LOMBOZ 26 EYLÜL 2021 PAZAR

Biden neden Erdoğan ile görüşmedi?

Tahmin ediyorum bu sorunun gerçek cevabını bilen pek azdır.

Bir ben, bir Biden, bir Beyaz Saray’ın Türkçe tercümanı ve bir de belki Biden’in psikolojik danışmanı.

Hatırlayın; Biden, Obama’nın altı sekreterinden biriydi. 

Biraz yaşı geçkindi, belki uçak merdivenleri gibi dik satıhlarda zaman zaman takılıyordu ama Ortadoğu meselelerini ondan daha iyi anlayan yoktu.

O dönemde üç dört kere Türkiye’ye geldi. 

Taa 74’ Kıbrıs harekatından beri Türkiye ile pek muhabbeti olduğu söylenemezdi ama Obama’nın yardımcılığı döneminde biraz ileri gitmeye başladı..
“Türkiye ile işlerimizi eldiven giyerek yapıyoruz!” kabilinden, boyundan büyük cümleler kurunca bizimkiler buna işaret koydu!

Biliyorsunuz, Joe Biden’in adı ‘Joe Biden’ olarak yazılır ama “Co Baydın” olarak okunur.

Bir seferinde yine böyle bir lüzumsuz kelam sarf etmesi üzerine bizim Reis tepki gösterdi ve, “Co Baydın!, artık sen de baydın!” dedi.

Tabi bu cümle çok geçmeden Joe Biden’ın kulağına gitti. Fakat haliyle bişey anlamadı!

Türkçe çevirmenini Beyaz Saray’daki odasına çağırdı.

“Adam benim adımı iki kez söyleyerek mutmain oluyor! Bunun anlamı ne?” diye sordu.

Çevirmen, işinin erbabı ama neticede o da bir Amerikalı.. 

“Baydın” kelimesinin İngilizcedeki tam karşılığını bulamadı.
Bilmiyorum da diyecek değil ya!..

Serde işinden olup bu yaştan sonra Berlitz dershanelerinde Türkçe hocası olmak var!

 

“Baydın, Türkçede kötü bir kelime efendim! Burada, sizin huzurunuzda, yüzünüze karşı tam ve açık olarak deklare etmekten hicap ederim!” deyip işin içinden sıyrıldı.

Biden, “Nasıl yani, ‘fuckin’ filan gibi mi? diyecek oldu.. Tercüman kahve servisi esnasında kapıdan usulca süzülüp naşladı!

Biden’in kafasında o tarihten itibaren, kendi isminin Türkçede kötü bir karşılığı olduğu ‘fikri sabiti’ yerleşti. 

Hatta bu duygu zamanla, psikoloji biliminde ‘travma’ olarak isimlendirilen bir bilişsel bozukluğa dönüştü.
Doğal olarak her travmada yaşanan “yüzleşmekten kaçınma” şeklindeki semptomlar, Biden’da en şiddetli şekliyle tezahür etti.

Herhangi bir Türk ile zorunlu karşılaşma durumlarında kendini, sadece ön adını söyleyerek: “Joe.. I am only Joe!” şeklinde takdim etmeye başladı. 

Lakin Biden için en iyi, onu en rahat hissettiren çözüm Türklerle karşılaşmamak idi.

Bu nedenle de Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan ile yüz yüze gelmekten ve onun ağzından “Baydın!” kelimesini duymaktan kaçınıyor.
Ben bunu daha önce de yazdım. Beyaz Saray’dan bir yalanlama gelmedi.
Durum tam olarak budur! 

Kripto

Hani Bülent Arınç bir zamanlar; işler yolunda, keyifler tıkırında iken “Rabbim verdikçe veriyor!” demişti ya, aynı Bülent Arınç’a şimdi sorsanız eminim yorumu “Rabbim aldıkça alıyor!” şeklinde olacaktır.

Faik Öztrak’ın, AKP’yi topluca tanımlarken kullandığı meşhur “Freni patlamış kamyon!” aforizması şimdi AKP nin tek tek kahramanları için de cari hale geldi.

Kah Peker’in açıklamaları ile kah oluşan çeşitli çap ve ebatta yolsuzluklar ve skandallar ile, her hafta bir ya da birkaç AKP yiğidi patlıyor! 

Haliyle bu patlamaların harareti de oyların gitgide daha hızlı erimesine neden oluyor.

Yirmi yıldır şikayet konusu edilmeyen en fazla da AKP tarafından kullanılan ‘anket’ işinin, şimdi denetlenmeye muhtaç, marazlı bir iş olarak gösterilmeye çalışılmasının altında yatan olgu bu esef verici erimeden başka birşey değil.

Bu hafta patlayan yiğitlerden biri de Saray’ın ekonomi danışmanlarından Yiğit Bulut oldu. Gerçi Sayın Bulut daha önce de birkaç kez orta şiddette patlamıştı ama ne gam!

Sözcü gazetesi elini arşive daldırdı, çıkardı ve Yiğit Bulut’un eski makalelerinden birini buldu. Bulut o makalede diyor ki:

“Türkiye Başkanlık Sistemine geçerse, ekonomik analizleri son 10 yılda gerçekleşen biri olarak diyorum ki; neyiniz varsa tam olarak en az 3’e katlanacak…”

Üstelik Bulut bu görüşü kazara söylemiş değil. Başka bir makalesinde bir kez daha tekrarlıyor..

Peki haksız mı çıkıyor?

Hayır!..

Neyimiz var?

Fakirliğimiz!

Fakirliğimiz tam olarak üçe katlanıyor. 

Yiğit Bulut bu makaleyi yazdığında: 

“950 Lira olan açlık sınırı bugün 2926 Lira”

“3123 Lira olan yoksulluk sınırı bugün 9553 Lira” oldu.

Yani tam isabet!

Belki kimse farkında değil ama bence Bulut, sanki Saray’daki en muzip kripto muhaliflerden biri.

Nereden mi çıkardım?

İnsan bu kadar da muhalefete çalışır mı?

Samsun açıkları geceleri ışıl ışıl gemilerle süslü. 

Samsun açıklarında, 1919’da Bandırma Vapuru’nun demirlediği sularda, onlarca gemi demirlemiş, limana yanaşıp yüklerini boşaltmak için sıra bekliyor.

Yüklerinin ne olduğunu, yıllarca Dünya Gazetesi’nde ekonomi muhabirliği ve yazarlığı yapmış, şimdilerde yerel ‘Halk Gazetesi’ yazarı Ragıp Göker köşesinde yazıyor.

“Yükleri buğday!”

Onlarca gemi, yirmi yıl öncesinin buğday ambarı Türkiye’nin bir limanına, yurtdışından ithal edilen yüzbinlerce ton buğdayı boşaltmak için sıra bekliyor.
Buğdaylar buradan tırlarla Anadolu’ya dağılacak!

Samsun açıkları geceleri ışıl ışıl gemilerle süslü. 

Garip bir mutluluk, garip bir hüzün peyzajı… 

Daha 2000 yılında; nüfusumuz 66 milyon iken, 21,5 milyon ton buğday üretip bunun 1,7 milyon tonunu ihraç eden biz;

Bugün Suriyelilerle birlikte 90 milyonu bulan nüfusumuz ile, 20 milyon ton buğday üretir, üstüne 10,5 milyon ton da ithal eder duruma gelmişiz.

Samsun açıkları geceleri ışıl ışıl gemilerle süslü. 

Hem buruk bir mutluluk hem de derin bir hüzün veren manzara.. 

Buruk mutluluk: Çünkü artık buğdayımız kendi tüketimimize yetmiyor. Açığımızı ithalat ile kapatıyoruz. Yoksa aç kalacağız! İthalatın fazlasını da makarna yapıp ihraç etmek gibi bir avuntumuz var!

Derin bir hüzün: Çünkü doğru tarım politikasıyla, çiftçiye genel bütçeden, yasa ile taahhüt edilmiş desteği vererek daha fazlasını biz üretebilir, bu gemileri; varlığımızı götüren işgal gemileri gibi değil, buğdayımızı dışarı taşıyan, bize varlık sağlayan müttefik gemileri olarak izleyebilirdik. 


Kendi beceriksizliğimiz yüzünden, açıkta ışıl ışıl sıra bekleyen gemilere bakıp hüzünleniyoruz!

Atatürk’ün şu cümlesi kulaklarımızda:

“Gerçek işgal kılıçla değil, sabanla yapılır!”

Bıldır yediğin hurmalar…

2012 uygulamaya alınan 5957 sayılı “Yeni Hal Yasası”ndaki en önemli değişiklik marketlere tanınan ayrıcalık idi. 

Marketlere, ‘hal’e girmeden, ürünü doğrudan üreticiden alma imtiyazı tanındı!
Hükümet bu imtiyazın sonucu olarak gıda fiyatlarının yüzde yirmi beş oranında düşeceğini iddia etti.

“Öyle olmaz!” dediler, dinlemedi.

Bugün aynı hükümet üyeleri, sanki bu yasayı çıkaranlar kendileri değilmiş gibi, marketleri; ürünlerini halden almamakla; kafalarına göre üreticiden ürün toplamakla ve keyfi fiyat oluşturmakla suçluyor!

İyi de bu imtiyazı, itirazlara rağmen on yıl önce siz vermediniz mi?

Arkadaş, burası okul mu yahu?

Siz her şeyi deneye yanıla öğrenmeye çalışıp her seferinde de sınıfta kalacaksınız!

Olan memleketin ürününe, üreticisine, tüketicisine olacak!

Kaybettiğimiz zamanla, en çok da geleceğine olacak!

LOMBOZ 24 EYLÜL 2021 CUMA

 

Bir Bolsonaro’ya bakın bir de bize..
Brezilya’nın Amerikancılığı ve İsrailciliği ile bilinen, aşırı sağcı, muhafazakar devlet başkanı yani bir manada Brezilya’nın AKP’sinin başkanı Bolsonaro, aşı karşıtı olduğu için haliyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na da aşısız geldi.

Bilindiği gibi Genel Kurulda ilk konuşmayı her daim Brezilya yapıyor. 

1947’de ilk oturuma Brezilyalı bir diplomatın başkanlık etmesi ile başlayan gelenek öylece sürüyor. (Bizim Reis’in buna da bir itiraz etmesini beklerdik ya, artık kısmetse bi dahaki sefere!) 

Bolsonaro’nun önce, salona alınıp alınmaması tartışılsa da alınması yönünde karar çıktı ve mutad olduğu üzere ilk konuşmayı yaparak konuşmasının sonunda, avanesiyle birlikte, koştur koştur pizzacıya geçti. 

Lakin pizzacı dişli çıktı!
Genel Kurul gibi gevşek davranmadı.
“Devlet başkanı da olsan restoranıma aşısız giremezsin!” diye tutturdu ve dediğini yaptı.

Bolsonaro’da boş değil.. O da inatçı!.. 
“Tropikallerin Trump’ı” diye adı çıkmış.
Tuttuğunu kopartan cinsten..
Adamı seçim konuşmasında bıçakladılar, sürüne sürüne seçimi galip bitirdi!

Amerika’ya kadar gelmiş; illa o ‘lanet olası’ pizzayı yiyecek!

Aşılı ve HES kodlu adamlarından birine bizzat parasını vererek pizzaları aldırdı. 

Restoranın karşısına geçip, güya restoran müdürüne gıcık vererek, esasında ezik bir şekilde parmaklarını yalaya yalaya karışık pizzaları gömdüler!

Şimdi allahaşkına!..

Bir şu rezalete bakın; bir de bizim ekibin New York’un bir nevi Bağdat Caddesi’nde, zırhlı çakarlı dabıl makam otomobili ve onlarca takipçi araç ile “dürüli, dürüli, daarrt!, daarrt!” şeklinde, gururdan insanın içini mıncıklayan sesler çıkararak, BM binasından tam dört metre daha yüksek “Türkevi” binasının açılışını yapmaya gidişine bakın!

… 

Bu itibarlı geçişi kıskanıp “sünnet konvoyu gibi dolaşıyorlar!” yakıştırmasını yapanlar şu Bolsonaro’nun pizza rezaletini neden görmezler?..

Sonuçta O da başkan, bizimki de başkan!

 

Elinize yüzünüze dursun

AKP’nin iktidara geldiği yıl “45 liracık”  olan ve iki adet çeyrek altın alınabilen, yine de üste para artan öğrenci bursu ile şimdi bir çeyrek altın bile alınamıyor olması işin diğer tarafı.

Bu çok yazıldı, çizildi anlatıldı.

Benim üzerinde durmak istediğim yer ‘bu hesap oyunu’ değil.

Yanlış hesap nasılsa Bağdat’tan dönecekti, döndü!..

Benim olayın daha önemli bulduğum tarafı:

 “Elinize, yüzünüze dursun!” tarafı.

Gerçi onun da doğrusu “Gözünüze, dizinize dursun”dur ya, böyle kabul edelim.

Bu bir ‘ilenme’ cümlesidir!

“Durmak” fiilinin etimolojisine bakıldığında “tutulmak” anlamını da içerdiğini görürüz.

Yani bu deyim: nankörlük eden birine ‘Allah nankörlüğünün cezasını seni kör ve kötürüm ederek versin’ anlamına gelen bir bedduadır.

Bedduayı kim yapmıştır?

Vatandaşın, kendinden toplanan parayı, yine kendisi için kullanma yetkisini geçici olarak verdiği ekibin, en düzey temsilcisi; yani Cumhurbaşkanı…

Kime yapmıştır?

Mekanın asıl sahibine; KYK bursunu az bulan çoğu genç, öğrenci vatandaşa!

Peki tutar mı?

Evet maalesef tutar!

Çünkü dua ve beddua salt uhrevi bir istek değildir. 

Dua ve bedduanın temeli dine ve felsefeye göre ‘uygulama’dır.
Dua ve beddua niyeti ve kararı gösterir. 

Uygulama yetkisi elinde olanın duası ve bedduası elbette tutar!

Çünkü onu uygulama gücüne sahiptir.

Hani çocukluğumuzdan beri, “Aman babanın bedduası tutar!” derler.
Neden?

Çünkü baba mirastan reddetme yetkisine haizdir! 

Nitekim; ‘45 liracık’ ile iki çeyrek altın alınıp para artarken, koskoca, yanaklarını doldura doldura söylediğiniz ‘650 lira’ ile bugün bir çeyrek bile alınamıyor!

Demek ki tutmuş tutacağı kadar! 



 

 

Abartmayalım

İki Türk askerinin yakılması emrini veren IŞİD kadısının Gaziantep’te kuşçuluk yaptığını

İsmail Saymaz haber yapınca, devlet harekete geçti. IŞİD yani Reis’in deyişiyle DAEŞ kadısı tutuklandı.

Çok da abartmayalım!.. 

TCDD’ye Genel Müdür yapılmamış ya!

 

Ah bu dış güçler

Dış güçlerin varil hesabı verdiği petrolden yaptığımız benzinin, rafineri çıkış fiyatı kaç lira? El cevap: 1.5 Lira!
Biz onu vatandaşa kaça satıyoruz? 

Neredeyse 8 Liraya!

Dış güçlerin gümrüğümüze 100 bin liraya bıraktığı otomobili, Gümrük vergisi ile, ÖTV ile, KDV ile, acenta karı ile biz vatandaşımıza kaça satıyoruz?  en az 500 bin liraya!.

Dış güçlerin bize 460 liraya sattığı kanser ilacını kutusuna dokunmadan biz vatandaşa kaça satıyoruz? 

21 bin liraya!  (Yanlış okumadınız. Sayıştay raporu ile sabit!) 

Sonra da ekonomimizi dış güçler batırmak istiyor diye feryat figan sağa sola efeleniyoruz!

Hadi biraz kafayı dağıtalım, unutalım diyecek oluyoruz, onu da yapamıyoruz!

Hayır, üzümü de anasonu da ismi de yerli olan ve litresi, taş çatlasın 10 liraya mal olan aslan sütünü de mi dış güçler 249 liraya sattırıyor arkadaş?

 

BM’de doğru söyler Ankara’da şaşar

Cumhurbaşkanımız, Birleşmiş Milletler kürsüsünde konuşurken, promptırından adeta dünyanın en yeşil en çevreci hitabetini okudu. 

Memlekete döner dönmez, iklim değişimi etkilerini azaltmak ve daha yeşil bir dünyayı yaratmak için gerekli yasaları çıkaracağını belirtti ve kampanyasını; kendisinin de, kendi yazdığını sandığı; üç dile çevrilmiş bir kitapla destekledi: “Daha iyi bir dünya mümkün” …
Konuşmasında Grönland’ın yükseklerine yağmur yağdığından bile bahsetti. 

Diğer devlet başkanlarını abandone etti. İşe yarayacağını bilse, on numara olsun diye önden Ali Erbaş’a da bir giriş yaptıracaktı neredeyse!

Öte yandan Üsküdar Belediyesi, aynı sıralarda. Türkiye saatiyle, saat sabahın körüyken Validebağ Korusu’na, kamyonla moloz döktü.
Korunun yeşil zeminine, kamyon işi tahta, toprak, taş parçalarını, artık maddeleri, kartonpiyer curufunu, adeta; sizin yeşilinizin ortasına işte böyle şaaparlar der gibi boşalttı. Sonra da “yanlışlıkla oldu!” dedi..

Reis, BM kürsüsünde dünyaya adeta Greenpeace eş-başkanıymışcasına talkım verirken, belediyesi aynı dakikalarda, “inadım inat” kabilinden Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından birinci derece koruma alanı ilan edilmiş, tescilli doğal SİT alanını ranta açma girişimini sürdürdü. 

Duruma ilişkin en güzel yorumu, KRT’nin Medya Terapi programında; bir Afyon türküsünden torniste edilmiş mısralarla, ekran ustası Zafer Arapkirli’den dinledik.  “Yalan mıydı Yaşar..
BM’de doğru söyler Ankara ‘da Şaşar!”

LOMBOZ 19 EYLÜL 2021 PAZAR

 

Seçimlerde Erdoğan aday olmayacak!

Temel Karamollaoğlu; Ruhat Mengi ile söyleşisinde, Mengi’nin: 

“Diyelim ki şartlar değişti, AKP sizi razı etti. Birdenbire Cumhur İttifakı’na girmeniz mümkün mü?” şeklindeki sorusunu esprili bir şekilde: 

“Mümkün!.. Beni cumhurbaşkanı adayları olarak ilan ederlerse!” diye yanıtlıyor.

Amman deyim Temel Hoca!

O kadar sıkışmış durumdalar ki, şakasını bile yapma!

Kazanacaklarını bilseler değil sana, bildiğin “Kılıjdaroğlu”na bile adaylık teklifi götürürler.

Ama bu saatten sonra çok net görülüyor ki kimi aday yaparlarsa yapsınlar kazanamayacaklar!..

Peki kaybedileceği belli bir seçimde de Erdoğan göz göre göre aday olur mu?

El cevap: Olmaz!

Ol-mazz!

Ve de şuraya yazıyorum, önümüzdeki seçimlerde Erdoğan aday olmayacak!

“Var mısın?” diyenle, hatta iddiaya giren ‘Tayyip Erdoğan’ olsa da girerim!

Peki ne mi yapacak?

Onu da günü gelince konuşuruz! 

 

Mustafa Mutlu neden mutsuz!

Mutlu’yu Halk Tv’de Ayşenur Arslan’ın ‘Medya Mahallesi’ programında izledim.

Mustafa, bildiğimiz Mustafa..

Yine “mış gibi” yapmadı. 

Mış gibi yapanlara da, hangi cenahtan olursa olsun verdi veriştirdi.

Sanki ülkede hukuk varmış da eksikleri varmış gibi yapanlara,

Sanki ülkede demokrasi varmış da daha iyi olabilirmiş gibi konuşanlara,

Sanki ülkede ekonomi yönetiliyormuş da bazı sıkıntıları varmış gibi yandan eleştirenlere,

Sanki ülkede eğitim varmış da problemleri varmış gibi tartışanlara,

Sanki bu ülkede bir yönetim varmış da daha iyi yönetebilirmiş gibi konuşanlara seslendi.

“Yok arkadaş! Bunlar varmış gibi davranmayın!” dedi.

“mış gibi” yapınca “az da olsa var!” sanılıyor demeye getirdi ki altına imzamı atarım.

Yandaş medyanın, çalıştığı gazeteleri televizyonları satın alarak işsiz bıraktığı, Mustafa Mutlu’nun, pek paylaşım yapmasa da sosyal medyada on binlerce takipçisi var..
Onlar diyor ki: “Seni yine ekranlarda görmek istiyoruz!”
Ben de buradan ilgili televizyon kanallarının yöneticilerine hatırlatıyorum.
Mustafa Mutlu ayarında “mış gibi” yapmayan bir gazeteciyi ekranlarda görmek isteyen çok izleyici var.
Ben de onlardan biriyim.

Aynı gemideyiz ama gemi battı!

Başkanlığa yeniden atanan Ali Erbaş’ı yalnızca Diyanet İşleri Başkanı olarak görmek onun pozisyonunu oldukça eksik tanımlar.

Yeni model Şeyhülislam demek de lüzumundan çok fazla paye vermek anlamına gelir.

İşin özü şudur:

AKP iktidarını bir gemi olarak tasavvur edersek, bu geminin kaptan ve mürettebatının, Ali Erbaş’ı açık seçik geminin “cankurtaran filikası” olarak konumlandırdığını görürüz. 

Gel gör ki bu filika’nın, batan gemiden kurtulan kazazedeleri güvenli bir limana taşıyabilecek kabiliyette olup olmadığı da son derece meçhul.  

Hayır, azgın dalgaların darbelerine dayanıklı olsa da, kazazede sayısı o kadar fazla ki bu kadar kazazedeyi alacak kapasitede bir filika henüz imal edilmedi!

Biz sormaktan bıkmayız!

Buradan üçüncü kez soruyoruz. 

Biz sormaktan bıkmayız.

Türkiye’den Bulgaristan’a geçerken aracının zulasında 100 kilo eroinle yakalanan; sonra da “Valla benim haberim yok, aracıma zula yapıp kardeşim koymuş. Elinde sarı paketler görmüştüm. Zaten kendisi de pek sabıkalıdır!” diyerek bir siyasal islamcıdan beklendiği gibi ilk fırsatta en yakınındakini satan, hakkındaki haberlere yayın yasağı getirilen, Avrupalı Müslümanlar Girişimi Sözcüsü olup, bir yandan Fransız vatandaşı iken bir yandan da Brüksel Büyükelçiliğimizin Basın Müşavirliğini yapmış Veysel Filiz ne durumda?

Bu yılın Mart ayında CHP İzmir milletvekili Mahir Polat’ın “Veysel Filiz’i kim koruyor?” 

başlıklı bir soru önergesi verdiğini, önerge verdiği Bakanın da bakanlık yaptığı bakanlığa, kendi şirketinden mal sattığı ortaya çıkınca önergeye cevap veremeden paldır küldür “affedildiğini” biliyoruz. 

Fransız vatandaşı olmakla birlikte vaktiyle, Brüksel Büyükelçiliğinde nasıl olup da Basın Müşavirliği görevini ifa ettiğini, Avrupalı Müslümanların sözcüsü iken nasıl olup da eroin taşıma gibi sigortasız bir işe bulaştığını merak ettiğimiz Filiz’in hali ahvali nedir?

Sağ mıdır? Selamette midir? 

Kardeşinden başka satacağı kimse var mıdır?

Misal eroinleri kimden almıştır? Kime verecektir?
Hakkındaki yayın yasağı sürmekte midir?

Merak etmenin cezası var mıdır?

Yoktur!

Öyleyse merak ediyoruz işte!

Bir makinistin düşündürdükleri

Adeta cinayetin bir başka adı olan “Çorlu tren kazasının 2018’den bu yana görülmekte olan davası olmasa idi, ister istemez yöneticilerin ‘temkin düzeyi’ bu kadar yükselmemiş olacak;  8. kez açılışı ertelenen Ankara- Sivas hızlandırılmış tren projesinin açılışı ertelenmeyecek, aynı eksik altyapı ile aynı ticari kaygı ile  kısaca aynı gerekçelerle eksikli açılış yapılacak, mazallah belki de açılışı yapmak üzere bizzat trenle Sivas’a gitmek arzusunda olan Saray zevatının başına da bir iş gelmiş olacaktı!

Yeni hattın açılışı, tamamlanamamış işler nedeniyle neden 8. kez ötelendi?

Çünkü önünde sonunda; kazada yiten canların yakınları ve avukatlarının, filmlere konu olacak direnci sayesinde, göstermelik değil gerçek suçlularının adalet önünde terleyeceği anlaşıldı.
Kaza’nın üst düzey sorumlularının bir türlü istedikleri gibi sonuçlandıramadıkları
‘Çorlu Tren Kazası Davası’nın bir ders olduğu kesin.
Bütün acılı hikayelerine rağmen, bu kazanın, yöneticiler üzerinde böyle bir ‘ihtiyat efekti’ yarattığı hiç kuşku götürmez.


Bu iktidar gider, yenisi gelir..
Bu gün olmasa da yarın, gerçek adalet tecelli eder ve bu dava gerektiği gibi sonuçlanır.

Gün olur, Devlet Demir Yollarının yöneticileri -halen kendi kadroları içerisinde mevcut olan- daha liyakat sahibi daha vicdanlı çalışanlardan seçilir. Sistem yenilenir, sinyalizasyon toparlanır, taşeronlar devreden çıkartılır, tren yolları, trenler, vagonlar uygun hale getirilir, her şey düzeltilir de bu: “16 leşim var, 6 daha olunca iki futbol takımı tamamlanıyor!” ifadesini sosyal medya hesabından paylaşacak düşüklükteki zihin mertebesini nasıl toparlanır?
Asıl sorun bu!

LOMBOZ 17 EYLÜL 2021 CUMA

Yeni sistemin kodları

Hakim, sanığın otelinde fotoğraf vermiş. 

Ardından sanık beraat etmiş!

Burada yanlış nerede?

Yanlış tabi ki ‘sayın hakimim’in davranışında.

‘Fotoğraf’ çok yanlış bir davranış!

Sayın hakimim! Adamın oteline malum sebeple gittin!..

Yedin, içtin her ne eylediysen eyledin!

Niye fotoğraf çektiriyorsun?


Sessiz sedasız işlerini hallet, sıkı büzük, dar kâse prensibi ile hedef küçült, paltonun yakalarını kaldır, gözlüğünü, fötrünü tak, kapıdan su gibi süzülerek sessizce karanlığa doğru kay!

Fotoğraf çektirmek, selfi yapmak ne abisi?

Tamam yeni sistemde adaleti bir miktar özgürleştirdik, genişlettik ama bu kadar da değil!..

 

Shogan Kameda neden bıçaklandı?
Japon tenis hocası Shogan Kameda, 12 yıl önce yürüyerek başladığı dünya gezisine Çin’de bir kız arkadaşı kendisine bir bisiklet hediye ettikten sonra bisikletle devam ediyordu.

İlk kez 2017’de Türkiye’ye geldi.

“Yürüyerek dünyayı dolaşan adam” olarak gazetelere haber oldu.

Önce Karadeniz’i dolaştı.. Oradan İstanbul.. 

Sonra Bodrum. 

Turizmciler kendisini misafir etti.
Ekmek elden su gölden…

“Beş kuruş harcamadan dünyayı geziyorum dedi!”

Sonra 2018’de yine geldi..
Yine cebinde beş kuruş olmaksızın dünya gezisindeydi.
“Türkler çok iyi, çok yardımsever!” dedi.. 

“Bana bedava yemek veriyorlar, meyve hediye ediyorlar! Gelecek sefer Doğu Anadolu’yu gezmek istiyorum!”

2021’de tekrar geldi.

Dediği gibi bu kez Doğu’yu gezmek üzere niyetlenmişti.

“Burası çok güzel, bedava otel bulamazsam çadır yeri gösteriyorlar çadırda konaklıyorum. Mangal yapanlar beni sofralarına davet ediyorlar.. “ dedi.

Türkçe bile öğrenmişti. Haliyle Türkleri seviyordu.
Yollarda bazen kendisine taş atan çocuklara bile kızgın değildi.
“eğitimsizlik!” deyip geçiyordu.

Bisikletiyle pedal basarak Muş’tan Elazığ’a geçti. 

Oradan Sivrice’ye..

Sivrice’de kamp yaptığı yerde sakalı bitmemiş bir genç, durduk yerde gelip bacağından bıçaklayıverdi Shogan’ı…

Shogan şimdi hastanede!
İyileşip yeniden pedal basabileceği günü bekliyor.

Biraz da kırgın belli ki..
Hiç de fena olmayan Türkçesiyle, “Türkiye’deki turum bitti” diyor!

Peki yakalanıp tutuklanan genç, Shogan’ı neden bıçakladı?

Nedeni belli değil!

Ya da biz henüz bilmiyoruz diyelim.

Shogan diyor ki: “Dişlerimi fırçalarken bana ters bakıyordu. Bir şeyler dedi, anlamadım. Sonra beni bıçakladı!”

Öte yandan Shogan’da, gelecek umudu elinden alınmış bir Türk genci için altın değerinde bir sır var!..

Delikanlıyı iyice umutsuzluğa düşürüp saldırganlaştıran, Shogan’dan bu altın değerindeki sırrı istemesi ama derdini anlatamamış olması olabilir mi?

“Yeme, içme, gezme, yaşama işini yıllarca beş kuruş harcamadan yapma” sırrı!..

Ah bu japonlar!

 

Maç bitti, uzatmalardayız!

TCDD’nin en kısa süre görev yapan genel müdürü Murat Atik neden atandıktan on gün sonra görevden alındı?

Adam, hem -Barış Terkoğlu’nun bütün ayrıntılarını yazdığı gibi- Adnan Hoca davasında 18 numaralı sanık iken firar ederek davadan kurtulmuş, hem de daha 5 ay önce TCDD den 350 milyon milyonluk bir ihale almış!


Lideri müebbet almış bir tarikatın para kaynaklarından biri olmakla yargılanan üyesine TCDD’nin 350 milyonluk ihale vermesi bir yana, iş sürerken o kişinin TCDD’ye genel müdür yapılması, işi teslim edecek kişi ile iş kabulü yapacak kişinin aynı kişi haline gelmesi Mustafa Karadeniz’den bir kamera şakası gibi.. 

Bu kadarını AKP bile kaldıramadı!

Memleket nasıl bir kafa karışıklığı ile yönetiliyor varın  siz hesap edin!

Demek ki hakikaten maç bitmiş, uzatmaları oynuyoruz!

 

Pandemi süresince açılan kese

Vatandaşa yapılan yardım: 10 milyar

Vatandaşa kesilen ceza : 20 milyar!

Almanya bizi kıskanmasın da ne yapsın? 

 

HABERLERDEN ÖZETLER

Ateistlerden Ali Erbaş’a plaket

Türkiye Ateizm Derneği; son zamanlarda yaptığı açıklamalar ve attığı twitlerle, dolaylı olarak derneklerinin üye sayısında artışa neden olduğu gerekçesiyle Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a bir teşekkür plaketi sundu.

Teşekkür plaketini Ali Erbaş’a sunan Türkiye Ateizm Derneği Başkanı Selami Segment: “Son zamanlardaki çıkışlarıyla, on senedir ulaşamadığımız üye sayısına  altı ayda ulaşmamızı sağladı. Allah kendisinden razı olsun!” dedi.

 

Şebeklerden itiraz geldi

“Biz kimseye tasallutta bulunmadık!”
Geçtiğimiz günlerde twitter hesabından yaptığı paylaşımda “Ülkemizi yağcıların ve şebeklerin tasallutundan kurtarmalıyız.. Zira bunlar yalan yanlış bilgiler vererek üretimi engelliyorlar” ifadesini kullanan eski Bakan Erdoğan Bayraktar’a Darıca Hayvanat Bahçesi Şebek camiasından tepki geldi. Camia adına açıklama yapan şempanze Muzcan Skuvit: “Adımız şebek olabilir ama önümüze bir kamyon muz bile yığsanız biz bu kadar onursuz işlerde yer almayız!.. Bayraktar bu sözlerini geri almalıdır!” dedi.

 

Süleyman Soylu’nun sırrı ortaya çıktı

Zaman zaman kaybolan ve ortalarda görünmeyen İçişleri Bakanı Ege’de ıssız bir koyda ‘Oki sesi’ dinlerken görüntülendi.

Yakınları; Bakan’ın, yoğun Başkent gündeminden yorulduğunda bu koya gelip ‘oki sesi’ ile transa geçerek rahatlama seansları gerçekleştirdiğini belirtiyorlar.

“Bunu yazan tosun” o Tosun mu?

Son günlerde, kurduğu tek bir cümle ile laiklik tartışmalarının alevlenmesine sebep olan Eski AKP Milletvekili ve Star gazetesi yazarı Resul Tosun’un, tuvalet kapılarının efsanevi yazarı “bunu yazan tosun!” imzalı Tosun olduğu iddia edildi.
Tosun, iddiaları yalanlayarak “Müddei iddiasını ispat ile yükümlüdür! Bi kere ben hiç bir surette umumi tuvalet kullanmam!” dedi.
Böylece iddiaların asılsız olduğu anlaşılmış oldu.

LOMBOZ 12 EYLÜL 2021 PAZAR

 

Tokuz meselesi
Bence geçen haftanın en ilginç olayı, Rize’deki kurdele kesme töreninde, Reiz’in, kurdeleyi, yanılıp erken kesen bir ‘sabi’nin kafasına, sağ elinin orta parmağı ile “tıktıklaması” olayı idi.

… 

Bu, orta parmağa ait, phalanx proximalis kemiğinin tepe kısmına, yani tıp literatüründe ‘kaput’ denilen bölümüne, bizde “tokuz” derler. 

Elin bu özel bölümü ile kafaya vurma hadisesi de “tokuz vurmak” olarak ifade edilir.
Eski nesilde bir eğitsel uyarı modelidir.

Tokuz vurdun mu sadece parmağının değil bileğinin ağırlığı da kafaya naklolur. 

Hele elinde bir tahta silgi ya da şekil ‘a’ da görüldüğü üzere mikrofon gibi materyal var ise o materyalin ağırlığı da vurma hızının ivmesi ile orantılı bir şekilde artarak tokuz noktasında odaklanır. Tokuz vuruşunun etkisi katmerleşir. 

Alimallah, tokuzu yiyen elemanın bıngıldağı yer değiştirir, şırrrınk diye kayma sesini duyarsın!..

Gerçi dikkat ettim, allahı var!.. Reiz’in tokuzu tam tokuz değil!
“Tokuz ayası” dediğimiz türden bir vuruş.
Bu teknikte, orta parmağın proksimalis kemiğinin dik köşesi ile değil yanal ayası ile vuruş yapılıyor.
E tabi Reiz, ‘sabi’nin canını gereğinden fazla yakmak istemiyor. Alt tarafı yanılmış, bir kurdeleyi erken kesmiş! “Biz yanılıp, yanıltılıp, neleri erken kestik, kimleri sütten kestik!” diye muhakeme yapmış olmalı zaar!..

Tokuz vuruşu, bir eğitim materyali olarak en yıldırıcı vuruştur.
Tok, tok tok!.. Üç kez vurulur. Raconu budur!..

Belli ki, Reiz de bu raconu biliyor. Üç kez vurdu.

Zira dördüncüsü mazallah artık işkenceye girer…

Tokuz deyip geçmeyin;

Müdürden tokuz yiyip okulu terkedenler, ömür boyu şabalak kalanlar bilirim.

Orta Anadolu’da bir atasözü bile var.
“Elin tokuzunu yemeyen, kendi parmağını kızılcık sopası sanır!”

Yaa!

 

Bu yazıyı kahvaltıdan sonra okuyun!

Ne diyor Bakanlık:

Kimseyi aşı olmaya zorlayamayız. Ama aşı karşıtı kişi kamu görevi yapıyorsa iki günde bir PCR testi yaptıracak!

Yani aşı karşıtları, aşı olup sinek ısırığı kadar bir defektle yırtmak varken, izlediğim kadarıyla testten çıkanı horoz gibi olduğu yerde silkindiren, titreten, hatta ağlatan bir uygulamayı iki günde bir yaptıracaklar.

İsmi bende, bir doktor arkadaşımla konuştuk.
Doktor arkadaşım dedi ki: 

“Tek umudum, PCR testinin Sağlık Bakanlığının rehberinde yazıldığı gibi uygulanması!..”

“Nasıl yani?” dedim..

“PCR testi, usulüne uygun yapıldığında, test yaptıran kişinin burnundan sürüntü alındığında gözünden yaş akmalı, boğazından sürüntü alındığında da öğürmeli..
Ben yaklaşık otuz kez yaptırdım. Gerçekten çok zor!” dedi.
Hatta PCR testi yaptıran bir arkadaşı:
“O test çubuğunu bir kere burnuma sokmasınlar, on kere ..üme soksunlar razıyım!”

demiş…

Demiş de galiba bu kardeşin bir bildiği de varmış.

Zira “rektal sürüntü” uygulaması Çin’de kullanılıyor ve bu uygulamaya halk, ‘aşağılayıcı’ ve ‘utandırıcı’ olduğu gerekçesiyle yoğun tepki gösteriyor.

Bir ara Çin, ülkeye gelecek tüm yabancılara da bu testi zorunlu kılmış, konsolosluklar ardı ardına ayağa kalkmış…

Gel gör ki doktorlar da bu yöntemin daha güvenli ve kesin sonuç verdiğini iddia ediyorlar ve diyorlar ki, “virüs anüste, solunum yollarına oranla daha uzun süre kalabiliyor. Rektal test, özellikle mutasyona uğramış virüs taşıyan kişiyi tespit etme olasılığını artırıyor.”

Bizim millet Çinlilere benzemez.

Futbolda “çift dalmak” terimine denk gelen “Rektal tuşe” yüzünden prostatını muayene ettirmeyip prostat kanserinden hayatını kaybeden çok vaka bilirim.

Sağlık Bakanına sesleniyorum!

Aşı tereddütünü ortadan kaldırmak mı istiyorsun?

Getir PCR testinde ‘rektal sürüntü’ zorunluluğunu. 

Ertesi gün seyret, derby maçı bileti satar gibi aşı kuyruklarında sırasını parayla satanları.
Günde bir buçuk milyon değil, iki buçuk milyon aşı rakamına ulaşmazsan ben de bu memlekette yaşamıyorum!

 

Büyük uyanış!

Aşı karşıtları Maltepe kaymakamından izin alamadı.
İstanbul Valiliği ise gösteri yapmalarına izin verdi.

Ama bir şartla. “Pandemi kurallarına riayet edeceksiniz!” dedi…

Pandemiden korunmanın birinci kuralı ne?

Aşı olmak!

Yani Vali bir manada diyor ki: “Aşı karşıtı gösterinizi, mümkünse aşılarınızı yaptırarak icra edin!”

Dinleselerdi gösteri zaten kendiliğinden dağılacaktı..

Halbuki göstericiler maske bile takmadılar..

Gösteri hakkı kutsaldır!

Ama herkese kutsal olmalı..
Aşı karşıtlarının, aşı gibi bir ‘küresel cankurtarana’ karşı olmalarına rağmen hükümet karşıtlığı gibi bir dertleri yok!

Hele bir olsaydı da bu mitingi yapsaydılar!

 

Okullardan bir Covid19 resmi

Milli Eğitim Covid19 algoritmasını okulları gönderdi.

Gönderdi ama okullarda akıl karışıklığı sürüyor.

Bir lise öğretmeni tanıdığımla konuştum. 

“Bir anlat bakalım neler oluyor?” diye sordum. 

 

“Kural şu:” diye başladı.. ” Sınıfta bir öğrenci  pozitif çıktığında pozitifi eve yolluyoruz. Kalan 35 kişi derse devam ediyor.. 

