LOMBOZ 22 Nisan 2022

“Devletin yalakası!”

Soytarılık bir meslektir.

Soytarı, kral sarayının, krala en yakın, en has çalışanıdır.
İşi, kralın canı sıkıldığında onu eğlendirmektir.

Bunu maaş karşılığı bir görev olarak yapar!

Kralın ruh halini gözlemleyip onun moralini daima diri tutmak, ayakta kalmasına psikolojik katkı sağlamak gibi meşakkatli bir görevi vardır!..

Kelle kılıcın ucunda, zorlu bir profesyonelliktir soytarılık…

Yalakalık ise bir ruh halinin tezahürüdür! 

Bir zihin mertebesinin yarattığı zorunluluk durumudur.

Yalakaların çoğu, yalaka olduklarının farkında değillerdir…

Bir yoğun çamur selinin akışına kapılmış giderken, gördükleri en büyük kütüğe can havliyle sarılarak hayatta kalmaya çalışırlar.

Gerekirse o kütüğün, “budağının dalı” olurlar!..

Çünkü kollarını çözerlerse boğulacaklarını düşünürler.

Oysa bütün memeliler gibi, yüzmeyi doğuştan bildiklerini, bilmezler!

Biz bunlara “celaleten yalaka” deriz!

Ve bunları mevzudan tenzih ederiz!

Bir de “asaleten yalakalar” vardır!
bunlar bilinçli yalakalardır!

Ve bunu itiraf edecek kadar gözükara, hatta “ben yalakayım” diye haykıracak kadar pervasız elemanlardır!

Çünkü yalakalığın bir karşılığı, bir ikramiyesi bulunur.

“Buradayım!” demek o ikramiyeyi almayı daha garanti hale getirir.

Getirisi bir yana, özellikle “güce yalakalık”, güvenlidir, konforludur!

En azından “o güç” yerini koruduğu sürece sıkıntı yoktur.

Soytarılık, yalakalıktan çok daha asil bir iştir!

Çünkü kral öldüğünde, soytarının kralla birlikte gömülmesi adettendir!
Soytarı, kralı öteki tarafta da yalnız bırakmamalıdır!

Kral ölünce; tacıyla, gerdanlığıyla, altından asasıyla, altın varaklı kaftanıyla ve canlı canlı soytarısıyla mezara konulur!..

Ve soytarı bu trajik sonu bilir!

Oysa, yalakanın yalakalık yaptığı güç, güçten kesilip, tutunduğu kütük fazla su çekmek suretiyle batınca, yalakaya pek bir şey olmaz!

Çamur deryasında, can havliyle yeni bir kütük bulur ve bu sefer de ona sarılır..

Sarayın, “sanatçı” kontenjanından iftar davetine icabet ettikten sonra kendisine yalaka diyenlere: “Yalakalık ise, ben devletin yalakasıyım! Siz kimsiniz?”

diyen ismi lazım değil şahsa söyleyecek birşey yok!

Bu bir “sanatsal” tercih ve üslup ve kariyer hedefi meselesidir. 

Hayırlı olsun!

Sadece, “Siz kimsiniz?” sorusunun kendi payımıza yanıtını vermekle yetinelim:
Mesela biz naçizane karikatürcüler olarak, vazife icabı güce karşı konumlanırız..

Sizinkinin tam aksine, güç kim ise onun karşısında dururuz..
Toplumsal sözleşmemiz bunu icap ettirir.
Ekmeğimizi helal yapan sadece budur!

Dün asker, önceki gün padişah, bugün AKP, yarın CHP, geçen sene sağ, gelecek sene sol!..
Güç kim ise, sopa kimin elindeyse biz ona muhalif oluruz.
Bugün muhaliflerle yan yana duruşumuzun sebebi budur.
Yarın onlar güç olunca, onların muhalifleri ile yan yanaymış gibi görülebiliriz.
Bu bir illüzyondur!

Devlet, hükümet, valilik, kaymakamlık gibi ayırımlarımız yoktur!
Bizim işe giren, sözleşmedeki bu şartları kabul ederek girer..

Başına bir şeyler gelmez mi? Gelir!
Ama ne ağlar, ne de nedamet ister!

 

 

 

Levent Gültekin olayı

Muhalif medyada geçtiğimiz haftanın flaş konusu, olayın kahramanı Levent Gültekin’in “fındık beyinliler” çıkışı ile başlamıştı. 

