LOMBOZ 29 NİSAN CUMA

Neden Gezi de Gezi?

Lafı hiç evelemeye gevelemeye gerek yok!
Hap gibi birkaç cümle ile anlatalım!

Azıcık empati yapın!

Bunca hukuk dışı iş yapınca, seçimlerde kaybedip normal bir iktidar gibi kenara çekilemezsiniz! Devamını Oku

LOMBOZ 24 NİSAN PAZAR

 

Bay Kemal’in elektriğini kim kesti?

Kılıçdaroğlu’nun elektriğinin kesilmesine izin vermek iktidarın yapabileceği en büyük iletişim hatasıydı.
Bir anda bu ülkede 4 milyon elektriği kesik hanenin var olduğu gündeme oturdu.

Elektriği günlerce kesik kalan kentler, ilçeler yeniden hatırlandı..

Elektrik dağıtımının özelleştirilmesinin bu memleketin vatandaşına atılan kazıkların en büyüklerinden biri olduğu bir kez daha gündeme geldi!
Bu tablonun yeniden faş edilip altının çizilmesini hangi iktidar ister?

Devamını Oku

LOMBOZ 22 Nisan 2022

“Devletin yalakası!”

Soytarılık bir meslektir.

Soytarı, kral sarayının, krala en yakın, en has çalışanıdır.
İşi, kralın canı sıkıldığında onu eğlendirmektir.

Bunu maaş karşılığı bir görev olarak yapar!

Kralın ruh halini gözlemleyip onun moralini daima diri tutmak, ayakta kalmasına psikolojik katkı sağlamak gibi meşakkatli bir görevi vardır!..

Kelle kılıcın ucunda, zorlu bir profesyonelliktir soytarılık…

Yalakalık ise bir ruh halinin tezahürüdür! 

Bir zihin mertebesinin yarattığı zorunluluk durumudur.

Yalakaların çoğu, yalaka olduklarının farkında değillerdir…

Bir yoğun çamur selinin akışına kapılmış giderken, gördükleri en büyük kütüğe can havliyle sarılarak hayatta kalmaya çalışırlar.

Gerekirse o kütüğün, “budağının dalı” olurlar!..

Çünkü kollarını çözerlerse boğulacaklarını düşünürler.

Oysa bütün memeliler gibi, yüzmeyi doğuştan bildiklerini, bilmezler!

Biz bunlara “celaleten yalaka” deriz!

Ve bunları mevzudan tenzih ederiz!

Bir de “asaleten yalakalar” vardır!
bunlar bilinçli yalakalardır!

Ve bunu itiraf edecek kadar gözükara, hatta “ben yalakayım” diye haykıracak kadar pervasız elemanlardır!

Çünkü yalakalığın bir karşılığı, bir ikramiyesi bulunur.

“Buradayım!” demek o ikramiyeyi almayı daha garanti hale getirir.

Getirisi bir yana, özellikle “güce yalakalık”, güvenlidir, konforludur!

En azından “o güç” yerini koruduğu sürece sıkıntı yoktur.

Soytarılık, yalakalıktan çok daha asil bir iştir!

Çünkü kral öldüğünde, soytarının kralla birlikte gömülmesi adettendir!
Soytarı, kralı öteki tarafta da yalnız bırakmamalıdır!

Kral ölünce; tacıyla, gerdanlığıyla, altından asasıyla, altın varaklı kaftanıyla ve canlı canlı soytarısıyla mezara konulur!..

Ve soytarı bu trajik sonu bilir!

Oysa, yalakanın yalakalık yaptığı güç, güçten kesilip, tutunduğu kütük fazla su çekmek suretiyle batınca, yalakaya pek bir şey olmaz!

Çamur deryasında, can havliyle yeni bir kütük bulur ve bu sefer de ona sarılır..

Sarayın, “sanatçı” kontenjanından iftar davetine icabet ettikten sonra kendisine yalaka diyenlere: “Yalakalık ise, ben devletin yalakasıyım! Siz kimsiniz?”

diyen ismi lazım değil şahsa söyleyecek birşey yok!

Bu bir “sanatsal” tercih ve üslup ve kariyer hedefi meselesidir. 

Hayırlı olsun!

Sadece, “Siz kimsiniz?” sorusunun kendi payımıza yanıtını vermekle yetinelim:
Mesela biz naçizane karikatürcüler olarak, vazife icabı güce karşı konumlanırız..

Sizinkinin tam aksine, güç kim ise onun karşısında dururuz..
Toplumsal sözleşmemiz bunu icap ettirir.
Ekmeğimizi helal yapan sadece budur!

Dün asker, önceki gün padişah, bugün AKP, yarın CHP, geçen sene sağ, gelecek sene sol!..
Güç kim ise, sopa kimin elindeyse biz ona muhalif oluruz.
Bugün muhaliflerle yan yana duruşumuzun sebebi budur.
Yarın onlar güç olunca, onların muhalifleri ile yan yanaymış gibi görülebiliriz.
Bu bir illüzyondur!

Devlet, hükümet, valilik, kaymakamlık gibi ayırımlarımız yoktur!
Bizim işe giren, sözleşmedeki bu şartları kabul ederek girer..

Başına bir şeyler gelmez mi? Gelir!
Ama ne ağlar, ne de nedamet ister!

 

 

 

Levent Gültekin olayı

Muhalif medyada geçtiğimiz haftanın flaş konusu, olayın kahramanı Levent Gültekin’in “fındık beyinliler” çıkışı ile başlamıştı. 

Peki konu neydi? Ne olmuş, nereye bağlanmıştı?
Buyrun özeti!..

Hikaye, Altılı masa müdavimlerinden DP Başkanı Gültekin Uysal’ın, “Cumhurbaşkanı adayının özelliklerini tarif ettiği bir tweetinin ilk maddesinde: “20 yıllık AKP döneminde sorumluluğa ortak olmamış olmak!” şeklinde bir şart belirtmesiyle patladı.
Gerçi, sonradan Davutoğlu ile görüşmesinde, “kastını aştığını” belirtse de ok yaydan çıkmıştı.

 

Levent Gültekin Halk Tv.’deki yorumunda “Fındık kadar beyni olan; Ak Partili kararsızları rahatsız edecek, onların muhalefet saflarına katılmaları yerine geri dönmelerine neden olacak bu türden sözleri sarfetmez!..” diye bir laf etti.

Gültekin’in bu çıkışını, yeni kitabındaki yaklaşımından da yola çıkarak, Abdullah Gül’ün adaylığının önünü açmaya çalışıyor şeklinde yorumlayanlar karşı taarruza geçti…
Özellikle, TELE1 Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, “Yeni bir Ekmeleddin vakasına izin verilmemeli. Buna bütün gücümüzle karşı çıkarız!” diye yanıt verip, Enver Aysever’in de TELE1’deki programında, “herkes dönüp karnesine bakacak!.. Biz muhalifiz diye öyle asker gibi yan yana dizilmeyiz!” diye bir şerh koymasıyla konuyu anlamsız bir şekilde “Hakt Tv, TELE1 rekabeti” alanına çekmeye çalışanlar oldu.

 

Öte yandan Levent Gültekin’in, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, “Bekir Ağırdır’ın anketinde, Abdullah Gül’ün oy oranının %60 çıktığını belirtmesi ve Muharrem İnce’nin yerine Abdullah Gül aday yapılsaydı bu günkü tablo farklı olacaktı şeklindeki yorumu, Gül’ün yeniden adaylığa hazırlanması şeklinde algılanıyordu..

Konda Yöneticisi Bekir Ağırdır bu yoruma sert yanıt verdi..
“Yok öyle bir anket! Ne biz ne de başka anket kurumu öyle bir sonuç bulmadık!” diyerek kesin bir yanlış bilgi itirazında bulundu..


