LOMBOZ 28 Ağustos Cuma

30 Ağustos’a neden izin verilmiyor?

Bir kere giriş bölümünde şu soruyu soralım.

Cevabında mutabık isek okumaya devam edelim. 

Buna kim karar veriyor? 

El cevap: Partili Cumhurbaşkanımız!

Devamını Oku

LOMBOZ 23 AĞUSTOS 2020

Çok şükür sıkıyönetim yok!

 

Duayen gazetecilerden Varlık Özmenek’i geçtiğimiz Perşembe günü sonsuzluğa uğurladık.

Can Ataklı, Tele1’deki sabah programında Özmenek ile ilgili ilginç bir anı paylaştı.
Yıl 1971.. 12 Mart Muhtırası sonrası sıkıyönetim dönemi. Varlık ağabey TRT Haber yöneticisi. TİP’e 1961’de üye olmuş ilk Partililerden biri. Sakıncalı yani.


Telefonu çalıyor, sekreteri, Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan aradıklarını söylüyor. Telefondaki komutan yaveri, kibar bir dille Komutanın kendisiyle görüşmek istediğini belirterek. “Bi zahmet sıkıyönetim komutanlığına kadar gelir misiniz?” şeklinde olabildiğince kibar bir dille davette bulunuyor.

Devamını Oku

LOMBOZ 21 Ağustos CUMA

 

Bu Karikatürcünün Sözünü Dinleyin!

Artık dünya değişti.

Komşunuzun çocukları sizi sevmezse, komşunuzun sizi sevme, sizinle iyi geçinme şansı kalmıyor.

Komşunuzla iyi geçinmek ve mutlu olmak için öncelikle onların çocukları ile aranızın iyi olması şart.

Halbuki eskiden öyle değildi.

Çünkü sizin evde, duvarların ardında, komşunuz hakkında yaptığınız dedikodulardan, ettiğiniz küfürlerden komşunuzun çocuklarının haberi olmuyordu.

Komşunuz bunu hissetse de, komşuluk hukuku hatırına vaziyeti idare edebiliyor, görmezden gelebiliyordu.

İnternet’le her şey değişti.

Komşunun çocukları sizin evi canlı izlemeye başladı..

Hem de sizin çocuklarınızın paylaşımlarıyla..

Ha keza sizin çocuklarınız da komşunun evinin içerisinde olup bitenlerden haberdarlar.

Çocuklarla, anladığınız gibi ülkelerin kamuoyunu, vatandaşlarını kastediyorum.

Her gün bir yenisi üretilip kullanıma açılan iletişim uygulamaları ve sosyal medya üzerinden ortaya çıkan hızlı ve yaygın bilgilenme olanağı, özellikle batılı ülkelerde 2000’li yıllara kadar yönetimler üzerindeki etkisi nispeten zayıf olan ‘kamuoyunu’ aktif ve etkili güç haline getirdi.

O batılı ülkeler ki, ekonomik olanakları sayesinde dünyanın geri kalan ülkelerinin çoğunu yönlendirme gücüne sahip.

Artık, siz dünyanın bir ucunda, bir ülkenin kamuoyunu irite edecek, onları kaybedecek bir cümleyi sarf ettiğinizde, bunun olumsuz yanıtını onların yönetimlerinden almak durumundasınız.

Çünkü onların yönetimleri buna kayıtsız kalırsa bunun cezasını sandıkta azalan oy olarak görürler.

Biraz daha açalım.

Recep Tayyip Erdoğan, bir “islamcı siyasetçi” olarak batı kamuoyuna sunulduğunda büyük sempati topladı.

İslamcı siyasetçi denildiğinde hafızasında, bir elinde kalaşnikof, bir elinde kılıç, beline kadar sakalı ile El kaide militanlarının fotoğrafı olan batı kamuoyu; karısının elinden tutarak yürüyen, kravatlı, traşlı temiz yüzlü, boylu poslu  Erdoğan’ı görünce “işte bu!” dedi.. “İslamcı siyaset böyle figürler tarafından temsil edilmeli!.”

Aradan yıllar geçti..

Komşunun çocukları aynı figürün farklı fotoğraflarını görmeye başladı.

Hollanda’ya “Bunlar Nazi kalıntısı! faşist!” dediğinizde Hollanda kamuoyu bunu aynı gün canlı izledi.

Washington’da, Cumhurbaşkanı korumaları göstericileri tekmelerken Amerikan kamuoyu bunu aynı gün canlı izledi.

İktidar destekçisi gazetenizin Almanya Başbakanı’na Hitler bıyığı takıp Hitler selamı verdirerek üzerine sürmanşet “HEIL MERKEL” yazdırdığında, Alman kamuoyu bunu aynı gün canlı okudu.

Gezi olaylarında eylemcilerin üzerine yağmur gibi yağdırılan gaz bombalarını, kafaları gözleri patlatılan çocukları batı kamuoyu canlı izledi. İngiltere İçişleri Bakanı, kendi kamuoyunu teskin etmek için panik halinde “Türkiye’ye biber gazı satışını durdurduk! Aman ha, zinhar biz vermiyoruz!” açıklamasını yapmak zorunda kaldı.

Batı’ya doğru ‘salıverilme tehditleri’ eşliğinde, sınır boylarında bir şantaj unsuru görüntüsü veren sığınmacı perişanlığını bütün dünya kamuoyu canlı izledi.

Son olarak Diyanet İşleri Başkanı’nın, eline kılıcı alıp, Ayasofya hutbesinde verdiği manalı pozu başta Rusya ortodoksları olmak üzere, dünyanın bütün ortodoks kamuoyu canlı izledi.

Bu ve benzeri canlı izlenmelerle Erdoğan ve yönetimi, başlangıçta yanına aldığı batı kamuoyunu maalesef tümden kaybetti.

“Biden, neden böyle konuştu?” sorusu yanlış!

“Seçime giden Biden’i ya da yeni bidenleri böyle konuşmak zoruda kim bıraktı?” sorusu doğru soru.

Göreceksiniz. Amerika’da seçim günü yaklaştıkça Trump da aynı minvalde celallenecek!

Sonuç olarak artık sadece Batı değil, Orta Doğu kamuoyu da Erdoğan ve yönetimini istemiyor!

Bu ülkelerin yönetenleri, kendi kamuoylarına rağmen, isteseler de Erdoğan ve yönetimi ile işbirliği yapamazlar..

Çünkü çocukların sevgisini kaybettiniz!

Bu bir durum tespiti!

Bunu Türkiye düşmanlığı olarak görmek anlamsız.

Artık bu tepkiye neden olan hesapsız, pusulasız çıkışların muhasebesini yapmanın da bir yararı yok.

Türkiye için yapılması gereken tek şey var.

Tam da müjde günü bu yapılır mı diyeceksiniz ama tek çözüm Erdoğan ve ekibinin istifa edip gitmesi!

Reaksiyona aynı kimyasalları sokarak farklı bir sonuç çıkaramazsınız.

Einstein diyor ki “Hiç bir sorun, o sorunu oluşturan bilinç düzeyiyle çözülemez!”

Bu ülkenin insan kaynağı çok daha iyisini yapacak durumda ve atıl bekliyor!..

Ülke’nin önünü daha fazla tıkamayın!

 

 

Rekabetçi kur ne ki?

 

Hastasıyım..
Hep böyle güler yüzlü, hep böyle pozitif, hep böyle bulutların üzerinde nasıl olunur?
Berat Albayrak’ı diyorum!
Adam açım diyor, Berat Bey mütebessim. Çokomel filan diyor. Eti puf diyor.. sağ kolunun dirseğini doksan derece kırıp “Devrim!” diyor..
Biraz açı farkıyla onu da tutturuyor. Devrimcilerin bile bir kısmı “sol kolu” devrim kolu olarak bilirler. 

Gerçekte, sol değil, sağ dirsek 30-40 derece kırılır. Devrimciler  “Sağ yumrugi ile gögi dögerler!”

Fıkrasını yazının sonunda anlatacağım.

Berat Albayrak “Dövizin iniş çıkışından rahatsız olmayın.  Sonuçta rekabetçi kur’a geçtik. Olur böyle şeyler” diyor. “

prof. Hayri Kozanoğlu ise buna karşı çıkıyor. 

Döviz Kurunu hasta tansiyonuna benzetiyor.  

Berat Albayrak’ın bu yaklaşımını ise “tansiyon bu iner de çıkar da. Var mı başka şikayetin?” diyen bir doktorun vurdumduymazlığı olarak betimliyor.

..

Yani demek istiyor ki Berat Albayrak Ekonomi Bakanı değil de tıp doktoru olsaydı tansiyonu hızla yükselen hastaya ” endişelenme,  olur böyle şeyler deyip onu evine gönderecekti. Allah muhafaza, ya anaflaktik şok ve kalp durması ya beyin kanaması.. Hasta sizlere ömür!

Yönetenlerin, duruma göre izahat geliştirmek yerine, soruna göre çözüm geliştirmeleri gerekir.

Gelelim fıkraya. Aslında fıkra değil, aynı ile vaki.
İbrahim Abi, bir malum oturumda anlattı.
68 Kuşağı devrimcileri, yaşlarını başlarını almış, Mustafa isimli bir arkadaşlarının köydeki evinin bahçesinde masayı kurmuşlar. Eski günleri yad ediyorlar..
Bir de dedesi var Mustafa’nın. Evin verandasında sedirde bağdaş kurmuş oturuyor. Onları izliyor.
Lakin Dede Alzheimer ortalarında. Hafıza gidip geliyor.
Masaya doğru bağırarak sesleniyor:

“La Mustafağ!”

Mustafa aynı yüksek tondan cevap veriyor:

“He dede!”
“Hanı siz yumrugiz ile gögi dövirdiniz ya?!”

“He dede!”
“O işten bişey çıktı mi?”
—-

—–

Okullar Açılamıyor!

Hasta sayısı arttı.
Hastaneler dolup taşıyor.
Yoğun bakımlarda yer olmadığı için şuraya gönderilen, şurada da yer olmadığı için oraya gönderilen, orada da yer kalmadığı için evine gönderilen ve kaybedilen hasta hikayelerine her gün yenileri ekleniyor.

Her gün başka bir ilin valisi, başka bir ilçenin kaymakamı, ikbal korkusunun duvarını yıkıp gözünü karartarak alarm verip feryat ediyor.
Ama ne fayda!
Utana sıkıla bir ay erteleniyor ama kayıtlar başlatılacak..
Okullar illa da açılacak!
Seyreltilmiş olarak eğitim verilecek.
Ders arasına fişek gibi fırlayan çocukları nasıl seyrelteceklerse!

Tabi diyeceksiniz ki, özel okullar büyük bir sektör.
Özel okul çalışanları taş mı yesin?
Biz de öyle diyoruz zaten!
Ama şunu da biliyoruz.
Tükenmiş, tüketilmiş hazine bizi “kırk satır ile kırk katır” arasında tercih yapmaya zorluyor.
Sektör mü sıkıntıya girsin yoksa evlerde “korona risk sınıfında” olanlar mı?


Milli Eğitim Bakanı’nın bir özel okul sahibi yani bir sektör patronu olması ‘ihsası rey’dir.
Bu konuda kişisel olarak ne kadar “hakça” davransa, ne kadar zarif ve saygıdeğer olursa olsun durum yakışıksızdır.
Evlerde, uçurumun kenarında bekleyen başta yaşlılar, engelliler, kronik hastalığı olanlar olmak üzere milyonlarca insan, özel okul sektöründe 2000 öğrencisi ve 350 çalışanı olan bir bakanın vereceği karara bakmaktadır.
Sezai Karakoç’un Gülce şiirindeki gibi:
“Bir gamzelik rüzgar yetecek/ Ha itti beni ha itecek!”
Reva mıdır?

LOMBOZ 14 Ağustos 2020 Cuma

Her Parti Kilit Parti

Neden Millet İttifakı’nın, Yerel Seçimler’deki başarısında sadece HDP faktörü anahtar, kilit sıfatlarıyla anılıyor?

Cumhurbaşkanlığı sisteminde her parti kilit parti değil mi?
Örneğin Saadet Partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Meclis seçiminde aldığı oy sayısı 224 bin, Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçiminde kendi adayı ile aldığı oy sayısı 103 bin!

Meclis seçimi ile başkan seçimi arasında 121 bin oy farkı var.
Bu 121 bin oy kime gitti?
Önemli bir bölümü elbette Türkiye genelinde  ittifak içerisinde bulunduğu CHP adayı imamoğlu’na gitti!..
Bir kısmı da CHP isminden haz etmeyenler ki onlar da kendi çıkardıkları adaya oy verdiler.

Devamını Oku

LOMBOZ 9 AĞUSTOS 2020 PAZAR

 

Gidin Tarihçi Olun!

 

“Dolara aşırı derecede yatırım yapanlar yaya kalabilirler..” –

RTE

Tarih: Mart.2015

Dolar kuru: 2.59 

Devamını Oku

LOMBOZ 7 Ağustos CUMA 2020

Üretime dönüş için son çıkış!

“Ananı da al da git!” veciz sözünün sarf edilmesinden bu güne tam 4,5 yıl geçti.

Bu ünlü sözün söylendiği kişi, Erdoğan’ın mitinginde “Çiftçilerin anası ağladı!” diye feryat eden Mersinli bir üreticiydi..

Çember çizilmeye oradan başladı, hain komisyoncu, hain hal esnafı, hain market ve  hain pazarcıdan sonra soğan patatesçi ile tamamlandı.

Hainlik, limonu üretenden, limona etiket koyana, onu pazarda satana kadar indi..

Devamını Oku

LOMBOZ 2 AĞUSTOS PAZAR 2020

Lomboz 2 Ağustos PAZAR 2020

 

Hocalarımız çok iyi?
Fakültelerimizde, yıllık yayın oranımız YÖK’e göre 0,3 

Yani bir yıl boyunca on akademisyenin sadece 3’ü bilimsel yayın yapıyor.

Biliyoruz ki, bilimsel yayın yapmadan bilim adamı olunmuyor.
İstatistiklere göre akademik kariyer yükseldikçe yayın oranı da düşüyor. 

Yani bir kere profesör olmuş ise, tamam olay bitti artık.
Zirveye geldim demiş, yayın yapmayı da bırakmış.

En iyi tıp fakültemiz dünya sıralamasında 251’inci sırada. Devamını Oku