Peki konu neydi? Ne olmuş, nereye bağlanmıştı?
Buyrun özeti!..

Hikaye, Altılı masa müdavimlerinden DP Başkanı Gültekin Uysal’ın, “Cumhurbaşkanı adayının özelliklerini tarif ettiği bir tweetinin ilk maddesinde: “20 yıllık AKP döneminde sorumluluğa ortak olmamış olmak!” şeklinde bir şart belirtmesiyle patladı.
Gerçi, sonradan Davutoğlu ile görüşmesinde, “kastını aştığını” belirtse de ok yaydan çıkmıştı.

 

Levent Gültekin Halk Tv.’deki yorumunda “Fındık kadar beyni olan; Ak Partili kararsızları rahatsız edecek, onların muhalefet saflarına katılmaları yerine geri dönmelerine neden olacak bu türden sözleri sarfetmez!..” diye bir laf etti.

Gültekin’in bu çıkışını, yeni kitabındaki yaklaşımından da yola çıkarak, Abdullah Gül’ün adaylığının önünü açmaya çalışıyor şeklinde yorumlayanlar karşı taarruza geçti…
Özellikle, TELE1 Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, “Yeni bir Ekmeleddin vakasına izin verilmemeli. Buna bütün gücümüzle karşı çıkarız!” diye yanıt verip, Enver Aysever’in de TELE1’deki programında, “herkes dönüp karnesine bakacak!.. Biz muhalifiz diye öyle asker gibi yan yana dizilmeyiz!” diye bir şerh koymasıyla konuyu anlamsız bir şekilde “Hakt Tv, TELE1 rekabeti” alanına çekmeye çalışanlar oldu.

 

Öte yandan Levent Gültekin’in, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, “Bekir Ağırdır’ın anketinde, Abdullah Gül’ün oy oranının %60 çıktığını belirtmesi ve Muharrem İnce’nin yerine Abdullah Gül aday yapılsaydı bu günkü tablo farklı olacaktı şeklindeki yorumu, Gül’ün yeniden adaylığa hazırlanması şeklinde algılanıyordu..

Konda Yöneticisi Bekir Ağırdır bu yoruma sert yanıt verdi..
“Yok öyle bir anket! Ne biz ne de başka anket kurumu öyle bir sonuç bulmadık!” diyerek kesin bir yanlış bilgi itirazında bulundu..


Bu açıklama ardından Levent Gültekin, “Böyle bir anket açıklanmasa da konuşuldu! Hatta bu bilgi AKP’de de vardı. Bu yüzden Gül’ün bahçesine helikopterle inildi ve aday olmaması konusunda baskı yapıldı! Bekir Ağırdır bana ayıp etti!” diye serzenişte bulunsa da böyle bir anketi kimse doğrulamadı…

Hatırlarsınız, Levent Gültekin, aynı Cumhurbaşkanlığı seçimleri ertesinde; Muharrem İnce için, “Seçim gecesi alkollü olduğu için televizyonlara konuşma yapamadı…
Muharrem Bey, o gece seçimin hemen bitiminden itibaren alkol almaya başlıyor. Saat 11’e kadar tahmin ediyorum ki biraz fazla alıyor. O saatten itibaren televizyonların karşısına çıkamayacak duruma geliyor ve eve kapatıyorlar. Eminim. Bu kesin. Ben emin olmadığım bilgiyi paylaşmam. Şimdiye kadar hiç paylaşmadım.” demişti!

Sonra ne oldu?

Muharrem İnce’nin sert çıkışı sonucu öyle bir şey olmadığı anlaşıldı, Gültekin şöyle bir açıklama yapmak zorunda kaldı: “Soranlara son söz: Muharrem Bey ile konuştuk. Durumu anlattım. O da anlattı. Böyle bir yanlışın içinde olmaktan utanç duyduğumu söyleyip özür diledim. helalleştik ve konuyu kapattık.”

Şimdi açıkçası ben, boşa düşen ya da düşürülen bu büyük iddiaların, Levent Gültekin’in makus talihi mi yoksa “tarzı” mı olduğu konusunda kesin bir sonuca varamadım…


Gültekin ile ilgili temiz hislerimi halen muhafaza ediyorum.

Çünkü “Bulunduğu mahalleden kapıyı çarpıp çıkmasaydı, orada kalmaya razı olsaydı, bugün Fahrettin Altun’un amiri konumunda yer alacağından ve kazanmaya devam ediyor olacağından hiç kuşku yoktu!..
Kapıyı çarptıktan sonra pişman olsaydı, geri dönmesine de bir mani yoktu.