Bu açıklama ardından Levent Gültekin, “Böyle bir anket açıklanmasa da konuşuldu! Hatta bu bilgi AKP’de de vardı. Bu yüzden Gül’ün bahçesine helikopterle inildi ve aday olmaması konusunda baskı yapıldı! Bekir Ağırdır bana ayıp etti!” diye serzenişte bulunsa da böyle bir anketi kimse doğrulamadı…

Hatırlarsınız, Levent Gültekin, aynı Cumhurbaşkanlığı seçimleri ertesinde; Muharrem İnce için, “Seçim gecesi alkollü olduğu için televizyonlara konuşma yapamadı…
Muharrem Bey, o gece seçimin hemen bitiminden itibaren alkol almaya başlıyor. Saat 11’e kadar tahmin ediyorum ki biraz fazla alıyor. O saatten itibaren televizyonların karşısına çıkamayacak duruma geliyor ve eve kapatıyorlar. Eminim. Bu kesin. Ben emin olmadığım bilgiyi paylaşmam. Şimdiye kadar hiç paylaşmadım.” demişti!

Sonra ne oldu?

Muharrem İnce’nin sert çıkışı sonucu öyle bir şey olmadığı anlaşıldı, Gültekin şöyle bir açıklama yapmak zorunda kaldı: “Soranlara son söz: Muharrem Bey ile konuştuk. Durumu anlattım. O da anlattı. Böyle bir yanlışın içinde olmaktan utanç duyduğumu söyleyip özür diledim. helalleştik ve konuyu kapattık.”

Şimdi açıkçası ben, boşa düşen ya da düşürülen bu büyük iddiaların, Levent Gültekin’in makus talihi mi yoksa “tarzı” mı olduğu konusunda kesin bir sonuca varamadım…


Gültekin ile ilgili temiz hislerimi halen muhafaza ediyorum.

Çünkü “Bulunduğu mahalleden kapıyı çarpıp çıkmasaydı, orada kalmaya razı olsaydı, bugün Fahrettin Altun’un amiri konumunda yer alacağından ve kazanmaya devam ediyor olacağından hiç kuşku yoktu!..
Kapıyı çarptıktan sonra pişman olsaydı, geri dönmesine de bir mani yoktu.

Evet, Muhalif medya kesiminde, geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan ve hala bitmeyen konusu Levent Gültekin konusuydu.
Bu arada, bir Tesadüf bu meselenin tam da Levent Gültekin’in yeni kitabının çıkış  sürecine rastlamasının da altını çizelim!

 

 

Veren el – alan el

Türkiye’de her dört aileden biri devlet yardımı alıyor!

Resmi rakamlara göre 24 bin hanenin 6 bin hanesi devletten aldığı yardım ile yaşıyor! Daha vahimi, Bakan ‘veren el’ tarafından bakarak, “Ne kadar çok insana yardım ediyoruz” mantığı ile bunu bir başarı gibi açıklıyor.

Demek ki “faiz sebep, enflasyon sonuç!” teorisinin bulunduğu kitaptaki yeni ekonomik teoriye göre Türkiye dünyanın en büyük on ekonomisinden biri haline getirmek için halkı fakirleştirmek gerekiyor!

Neyse bizim kafamız basmaz! Girmeyelim bu konulara…

Sonuçta biz ekonomist değiliz!
Diplomamız yok!

 —

Çanakkale ‘öprü’sü..

Hayır! Başlıkta bir hata yok!

Bizde, kümülatif öpme olayına ‘öprü’ derler..

Apre gibi yani..
Kumaşın, daha sonra göreceği işlemlere hazır hale getirilmesine ‘apre’ denir ya, 

‘Öprü’ de, ‘benî âdemin’ araba kaportası gibi muamele edilerek, göreceği mebzul miktarda yakın temaslı örseleme, zımparalama, tokmaklama gibi işlemlere hazır hale getirilmesi olayıdır.
Ha, bir de “Öpajj” vardır. Öztürk Serengil’le has bir öpme olayıdır. 

O da başka..

Fatih Altaylı, geçenlerde, Çanakkale Köprüsünden geçerken, “Bir tek bana özel olan bu köprüyü yapana, yaptırana teşekkür ediyorum!” diyerek şükran duygularını kaleme almış. “Köprüde, ne benim gittiğim yönde, ne de karşı yönde de, benim dışımda tek bir araç yoktu! Bu koca köprüyü ben karşıya kolayca geçeyim diye yapmışlar! Bana has, bana özel!” biçiminde bir yorumda bulunarak dalgasını geçmiş!..

Hayır, şaka bir yana Köprü, bize yaramadığı gibi, Çanakkaleli’nin de işini bozdu. Çanakkaleli’ye de yaramadı.
Geçen yıl 55 TL olan Feribot ile otomobil geçiş ücreti, bu yıl önce 90 TL’ye Köprü’den sonra da, buraya kaçanların önünü kesmek için olsa gerek, 135 TL’ye çıkarıldı. 

Belli ki daha da artırılacak!

Tabi ki benzer oranda, karşıdan karşıya araçsız yolcu geçişi de zamlandı.
Aynı İstanbul’da olduğu gibi ‘o yaka’da oturup ‘bu yaka’da işine, okuluna gidenler var.
Yani köprü, Çanakkale’de karşıdan karşıya rutin olarak geçen vatandaşın da canını yaktı. Geçiş maliyetini artırdı. Üstelik onlar, 45 bin geçişin eksik kalan kısmını hem dolaylı vergilerle ödeyecekler, hem de kendi geçişleri zamlanacak. Çifte kaymaklı ekmek kadayıfı!

Mesela Lapseki’den hıyar yükleyip karşıya geçen kamyonlar da daha fazla geçiş ücreti ödeyeceğinden ve bu farkı da hıyara yükleyeceğinden o hıyarı yiyenler de köprünün yarattığı ‘öpre’ olayından nasibini alacak!

Bedava geçiş zamanında, meraktan geçenlerin sayısı bile 20 bini bulmazken, köprüye, günlük 45 bin kişi garanti verenler; “eksik kalanı biz devlet olarak ödeyeceğiz!” diye ‘marifet’ ifade edenler, onu yapan müteahhit dışında kimseye yaramayan bu köprünün adını da “Çanakkale ‘öprü’sü”  diye değiştirsinler.. Öneriyorum!

Geçmem! Geçene de mani olmam!

Haftanın Karikatürleri

LOMBOZ 8Nisan 2022

Erdoğan Bay Kemal’e açtığı davalardan kaç para kazandı?

Biliyorsunuz Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na çeşitli vesilelerle milyonluk tazminat davaları açıyor. Kılıçdaroğlu da karşılığında bir kuruşluk, bir liralık türünden davalarla Erdoğan’a yanıt veriyor.

Devamını Oku

LOMBOZ 3 Nisan 2022 PAZAR


Vurun doktora!

Bir doktor adayı, İmirzalıoğlu’nun “milyoner” yarışmasında, Türkiye’nin başkentinin  ‘Ankara’ olduğunu bilmediği savıyla hafta boyunca linç edildi.

Oysa soru; kim ne derse desin, bir tuzak soruydu. “1924 Anayasasında ve 1961 Anayasasında, Türkiye’nin başkentinin hangisi olduğu yazar?

Herkesin adı gibi bildiği bir bilginin bir yarışmada, anayasa gibi teknik metinler işin içine karıştırılıp İstanbul, Ankara , Erzurum, Sivas gibi “huylandırıcı” illeri cevap şıkkı olarak sıralayınca tarihçi olmayan bir yarışmacının, “Acaba Cumhuriyet tarihi ile ilgili, üstü kapalı bir bilgi mi kaçırdım?..”
“..Tabi ki başkent Ankara, ama acaba, darbelerde bir ekleme çıkartma girişimi mi oldu da ben bilmiyorum!” şeklinde bir duyguya kapılması son derece olası.
Üstelik de artık, “Atatürk ilkeleri ve İnkilap Tarihi” derslerinin üniversitelerde, “dersine girilmeden” bir sınav dersi haline getirildiğini de hatırlatalım!

Mesela:

“Ankara’nın başkent olması konusunda 9 Ekim 1923’te, TBMM’ye sunulan önerge kime aitti?” diye sorsam hangi şıkkı seçersiniz?
a) Atatürk, b) Kazım Zeyrek, d) Dr. Rıza Nur, e) Mustafa İsmet, f) Hiçbiri.
Siz bunu düşüne durun, ben konuya devam edeyim!

Bu yarışmadaki seyirci, yarışma için sıra bekleyenler ya da onların yakınlarından oluşuyor. Adeta oyunun içindeki bu özel seyircinin, zaman zaman böyle umulmadık sorularda takılan yarışmacılara ‘ders verme’ eğilimi gösterdiğini, bu yarışmayı sürekli izleyenler bilirler..
Bu nedenle, para ödüllü bir yarışmada beklenmedik yanıt yüzünden seyirciyi cehaletle suçlamak da ayrı bir cehalet tabi ki!..

Ben, seyirciyi cehaletle suçlamak yerine, bilerek ya da bilmeyerek bu hassas tuzağı kuran ‘çift dingilli ağır vasıtalara’ bir çift tumturaklı kelam etmeyi daha yerinde bulurum!
Ucunda, “bir milyon kazanmak” gibi baş döndürücü bir ‘havucun’ bulunduğu böyle bir yarışmanın kimyasını en iyi bilenler olarak; yarışmadan kazanacağı ödülle geleceğini kurtarma hayali peşinde o masaya gelip, bazen kendi adı yerine kardeşinin adını söyleyecek kadar beyni dağılan insana, soracak başka soru mu bulamadınız birader?!

Buyrun!
Son zamanlarda zaten namlunun ucuna konulmuş doktorları, bir genç aday üzerinden elma pestili yapar gibi çuvala doldurup biraz daha eziklettiniz!
Bravo size!

Gelelim yukarıda benim sorduğum sorunun cevabına!
Doğru yanıt maalesef, çoğunuzun tahmin ettiği şık değil!
Gidin araştırıp kendiniz bulun!
Önünüzde yarışmacı gibi otuz saniye değil alın size otuz saat var!

“E, madem öyle, doktor adayı da yarışmaya katılmasaymış” diyenlere yanıt olsun diye yine bir doktor arkadaşımın gönderdiği bir fıkrayı size aktarayım.

Sayfiyedeki evine giden doktor evde bir su borusunun sızdırdığını fark edince tesisatçı çağırır. 
Tesisatçı gerekenleri yapar. Sızıntıyı giderir.
Doktor, işi biten tesisatçıya “borcum ne?” diye sorar.
Tesisatçı bin TL. diye cevap verince doktor, bedeli yüksek bulur! 

“Ben doktorken bu kadar kazanamıyorum!” diye itiraz eder..

Tesisatçı cevap verir. 
“Haklısınız!” der. “Doktorken ben de kazanamıyordum!”

 

Soylu’dan Akşener’e

“Seni en iyi biz biliriz. 

Seni en iyi bildiğimizi de en iyi sen bilirsin. 

Seni en iyi bizim bildiğimizi en iyi senin bildiğini de en iyi biz biliriz!
Seni en iyi bizim bildiğimizi en iyi senin bildiğini en iyi bizim bildiğimizi de en iyi sen bilirsin!
Seni en iyi…

-Sayın Soylu, Sayın Soylu!..

-Seni en iyi.. ııhh!.. ne..

-Sayın soylu geldik.. Uçak indi!
-Iıh hea! geldik mi?..  Hay allah sanki biraz içim geçmiş!..

 

Islak imzalı tutanak: ÖNEMLİ HATIRLATMA!
Pencere Gazetesinin ve bu köşenin, partilerin ileri gelenleri tarafından düzenli bir şekilde okunduğunu, yapılan dönüşlerden biliyorum..

Bu yüzden, -biraz format dışı da olsa- bu makalede onlara bir hatırlatma yapmak istedim.

Seçim yasasındaki son değişiklikler gösteriyor ki ‘bu oyun’ pek centilmence oynanmayacak!

Sözü uzatmadan, 2018 seçimlerinde, ıslak imzalı tutanak sürecini çok yakından takip etmiş biri olarak, bütün partilere 4 uyarım var!


1- Malum; seçimin ‘esas oğlan’ı ıslak imzalı tutanak!. Bu belgelerin, parti sorumlusuna verilen nüshasının parti merkezine en hızlı yoldan ulaştırılması gerekiyor. Bu işle ilgili sandık bölgesi sorumlusunun yanına ‘araçlı’ en az bir kişi verilmesi elzem! 

Şöyle bir örneği canlı canlı izledim. 25 tutanağın 24’ü hazır olmasına rağmen, itiraz edilmiş ve sayımı birkaç kez yenilenen tek bir sandık yüzünden, bütün tutanakların parti merkezine iletilmesi 3-4 saat gecikti. Çünkü tutanakları iletecek tek bir görevli vardı ve o son tutanağı da almadan gidemezdi.
Aşağı yukarı her seçim bölgesinde itiraz edilen sandık çıkıyor.
Çünkü bu bir “geciktirme yöntemi” olarak kullanılıyor!. (Sonuç olarak onaylanan tutanaklar hemen gönderilir. İtiraz edilen sandık tutanağının ise, onaylanır onaylanmaz fotoğrafı gönderilebilir..)

2- Yasaya göre, sayım sırasında, sayım salonlarına o salonun sayım görevlilerinin dışında hiç kimse giremez! Değil gazete, ajans muhabiri, polis veya vali bile gelse giremez!
Oysa gözledim ki mesela, AKP ilçe görevlileri, AA görevlileri ile birlikte erken sonuç iletmek için kalabalık bir güruh halinde sayım salonlarına girip çıkıyor. O andaki sonuçları not alarak “bir merkeze” telefonla iletiyor ve anladığım kadarı ile bu verilerle hızlı strateji belirlenmeye çalışılıyor.

3- Görevli güvenlik memurları, kendilerine verilen bir belge ile oy kullanabiliyor. Oy kullandıktan sonra bu belgeyi sandık görevlilerine teslim ediyor!
Ben gözlerimle görmedim ama bazı memurların ceplerinde bu belgeden bol miktarda bulunduğu bildirildi. Bazı emekli polis memurlarının da, bu işlemi yaptıklarını itiraf ettiklerini duydum.
Şüphe uyandıran bu tür kişilerin mutlaka bir şekilde “takip edilmesi” ifşa edilmesi ve engellenmesi gerekiyor.
Parmak boyasına ilkel diye karşı çıkan yasa yapıcılar, bu istismara çok açık ‘en ilkel usule’ bir elektronik önlem getirmeyi niyeyse hiç düşünmediler!..

4- Seçim çevresinde, bazı “simsarlar”, ‘seçmen bilinci ve seçmen namusu zayıf’, ihtiyaç sahibi bazı seçmenlerin cebine, bir partiye mühür basılmış hazır oy pusulalarını koyuyor.  Kabinde, zarfa bu mühürlü pusulayı koymasını, orada verilen boş pusulayı gizlice cebine koyup getirmesini tembih ediyor. Boş pusula geldiğinde kişiye bunun karşılığı olarak örneğin iki yüz liracık veriyor. 

Yine basit tedbirlerle, örneğin mühürlere bölgesel işaret koyarak ancak önlenebilecek bir durum. Pusulalara işaret koyarak bile bu istismarı engelleyemezsiniz!

En azından bu dört konuda çok sıkı önlem alınırsa, sandığa giren sonuçlar ile çıkan sonuçların birbirine eş olması sağlanabilir.
Stalin’in demokratik olmayan ülkeler için söylediği ünlü sözü unutulmasın..
“Seçimin sonucunu oy veren değil, sayan belirler!” 

 

Herşey para değil!

AKP Manisa Milletvekili Uğur Aydemir, Çanakkale Köprüsü ile ilgili: “Evet 200 liracık!.. Bazı şeylerin değeri parayla ölçülmez!” demiş.

Gerçekten de bazı şeylerin değeri parayla ölçülmez.
Mesela gram altınla ölçülür, ons gümüşle ölçülür!..
Ya da petrolün galon fiyatı ile ölçülür..
En azından Türk parasıyla ölçülmez..
Ama misal, Euro’yla ölçülür. 

O yüzden de sözleşmesinde, köprünün tek yön geçiş fiyatı 15 Euro + KDV’ye fikslenmiş!
Değil mi Uğur vekilim?!

 

Fatoş Güney
Bir kadın!
Eşi cezaevinden cezaevine sürülmüş.. 

Nerede hücreye atılmış ise ona yakın olabilmek için orada ev kiralamış. Adeta aynı hücre cezasını eşiyle birlikte, dışarıda yaşamış.. 

Eşi vatandaşlıktan çıkarılmış, onunla birlikte aynı sürgüne gitmekte hiç tereddüt etmemiş..
Sessiz ve şikayetsiz bir sevgili!

Tüm yakınları arasında en uzun süre, ama yine de hepi topu 16 yıllık birliktelik. Fatoş Güney’in cümleleriyle, ölüm yıldönümünde kısacık bir Yılmaz Güney anlatımı, ama bence daha çok, büyük bir aşk öyküsünün izdüşümü!


Yılmaz Güney’i, eşi Fatoş Güney’den hiç dinlememiş olanlar için taze ve güzel bir fırsat.
“Gözleri hep hüzünlü bakardı!” diyor.. 

O hüzün, kendi gözlerine ne kadar da miras kalmış! 

Youtube kanalı “Pi arte tv”de, özel bir anma programı çerçevesinde bir ‘Fatoş Güney söyleşisi’ yapmış Mahir Mircan!..
Ben izlerken, hala küllenmemiş bir sevda gördüm..
Fatoş Güney bir yıl önce, “Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun” isimli bir de kitap yazmış. En kısa zamanda sipariş edip okuyacağım.

Bir de Yılmaz Güney’in; Sıkıyönetim’in gadrinden kurtarılmış bütün filmleri “Güney Filmcilik” isimli Youtube kanalından izlenebiliyormuş.
Sevenleri, hatırlamak isteyenleri ve Yılmaz Güney’i tanımamış genç meraklılar için güzel bir arşiv..

LOMBOZ – 1 Nisan 2022 CUMA


Savaş fırsat olur mu?

İnsanın tüylerini diken diken eden bir yaklaşım.
“Rusya-Ukrayna savaşı bizim için fırsat mı?” 

Bu türden cümleler, vicdanı olan insanın vicdanını kanatmakla kalmıyor, cümleyi kurana, yazana, çizene karşı alerji ve tiksinti yaratıyor..

Hangi taraftan olursa olsun!
İster vatan savunması, ister toprak işgali, ister emir altında, ister gönüllü: 

Gençler geleceğini, çocuklar babalarını kaybediyor.

Ruslar yakıp yıkıyor, Ukrayna’daki naziler ise kıstırdıkları Rus askerlerinin cep telefonlarından onların yakınlarını arayıp, insan hafsalasının almayacağı vahşilikleri sergiliyorlar!.
Annesini arayıp oğlunu nasıl öldürdüklerini ya da sevgilisini arayıp nasıl hadım ettiklerini canlı canlı izletiyorlar!..


Maymun belgesellerinde bile izlenmesi dehşetli bir irritasyon yaratan, iki maymun kolonisinin birbirine saldırıp, kıstırdıkları türdaşlarının etlerinden et koparma vahşetinin, insan tarafından bin beteriyle, en acımasız yöntemlerle gerçekleştirilmesi, kendi kendisine “canlıların en gelişmiş türü” payesini veren insan türünün paradoksunu ortaya koyuyor. Devamını Oku