatılmıştır.
Kendisini arayan kişinin gazeteci olduğunu bilmektedir. Çünkü arayan kişi kendisini tanıtmıştır. Bilirkişi de aynı görüşmede gazeteciyi tanıdığını beyan etmektedir. Yani kandırılmamıştır!

Daha da kritik nokta şudur. Hakkındaki iddiaları yalanlamakla aslında söz konusu röportajı gerçekleştirmiştir.
Bu kaydı yayınlamayın diye bir şerh koymamıştır. Kaldı ki, gazeteci kendisini tanıttığında, “Hiçbir şey konuşmak istemiyorum!” deyip telefonu gazetecinin yüzüne kapatsa bile bu kaydı kullanmak gazeteci açısından suç teşkil etmez. Zira Yargıtayın benzer davalarda verdiği içtihat bütün benzer davaların esasını oluşturur.(2)
İşte bu içtihatta belirlenen koşullar oluşmuş durumdadır.


Nedir o içtihat?

Yargıtay, Basın yoluyla kişilik hakkı ihlali iddiasında bulunulduğu hallerde istikrarlı biçimde şu tespitte bulunmuştur.

“Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği bunun sonucunda da, az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.”

Buradan anlaşılacağı gibi temel ölçüt kamu yararıdır.
“gerek yazılı gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi korumalıdır. Yine basın, objektif sınırları içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.”

O halde verileri formüldeki yerine koyalım!

Olay gerçektir: Çünkü içinden rastgele atama yapılması gereken 8 bin bilirkişi vardır ve neredeyse bütün raporlarda aynı bilirkişinin imzası vardır. Hatta bazı dosyalara 3 kişi yerine tek başına imza atarak usulsüzlük yapmıştır.

Olayın çözüme kavuşmasında kamu yararı vardır: İddiayı ortaya koyan kişi 16 milyonluk bir mega kentin çoğunluk oyu ile seçilen bir kamu temsilcisidir.

Toplumsal ilgi vardır: Toplumun önemli bir kesimi konuya ilgilidir.

Konu günceldir: Açıklama ve ifşalar yenidir.
Haber verirken öz ve biçim arasında denge korunmuştur: Çünkü Konuşma olduğu gibi yayınlanmıştır.
Dolayısıyla Yargıtay’ın sık başvurulan bu içtihadındaki bütün kriterlere uygun bir basın faaliyeti söz konusudur.


sonuç:
Bilirkişinin şikayette bulunup bulunmadığının, görüşmenin yayınlanmasını isteyip istememesinin sonuç üzerinde bir etkisi yoktur

Çünkü Yargıtay içtihadına uygunluğu nedeniyle konu, sonuna kadar habercilik ve gazeteciliktir.
Bu gazetecilik faaliyeti, belki de deşifre edilen bu “bilirkişiye” artık  Adalet Bakanlığı tarafından görevlendirme yapılamasını ve dolayısıyla kamu yararını sağlamış olacak.  
Konunun bir suç olarak tartışılması bile abesle iştigaldir. Ceza kanununa göre ifadeye davet, gözaltı biçimleri ve hele tutuklama usulsüzdür.

(1) Bilirkişilerin detaylı bilgilerine ise UYAP üzerinden yetkili hukukçular ulaşabiliyor.
(2) Ferhat Canbolat / Günhan Gönül Koşar. TBB dergisi 2020.

———-

 

Anlamak çok mu zor?
‘Kırmızı kart’ erken seçim talebi demek.
“Tayyip istifa!” demek.
“Yeter artık, battık, bittik!” demek.
“Sen git, başkası gelsin!” demek.
Seçim demek, demokrasi demek!
Anlamak çok mu zor?

Güzel kardeşim!
Bu talebin altını çizmek için bir ‘alameti farika’ kırmızı kart!
Bir sembol..
Akılda kalsın, kolay hatırlansın, kolay erişilsin diye “Limon” gibi bir malzeme kırmızı kart.
Anlaması çok mu zor?

Üstelik de devamlılığı olan bir hikaye.
31 Mart seçimlerinde,  Rahatsız olduğu halde Erdoğan’ı hemen gözden çıkaramayacak bir kesimin desteğini alabilmek için bulunan “İktidara sarı kart gösterin!” formülüyle bağlantılı bir kampanyanın devam filmi kırmızı kart!

Kırmızı kart malum cenah için ürkütücü!
Kırmızı Kart’tan, “haç” görmüş zombi gibi korkan iktidar trollerini anlarım!
Ama onların can havliyle attığı işaret fişeklerini takip eden muhalif cenahı anlamam mümkün değil!

Her alanda içimizden geçen Cumhuriyet tarihinin en basiretsiz ve beceriksiz yönetimi tepemizde zıplarken “sürpriz bu mu?” diye meydan meydan dolaşmaktan evine uğrayamayan bir ekibe adeta cepheden taarruz anlaşılır bir şey değil!

Evet, en büyük sürpriz bu!
Bu gün, bu ,ülkede 31 Mart’taki sarı kartın artık kırmızı karta dönüşmesinden daha önemli bir sürpriz yok!
Eğer bu iktidarın gitmesini gerçekten isteyen herkes bu kartı cebinde, evinde, otomobilinde, taşır, meydanlarda çıkarıp iktidara gösterirse erken seçim kaçınılmaz hale gelir.

O halde güzel kardeşim, sürpriz büyük değil diye trollerle aynı paralele düşüp eleştireceğine bir zahmet bir yerlerden bir kırmızı kart bulup cebine koy.
Sokağa çık, meydana gel!

Çünkü sen “git!” demezsen kimsenin gideceği yok!

Haftanın karikatürleri

Haftanın karikatürleri

 

Haftanın Karikatürleri

Bu Hafta GazetePencere’de günlük olarak yayınlanan karikatürler bir arada…
www.Gazetepencere.com

 

Silkele silkele olmuyor! Neden?

Erdoğan, kurmaylarına “Şu CeHaPe’li belediyeleri iyi bir silkeleyin!” komutunu verdikten sonra bakanlar ve ilgili daireler hızla harekete geçtiler, daha doğrusu mevcut hazırlıklarını yürürlüğe koydular.

Belediyelere yıldırım hızıyla hacizler yağmaya başladı.

CHP’li belediyeler silkelenme icraatı ile ilk kez, SGK borçları nedeniyle karşılaşmıyorlar.
Belediye başkanlıklarını kazandıkları ilk günden itibaren silkeleniyorlar.


İlk silkelenmeler, başkanlığı kazandıkları halde, belediye meclislerinde çoğunluk elde edememeleriyle başlamıştı.
Bu durumdaki büyükşehir belediyelerinin, halkın takdirine mahzar olacak hiç bir girişimi belediye meclislerinden geçmedi. Mesela başkanın, konutlarda kullanılan su fiyatına indirim kararı meclisten geçemezken, otoparklara zam kararı yıldırım hızıyla geçiyordu.

Başka bir silkeleme modeli, önceki başkanın borçlandığı yandaş firmaların, yeni başkanla, hiçbir taksitlendirme anlaşmasına yanaşmadan, alacaklarına istinaden belediyeye haciz kararları çıkarmalarıydı. Makam odalarındaki koltuk ve masaların haczedilme haberlerinin neredeyse tamamı işte bu yaklaşımın sonucuydu.

Başka bir silkeleme modeli, belediyelerin ellerinde bulunan gelir getirici işletmelere konuya uygun bakanlıklar tarafından  el konulmasıydı. Efes otoparkı, Galata Kulesi gibi örnekleri hatırlayın!

Başka bir silkeleme modeli, geliştirilen projeler için uluslararası kaynaklardan sağlanan oldukça uygun kredilere onay imzasının uzun süre atılmaması ve projelerin çürütülmesiydi.

Şimdi SGK borçları devreye alındı.
SGK’nın alacaklarının sadece yüzde 10’u belediyelere ait.
Yüzde 90’ı ağırlıklı olarak yandaş firmaların listede bulunduğu özel sektör. Çünkü zaten kendilerinden olmayan firmalara göz açtırmıyorlar.
Üstelik, belediyelere ait yüzde 10’luk borcun büyük çoğunluğu da seçimi CHP’ye kaybetmeden önce biriktirilen borçlardan kaynaklanıyor.

Gel gör ki bu silkelemeler neredeyse hiç istenilen sonucu vermiyor!
Bunca kuvvetli silkelemelere rağmen “maymun” daldan bir türlü düşmüyor!

Nasıl oluyor bu?
Kaynaklar vahşi bir  şehvetle çarçur edilmezse, cebe atılmazsa oluyor!


Sözün özü sahada öyle bir maç oynanıyor ki, rakip kaleci kale direğine bağlı, rakip futbolcuların ayaklarına top gülleleri bağlanmış, hakemlerin hepsi ayarlanmış, stada sadece  malum takımın seyircisi alınmış ama heyhat! Rakip takım hala top çeviriyor, hala gol atıyor!

Haliyle yenilir yutulur bir şey değil!

Sizde varsa annem bir fincan demokrasi istedi

Suriye’ye demokrasi götürecekmişiz!
Suriyeliyi, zalim Esed zulmünden kurtardıktan başka, onları mesut ve müreffeh bir ülkenin özgür vatandaşı haline getirerek, göç edenlerin yeniden ata topraklarına dönmelerini, yerleşmelerini sağlayacakmışız!
Kim?
Updated patron Trump’ın da işaret ettiği gibi, biz!
Yani bizim “akıllı” hükümetimiz!
Adama sormazlar mı:
O demokrasiden sende var mı ki komşuya da ikram edeceksin?
Hayır, elinin altında her türlü imkan varken kendi ülkendeki yarım yamalak demokrasiyi ortadan kaldıran sen mi komşuya demokrasi ihraç edeceksin? Bu bir!
İkincisi; Göç Bilimi diyor ki, her türlü göç olayinda zaman ve geri dönüşler arasında bir korelasyon vardır.
Misafirlik süresi 5 yılı geçtiyse geri dönüş oranı %20 dir.
Bizim Suriyeli vatandaşlarımız 13 yıldır burada.
Yani eğer zor kullanmayacaksan -ki kullanamazsın- o tren de çoktan kaçmış demektir.
Üçüncüsü; Bir emperyal güç, kontrol altında tutmak istediği bütün az gelişmiş ülkelerin dindar olması için dua eder.
Ama dindar bir az gelişmiş ülkeden daha tehlikelisi ‘dindar bir gelişmiş ülkedir’
Pek yakında hep birlikte göreceğiz ki bütün bu “akıllı” stratejilerin sonu, Ortadoğu’yu dindar bir gelişmiş ülkenin, yani İsrail’in kucağına bırakmakla sonlanacak.
Yüksek aklınızı seveyim!!!