Evet, Muhalif medya kesiminde, geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan ve hala bitmeyen konusu Levent Gültekin konusuydu.
Bu arada, bir Tesadüf bu meselenin tam da Levent Gültekin’in yeni kitabının çıkış  sürecine rastlamasının da altını çizelim!

 

 

Veren el – alan el

Türkiye’de her dört aileden biri devlet yardımı alıyor!

Resmi rakamlara göre 24 bin hanenin 6 bin hanesi devletten aldığı yardım ile yaşıyor! Daha vahimi, Bakan ‘veren el’ tarafından bakarak, “Ne kadar çok insana yardım ediyoruz” mantığı ile bunu bir başarı gibi açıklıyor.

Demek ki “faiz sebep, enflasyon sonuç!” teorisinin bulunduğu kitaptaki yeni ekonomik teoriye göre Türkiye dünyanın en büyük on ekonomisinden biri haline getirmek için halkı fakirleştirmek gerekiyor!

Neyse bizim kafamız basmaz! Girmeyelim bu konulara…

Sonuçta biz ekonomist değiliz!
Diplomamız yok!

 —

Çanakkale ‘öprü’sü..

Hayır! Başlıkta bir hata yok!

Bizde, kümülatif öpme olayına ‘öprü’ derler..

Apre gibi yani..
Kumaşın, daha sonra göreceği işlemlere hazır hale getirilmesine ‘apre’ denir ya, 

‘Öprü’ de, ‘benî âdemin’ araba kaportası gibi muamele edilerek, göreceği mebzul miktarda yakın temaslı örseleme, zımparalama, tokmaklama gibi işlemlere hazır hale getirilmesi olayıdır.
Ha, bir de “Öpajj” vardır. Öztürk Serengil’le has bir öpme olayıdır. 

O da başka..

Fatih Altaylı, geçenlerde, Çanakkale Köprüsünden geçerken, “Bir tek bana özel olan bu köprüyü yapana, yaptırana teşekkür ediyorum!” diyerek şükran duygularını kaleme almış. “Köprüde, ne benim gittiğim yönde, ne de karşı yönde de, benim dışımda tek bir araç yoktu! Bu koca köprüyü ben karşıya kolayca geçeyim diye yapmışlar! Bana has, bana özel!” biçiminde bir yorumda bulunarak dalgasını geçmiş!..

Hayır, şaka bir yana Köprü, bize yaramadığı gibi, Çanakkaleli’nin de işini bozdu. Çanakkaleli’ye de yaramadı.
Geçen yıl 55 TL olan Feribot ile otomobil geçiş ücreti, bu yıl önce 90 TL’ye Köprü’den sonra da, buraya kaçanların önünü kesmek için olsa gerek, 135 TL’ye çıkarıldı. 

Belli ki daha da artırılacak!

Tabi ki benzer oranda, karşıdan karşıya araçsız yolcu geçişi de zamlandı.
Aynı İstanbul’da olduğu gibi ‘o yaka’da oturup ‘bu yaka’da işine, okuluna gidenler var.
Yani köprü, Çanakkale’de karşıdan karşıya rutin olarak geçen vatandaşın da canını yaktı. Geçiş maliyetini artırdı. Üstelik onlar, 45 bin geçişin eksik kalan kısmını hem dolaylı vergilerle ödeyecekler, hem de kendi geçişleri zamlanacak. Çifte kaymaklı ekmek kadayıfı!

Mesela Lapseki’den hıyar yükleyip karşıya geçen kamyonlar da daha fazla geçiş ücreti ödeyeceğinden ve bu farkı da hıyara yükleyeceğinden o hıyarı yiyenler de köprünün yarattığı ‘öpre’ olayından nasibini alacak!

Bedava geçiş zamanında, meraktan geçenlerin sayısı bile 20 bini bulmazken, köprüye, günlük 45 bin kişi garanti verenler; “eksik kalanı biz devlet olarak ödeyeceğiz!” diye ‘marifet’ ifade edenler, onu yapan müteahhit dışında kimseye yaramayan bu köprünün adını da “Çanakkale ‘öprü’sü”  diye değiştirsinler.. Öneriyorum!

Geçmem! Geçene de mani olmam!

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir