Hey onbeşli

Tokat sanılır ama aslında bir Adana türküsü..
Adanalı İboş Ali Ağa (Bolaç), Rumi-1315 doğumlu olanların (Miladi 1899) Çanakkale savaşı sırasında- o zamanlar askerlik yaşı 18 iken- 16 yaşında askere alınmalarından etkilenerek yazdığı bit türküdür.
İboş Ali Ağa, bu türküyü yazarken Tokat’ta askerdir.
Ezcümle Tokat türküsü değildir ama dinleyene “Tokat!” gibidir evelallah!.


Ne olmuştu?

Erdoğan, Sürekli “..Seçimler zamanında yapılacak.. Erken seçim isteyen vatan hainidir!” gibi açıklamalar yapıp dururken, ittifak ortağı “zank!” diye “26 Ağustos 2018 Pazar günü erken seçim istiyoruz!” şeklinde bir açıklama yaptı.
Bu açıklamada sonra yarım saatlik bir toplantı ile Erdoğan 24 Haziran’da erken seçim kararı aldıklarını belirtti. (Rakipleri; Afrin harekatının getirdiği oyların gitgide erimesi üzerine, daha fazla kayıp vermeden seçime gitmek için bu kararın alındığını söylediler.. Duy da inanma!..)
Hatta öyle dedikodular çıktı ki, aralarında “Ben yeminliyim, diyemiyorum, sen “erken seçim” de ama tarihine de 26 Ağustos olarak belirt, ben de o 26 Ağustos’u 24 Haziran’a çekeyim, iyi parti devre dışı kalsın. Seni rakibinden kurtarayım!” diye anlaştıklarını söyleyenler oldu.. Ba ba ba!..

Yasaya göre seçime girecek partilerin yeterliliğini Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcılığı belirler.
Partilerin örgütlenme ve kongrelerini takip eder. Seçim zamanı geldiğinde Yüksek Seçim Kurulu’na hangi partilerin seçime katılma yeterliliğinde olduğunu bir liste olarak gönderir. YSK da buna göre hazırlıklarına başlar. Pusulaları filan basar.. Aynı zamanda listeyi aldığı ise gün kamu oyuna duyurur.
Lakin bu sefer öyle olmadı. YSK, İyi Partinin seçime katılıp katılamayacağı merak edilen bir derişik ortamda Cuma günü eline ulaşan listeyi Pazartesi açıklayacağını ilan etti. “Neden?” dediler.. “İstişare edeceğiz!” dedi. “Neyi istişare edeceksiniz, bunu belirleyecek olan siz değilsiniz ki!” dediler.. Çarşı karıştı. Bazı dedikoducular, YSK Başkanı’nın Reis’ten “İyi partiyi seçime sokma!” şeklinde talimat beklediğini belirttiler ve “hadi çanım!” diyenlere “Mühürsüz oyları kabul et!” talimatını hatırlattılar..
Bunun üzerine İyi Partinin seçime girmesinin engelleneceğini düşünen CHP, 15 milletvekilini iyi partiye katma kararı aldı. Çarşı bir daha karıştı..

Çünkü bir partinin bu seçime (ki bu seçim hem milletvekili seçimi hem de parlementer sistemden Başkanlık sistemine geçişin seçimiydi) girebilmesi için
– Ya son seçimden %5 ve üzeri oy almış olması,
– Ya Mecliste grup kurması (en az 20 milletvekili olması ki İyi parti’nin 5 milletvekili vardı.)
– Ya da belirlenecek 6 gün içerisinde 100 bin imza toplaması gerekiyordu ki bu son madde ile sadece Başkanlık seçimine katılabiliyor, milletvekili seçimlerine katılamıyordu.

CHP’den ayrılan 15 milletvekili İyi Parti’ye katıldı. Grup sayısına erişildi. Sorun aşıldı ve YSK’da seçime katılabilecek partiler açıklamasını 22 Nisan Pazar günü 15:00 sularında açıkladı. Tayyip Bey’in YSK Başkanı’na; “CHP’ye demokrasi kahramanlığı şansı verdin, prim yaptırdın!” diye fırça attığı dedikoduları da çok geçmeden ortalığa yayıldı.

Her ne kadar artık gerek kalmamış olsa da Akşener, “CHP sağolsun ama ben aynı zamanda 100 bin imzayı da toplayıp öyle Cumhurbaşkanı adayı olacağım, çifte dikiş yapacağım” diye tutturdu.

Ol hikaye bundan ibaret..

Abdullah Gül ve kırık kılıç..

Abdullah Gül Kim?
Dört silahşörler misali birlikte yola çıkan AKP’nin dört kurucusundan biri.
Athos, Porthos, Aramis, Dartanyan’gillerden Athos..

Şimdi azıcık hatırlayalım;
2001 yılındaki “kuruculuk”tan sonra Tayyip, yani Porthos hapisteyken “Emanetçi Başbakan” oldu. Tayyip, O zamanki Cumhurbaşkanı Sezer’in karşı çıkmasına rağmen Baykal’ın himmetiyle, yenilenen Siirt seçimlerinde Mervan Gül’ün yerine milletvekili ve dolayısıyla başbakan olur olmaz koltuğu teslim edip onun yardımcısı ve dış işleri bakanı pozisyonuna geçti. Ardından Cumhurbaşkanı olarak partisine en üst kademeden destek verdi. Yerine yine Tayyip’e devrederek  sonuna kadar sadakatle bu görevde kaldı. Gönlünden geçen Tayyip’in yerine tekrar başbakan olmak idiyse de sıkı bir çalımla görev süresinin bitişinden bir gün önceye çekilen kurultay ile “aut”a atıldı. Partiye üye bile olamadı. Böylece 2001’de başlayan 14 yıllık sadık süreç bariz ofsayt ile sona erdi.
Aramis ve Dartanyan gibi o da Porthos tarafından partiden gönderildi.
Porthos şimdi partide tek başına..
“Tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet” söyleminin yanına ‘tek adam’ ilavesini pekiştirmeye çalışmakla meşgul.
Benim ibretle altını çizmek istediğim nokta başka..
Önceki Milli Görüş süreci hariç, 2001 yılından bu yana birbirinin yerine nöbet tutmuş, birbirine bayrak devretmiş, kader ve gönül birliği yapmış, sırt sırta vermiş dört kişiden üçü diskalifiye edilmiş, bunlardan sonuncusu ise “Bozgunculuk” la suçlanıyor. Satır arasında tehdit ediliyor.
Çatı adayı peleriniyle çatıya ittirilen Athos’un pelerini bir kılıç darbesiyle sırtından alınıp, çatıda pelerinsiz bırakılıveriyor.
Göreceğiz.. Athos bundan gayrı değil çatı adayı, zemin kat adayı bile olamaz..
Çünkü Krala kılıç çekiyorsan kılıcın uzun olacak.
Oysa Athos’un kılıcı kısa ve kırık..
Devam edenlere ders olsun!..
Nokta!.

———————————-

Edit: Bu yazı, İbrahim Kalın ve Genel Kurmay Başkanının, Gül’ü helikopter ile ani ziyaretlerinden bir hafta önce yazılmıştı. Nitekim bu ziyaretten az sonra Gül “Abi, aday maday değilim, hadi herkese hayırlı işler!” mealinde bir açıklama yaparak meçhul bir yöne doğru kayboldu..

Hesapların üstünde bir hesap vardır!

‘Jenga’ oyununu bilen bilir.. Orta parmak boyunda dikdörtgen tahtalarla oynanır. Oyuna bu tahtaları üst üste dizip dikdörtgen bir kule meydana getirilerek başlanır. Tahta çubukları aralardan birer birer çekip kulenin en üstüne koyarak süren bir denge hesabı oyunudur. Marifet kulenin yıkılmadan yükseltilmesidir.
Ama hesap üstüne hesap yapa yapa kule yükseltilirken denge zayıflar. Bunca üst üste hesap karmaşıklaşır. Aralardan çekilip üste konulabilecek tahta kalmaz. Sonunda kritik parça çekilir ve kule kaçınılmaz olarak yıkılır.

AKP ve MHP cephesinin seçim sisteminde bile hoyratça oynamaktan çekinmeyerek yaptıkları ince hesapları hep ‘jenga oyununa’ benzettim.. Bu kadar üst üste ince hesap sonunda şaşar.. Tahtalar paldır küldür devrilir.  Neden devrildiğini anlamazsınız bile..

Hani Erdoğan’ın söz yazarları tarafından onun hitap prompterlarına, yarı Sezai Karakoç’un şiirinden yarı Al-i İmran’dan hibrit edilen  “Hesapların üzerinde bir hesap vardır!” sözü var ya!
O söz şimdi sübut buluyor!

Hayvancılık can çekişiyor?

Romanya’dan şuradan buradan sığır ithal ediyoruz. Sonra da onları doyurmak için Bulgaristan’dan şuradan buradan saman ithal ediyoruz.  Çünkü üzerinize afiyet, ortalıkta hayvan da kalmadı ot da..
 
Meraları haraç mezat satıyoruz. Hayvancılık gelişse bile onlara otlayacak yer bırakmadık. Normalde hayvanın beslenme düzeninin yüzde yirmi beşini hazır yem oluşturması gerekirken bizde bu oran yüzde yüze çıkmış durumda. Mazot, yem, kısa bir sürede yüzde kırk zamlandı. Böyle olunca vatandaş et yiyemiyor. Sağlıklı bir beyin ve vücut için günde minimum yüz yirmi gram alınması gereken protein alınamıyor. Protein yoksulu bir kuşak yetiştiriyoruz.
Verdiğimiz.. daha doğrusu veremediğimiz eğitimi de üstüne eklersek geleceğimiz hiç iyi görünmüyor.
Pisa’daki durumumuz bunun en iyi göstergelerinden biri değil mi?
Bu gün iş başındakileri samimi olarak uyarayım.. Ne kadar ihtiyacınız olur bilmiyorum ama bu kuşak yarın sizin emekli maaşlarınızı ödemesini beklediğiniz kuşak olacak. Ona göre besleyin!

Ekonomi Terbiyesizlik Yapıyor..

Akkuyu Nükleer Santrali

Köprülerden gördüğümüz hayrı elbette nükleer santralden de göreceğiz.

Çünkü model hemen hemen aynı.
Satın alma garantili Yap-işlet-devret.
Bu sefer Ruslar yapacak, Ruslar işletecek, Ruslar ürettiği elektriği tam kırk dokuz yıl bize satacak..
Hem de şimdiden belirlenmiş fahiş bir fiyatla. Bu gün tükettiğimiz elektrik fiyatının tam üç katına!

Yanınızda yörenizde 12 yaşında bir çocuk var ise lütfen durumu ona anlatın..
Böyle hem yerli ve milli olmayan, hem tehlikeli, hem her yıl tonlarca atık ortaya çıkaran, hem de üç katı pahalı bir enerji santralinin üstelik de Akkuyu gibi bir çevreye neden yapılma-ma-sı gerektiği konusunda zerre kadar tereddüt ederse ben Türk halkından özür dileyip karikatür çizmeyi bırakırım.
Peki bu aklı evvel takımın amacı ne?

Yerli ve milli değil!..
İnşaatı Ruslar yapacak, operasyonu yani işletmeyi Ruslar yapacak, personelin çoğu yabancı olacak. Kullanılacak yakıt ham maddesi olan ‘zenginleştirilmiş uranyumdioksit’ de dışarıdan alınacak. Yani Bulgaristan’dan elektrik satın almaktan -üstelik daha yüksek bir fiyattan satın almaktan- bir farkı olmayacak.

Ucuz değil!
Şu anda 4 Cent olan elektriği 49 yıl boyunca  dört katına 12.35 Cent’e alma garantisine yönelik fiyat anlaşması imzalandı. Hele doların değer kazanması durumu tabloyu daha da ağırlaştıracak.

Mantıklı değil! 
Bu santralin ömrü 60 yıl. Yani 60 yıl sonra kesinlikle sökülecek. Sözleşmeden arta kalan yani santralin bizim olacağı süre sadece 11 yıl. Basit bir hesap, bu günkü şartlar sabit kalsa bile kalan sürede edeceğimiz getirinin ödeyeceğimiz elektrik fiyatının çok altında olduğunu açıkça ortaya koyuyor. (12 yaşındaki çocuğa sorun kafadan yapsın hesabı!) Fiyat 3 katı olduğuna göre: 49 yıl, 147 birimin üçte ikisi yani 98 birimi zarar hanesinde. Son 11 yıl para ödemeyeceğimize göre 11 birim kar hanesinde. Çık 98 birim zarardan 11 birim karı.. Kalır 87 birim zarar!.  60 Yıl sonra söküleceğine göre “Canım şimdi zarar etsek de sonradan torunlarımız kar edecek” gibi bir mantık da yok!.. O halde neden?

Masum Değil!
Tehlikeli!.. Hem de Depremselliğin bulunduğu bir bölge. Hiç bir sorun olmasa bile faaliyeti boyunca ortaya çıkarılan binlerce ton nükleer atık Demokles’in Kılıcı gibi kafamızın üzerinde sallanıp duracak.

Tek alternatif değil!
Yenilenebilir enerji kaynaklarının teknolojisi çok hızlı bir ivme ile gelişiyor. Ülkemiz rüzgar enerjisi için son derece uygun iklime sahip, atıl alanlarla dolu. Güneş enerjisi panelleri gittikçe ucuzluyor. Üstelik yerli üretim her zaman arttırılabilir. Kiremit şeklinde enerji panelleri bile üretildi. Sekiz-on yıl içinde çatınızı kaplayacağınız malzeme enerji sorununuzu çözecek.. Dünya çöllere güneş enerjisi santralleri projelerini yarıladı. Küresel ısınma 12 yıl sonra Türkiye’nin -ortasından bir çizgi çek, çizginin- güneyini 55 derece sıcaklıkta bitkisel üretim yapılamayan bir iklime çevirecek. Bu acele ne?

Atla deve değil:
Türkiye’nin kurulu güç miktarı 70-80 bin megavat. Her biri 1.2 bin megavat olacak bu 4 üniteli yeni santral yuvarlak hesapla 5 bin megavatlık bir ilave güç sağlayacak.
Ne bütün ihtiyacımızı çözecek, ne başımızı göğe erdirecek.. Mevcut üretimimizin 6.2’si kadar bir katkı yapacak.
O halde bu zarar bu risk neden?

“Canım, yanıbaşımızda, Bulgaristan’da, Ermenistan’da var!” söylemlerine bakmayın.. Dünya nükleer santralları gittikçe devreden çıkarıyor. Her geçen yıl sayıları azalıyor, yerlerine alternatif enerji üretim alanları ikame ediliyor..
En fazla 20 yıl sonra, enerji sorununun belki de tamamını güneşle kuracağı doğru teknolojik ilişki ile çözmüş olacak dünyada, bizim çocuklarımız, üstelik de riskli bir şemsiye altında  49 yıl dolana kadar bu günün 3 katı fiyattan elektrik satın alarak borç ödemeye devam edecek..
Neden?

Amiral Gemisi Havuza Alındı

Yıl 1994.. Gazete içinde, kattan kata duman gibi gezinip duran “Hürriyet Satılıyormuş!” fısıltıları bitmiş, satış gerçekleşmiş, Aydın Doğan Hürriyet Gazetesi’ni henüz satın almış..
Hürriyet Gazetesi’nin giriş katında bulunan büyük asansörlerden birindeyim. Tam hareket etmek üzere asansöre üç kişi daha bindi. Binenlerden ikisini tanımıyorum ama biri Aydın Doğan. İlk kez yakından görüyorum. Zaten belki de Hürriyet’e ilk gelişi.
Kısa bir sessizlikten sonra “Otis!” dedi.
Kimseden başka bir ses çıkmadı. Yanındakiler onaylar bir edayla kaşlarını gerip, başlarını aşağı yukarı salladılar..
Hala aynı mıdır bilmem ama o sırada İkitelli binasında Hürriyet’in kullandığı asansörler ünlü Amerikan markası Otis’in plakasını taşıyordu..
Üçüncü kata geldik. Asansör durdu. Ben inmek üzere kapıya yönlendim. Onlar ünlü dokuzuncu katın düğmesine basmışlardı.
Asansör kapısından çıkarken Aydın Doğan’ın şu cümlesini duydum.. “Bizimkiler Mitsubishi!”
Odama doğru yürürken düşündüm!.. Parasını ödemiş, Hürriyet’i satın almıştı ama hala Milliyet’ten bahsederken “Bizimki!” diyordu.
Biraz Erol Simavi’nin, karikatürist babasının kurduğu gazeteyi satmasına içerlediğimden midir bilemiyorum.. “Öyle parasını vermekle Hürriyet’e sahip olunamıyor!” diye mırıldandığımı hatırlıyorum.
Yıllar sonra 1999’da Hürriyet’ten istifa ettim.
Bir süre sonra bir de şunu anladım. Hürriyet’ten ayrılmakla da Hürriyet’ten ayrılınamıyor!.. Basının Amiral Gemisi’nin köklü bir kurumsal yapısı var. Aydın Doğan bile bu yapıya patron olduysa da gerçek anlamda sahip olamadı.
Demirören’in sahip olabileceğini hiç sanmıyorum.

Vatan Gazetesi’nin baskısını ve dağıtımını 2002’de kuruluşundan itibaren Doğan Grubu yapıyordu.
Vatan, herhangi bir medya grubuna bağlı değildi. Bağımsız bir gazeteydi. Şirketinin adı da “Bağımsız Gazeteciler A.Ş.”
Matbaa ve dağıtım giderlerinin oluşturduğu borçlar birikti. Yöneticiler gazeteyi, alacağına karşılık Doğan Grubu’na devretmeye karar verdiler. Tam işlemler bitiyordu, Rekabet Kurulu olumsuz rapor verdi, satışı engelledi. Medya’nın ve reklam pastasının belli bir yüzdesinden fazlasını tek bir grup eline alamazdı. (%30’dan fazlasınıydı sanırım)
Böylece devreye Demirören girdi. Gazetede gerekli sadeleştirmeler (Tenkisatlar) işten atılmalar yapıldı ve Vatan ve Milliyet gazetelerini Demirören satın aldı.

Şimdi ise, ezelden beri medya’nın “Amiral Gemisi” olarak nitelendirilen Hürriyet; Posta Gazetesi, CNNTürk vs. ile birlikte medyanın neredeyse %90’ının kontrolü tek ele, yani havuz denilen cenaha geçti.
Bakalım Rekabet Kurulu bu duruma da itiraz edecek mi?

 

 

Devekuşu

İnsanların gün geçtikçe zenginleştiğinin ya da fakirleştiğinin en sağlam hesabı emekli maaşı üzerinden yapılabilir. Hesap için parametreler nettir. Artışı devletin kontrolündedir. Zira maaşın, emekliyi enflasyona ezdirmeyen artışlarla güncel tutulduğu iddia edilir.

Şu halde emekli maaşı üzerinden bir hesap yapalım. Sabah akşam, kongre kongre kişi başı milli hasılanın on bin bilmem kaç doları bulduğu tekrarlanan canım ülkemde gerçek durum neymiş matematiksel olarak görelim.

Ha!.. Bu hesap farazi ya da üfürme, yuvarlama değildir. Net ve gerçek rakamlar üzerinden yapılmıştır.

2010 Haziran’ında emekli olan bir vatandaşımıza 1600 TL emekli maaşı bağlanır.
Dolar satış kuru 1.507 TL’dir. Yani emeklimiz maaşıyla bu tarihte tam 1061 USD alabilmektedir.

Aynı emeklimizin maaşı kademe kademe 2018 yılı Mart ayında 2170 TL’ye yükselmiştir.
Ancak emeklimiz bu maaşı ile bu hesabın yapıldığı 30 Mart 2018 tarihinde 549 USD alabilmektedir.
Yani, fazla değil, bu iktidarın sadece son yedi senesinde bu emekli kardeşimizin alım gücü 1061 dolardan 549 dolara yani gerçek anlamda yarı yarıya düşmüştür. Yani diğer bir deyişle bu emekli -diğer emekliler gibi- son yedi senede yarı yarıya fakirleşmiştir.

Var mıdır bu hesaba yanlış diyebilecek hesap bilen bir Kasımpaşa delikanlısı?

Hadi anlatın bakalım şimdi bu emekli kardeşimize, İMF ye nasıl borç verdiğimizi, milli gelirimizin fert başına nasıl on bin bilmem kaç dolara çıktığını, onu nasıl bir refah ve saadet içinde yaşattığınızı!

Bu emekli bizzat benim!.. Gelin bir anlatın da 2019’da oyumu ananızın ak sütü gibi helalinden alın bakalım!