 

Emeviye Camiinde namaz

 

İsrail’in sevinmesinin nedenini anlıyoruz da, Bizim sevinmemizin nedeni ne?

 

Reyiz, gençliğinde, yani genç bir  başbakanken, (kendisine BOP Projesi Eş Başkanlığı nüzûl olduğu günlerde), “Dostum Esad” dediği ve ailecek tatile çıktığı Başer Esad’a proje akışı gereği aniden, “Esed” demeye başlayarak arayı bozdu.
Ardından, fetih türküleri eşliğinde  “Buradan bir gireriz 3 günde, Şam’da Emevi Camisinde namaz kılarız!” nutuklarıyla kürsülerden kükredi…

Aradan 13 yıl geçti.
300’e yakın şehit, 200 milyar dolar bütçeye , 13 milyon göçmen nüfusu sonrası, MİT Başkanı Kalın, nihayet Şam’da Emeviye Camiinde, basının şahadeti eşliğinde Cuma namazı kıldı.

Özgür Özel, servis edilen  Emeviye görüntülerine itiraz ederek, “Bu sayılmaz!” dedi. “Bu namaz o namaz değil!” diyerek namaza giden yolun üst paragraftaki maliyetini ortaya koydu. “Tayyip Erdoğan’ın namazının kazasını kılmak bir devlet görevlisi olarak MİT Başkanına düşmez”dedi.
“Kaldı ki, artık gidip kendisi de kılsa, bu namaz o namaz değil” dedi.

Bu arada İsrail aşağıdan, Suriye’nin yeni kahramanı, HTŞ’nin reyizi, Golani’nin El Kaideciyken, ‘nik neymi’ni aldığı Golan tepelerine yerleşip Taberiye gölünü sağlama aldıktan sonra, sahipsiz kalan Suriye askeri donanımının, deniz ve hava unsurlarının, gemilerinin, uçaklarının, limanlarının hasılı tüm askeri malzemesinin yüzde doksanını bombalayarak berhava ettiğini açıkladı. Onunla da kalmayıp, tapu dairelerini, nüfus müdürlüklerini yerle bir ederek geriye limitsiz bir kaos geleceği bıraktıklarını, birbirleri ile mal mülk diye didişirken bize bulaşmasınlar diye ne lazımsa yaptık mealinde bir sunumda bulundu.

Bizim, vileda sapı ile harita gıdıklayan yandaş tv’lerdeki strateji uzmanlarımız olaya, “Hayır, İsrail Suriye’yi işgal etmedi. Şam’a 20 km. kala durdu.” şeklinde izahat getirdilerse de, 480 sorti yaparak ortalıkta vurulmamış pilli uçak bile bırakmayan İsrail için, “Lan zaten Şam’a girip bakkalları mı işgal edeceklerdi?” şeklindeki karşı teze bir cevap verme durumları olmadı.

Zaten işgal nedir ki?
Atatürk, gençliğe seslenişinde işgali tanımlarken;
“…Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.” diyerektam da bunu kasdetmiyor mu?
Düşman için tehlike arzeden unsurlar ortadan kalktıysa işgal işi dört dörtlük tamamdır.
İlla ki İsrail askerlerinin Şam caddelerinde devriye gezmesine gerek mi var?

Ez cümle İsrail’in bu işe çok sevinmesinin nedenini anlamak mümkün.
Bizim nedeninimiz ne?
İsrail’in sevinmesi mi?

Karikatürlerle Suriye Vakası

Karikatürlerle Suriye Vakası

Erdoğan: “sadece Putin’le ikimiz kaldık. Gerisi elimine!..” Dedi.

 

Artık Hepimiz Suriyeliyiz.


 

gole en çok sevinen iki kişi. Hadi birini anlarız. Diğerinin neye sevindiğini anlamak mümkün değil..

 

Abiler, piknik yapar gibi Suriye’yi bir uctan bir uca geçtiler!?!


 

Herkes, her şeyi Suriye bölünmesin diye yaptı!.. Ama Suriye kaça bölünecek kimse bilmiyor..

 

Beyin boşsa uyarı yapmaz. Ama mide boşsa uyarır!

 

Emevi Camisinde namaz kılmak için çok yakında İsrail’e izin almak gerekecek!..