O sınıfta bir öğrenci ya da öğretmen daha pozitif çıkarsa toplam 2 pozitif olduğundan, Bakanlığın algoritmasına göre bu kez sınıf o öğretmenle birlikte olduğu gibi 14 gün eve gidiyor. Ders uzaktan devam ediyor.

Ancak burada şöyle bir sorun var!

Başa saralım.. Diyelim ki sınıfta bir öğrenci pozitif çıktı.  Bir öğrenci ya da öğretmen daha pozitif çıktı!.. Bu durumda sınıf tatil ediliyor, öğretmen de eve gönderiliyor ama ama bu sınıfın dersine giren 15 öğretmen diğer sınıflarda derslerine girmeye devam ediyor..  Taşıyıcı oldukları anlaşılana kadar diğer öğrenci ve öğretmenlere bulaştırma ihtimalleri son derece yüksek.

Tenefüste öğretmen odasına girip çıkıyor, çay içiyor, sohbet ediyor..”

Hoca yine devam ediyor:

“Nitekim bizim okulda 10’uncu sınıflardan birinde okulun ikinci günü bir öğrencinin, pozitif haberi geldi. Sınıfın Matematik öğretmeninin de sınıftan virüsü kapıp pozitif olduğunu öğrendik. Öğrenciler ve öğretmen eve gitti. 

Diğer 15 öğretmen bizimle okulda. Öyle huylu huylu birbirimizi kesiyoruz şimdi!..”

Anlaşılıyor ki sistem öğretmeni biyonik eleman gibi kabul ediyor.
Öğretmenler, kendileri söylemediği sürece hangi öğretmenin aşılı ya da aşısız olduğunu bilmediğinden öğretmenler odasında temas ihtimali, hatta diğer sınıflara bulaştırma riskleri daha da büyüyor.
Sınıftan virüsü alan öğretmen, öğretmenler odasında doğal olarak distribütör gibi davranıyor. Diğer öğretmenlere bulaştırıyor. Onlar da hooop diğer sınıflara..


Virüs bize acımazsa bu işin sonunu hiç iyi görmüyorum!

Karikatür seçkisi

LOMBOZ 10 Eylül 2021


Aşı tereddütünde görüntülü medyanın ağır kusuru

Bizim zamanımızda ilkokullarda aşı yapılacağı -özellikle de öğrencilere- önceden bildirilmezdi.

Müdürler ve muhtemelen bazı öğretmenler o meşum günü bilirlerdi ama öğrencilere zinhar duyurmazlardı.

Hele bir duyursunlar! 

Bırakın duyurulmasını, “yarın aşı varmış diyorlar!” şeklinde ince bir dedikodusunun yayılması halinde bile ertesi gün okulda, birkaç ‘saf’tan başka öğrenci bulamazdınız. 

İşte o saflardan biri de bendim.

Bu sayede bütün aşılarımı eksiksiz oldum!

“Aşıcılar” sessizce gelirlerdi. 

Dersin ortasında kapı açılır içeriye beyaz önlüklü bir kalabalık girerdi ki sınıf; önce bir kalp çarpıntısı senfonisi;  ardından ağlamalar, inlemeler, “anne, annee!” diye anasını babasını ünleyenler; “örtmenim, örtmenim!” diye ağlaşarak eteğine, paçasına yapıştıkları öğretmenden çaresizce medet umanların hazin görüntüleriyle dolar, ortam adeta deprem sonrası, yıkıntılar etrafında sahipsiz kalmış bebelerin acıklı hıçkırıkları ile bezenmiş bir afet tablosunu andırırdı.

Kasabın bıçağını yalayan danalar gibi sağlık görevlisinin bacağına yapışan şaşkınlar da çıkardı ki ilk iğneyi onlara saplarlardı.

İşte o şaşkınlardan biri de yine bendim.

Bu arada sınıfınız, okulun birinci, hatta ikinci katında ise, külliyetli bir miktarda uyanık, açık pencerelerden bahçeye atlamak suretiyle aşıdan kaçardı.

Bu pencere kaçaklarının bir kısmı bizzat velileri tarafından derdest edilip geri getirilse de, hatırı sayılır bir kısmı aşıdan yırtar, ertesi günlerde bu zaferlerini gerine gerine anlatırlardı.

Evet, bizim zamanımızda bütün ilkokullarda vaziyet üç aşağı beş yukarı böyleydi.

Şimdi bu aşı hatıralarını iş olsun torba dolsun diye anlatmadık!

Pandeminin başlangıcından bu yana istisnasız tüm televizyon kanallarında, ne zaman aşı konusu gündeme gelse “orta pencere” denilen ekranın göbeğinde, bir kadının ya da adamın koluna “cart cart!” iğne batırılması bu “pencere kaçkınlarının” beyinlerinin arka kısmında, uykuya geçmiş aşı reddi ya da açı tereddütü bölgesini uyandırdı.

Hatta hatırlıyorum, bu görüntüler bir keresinde Fatih Altaylı’yı bile çıldırtmış, ona canlı yayında kendi rejisine fırça kaydırmıştı: “Yaa arkadaş, alın şu iğne görüntülerini ekrandan, sadist misiniz nesiniz? Midemiz bulandı yav, alla alla!” diye basmıştı feveranı. 

Sözün özü, daha pandemi bir: sağolsun Türk medyası arşivlerde, ambarlarda, nerede bir iğne batırma görüntüsü var, şırınga görüntüsü var bulmuş, ekranın ortasına çakmıştı.

Bırakın şırınganın kendisini, içinde “şırınga” geçen konular bile bile trend topik olmuş (bkz. Gülnaz Şırınga olayı) beyninde, çocukluğundan yerleşik bir aşı korkusu olan canım insanımın bu korkusunu yeniden hortlatmıştı.

Diğerlerini bilmem ama şimdi ülkemizde, nazikçe “aşı tereddütü” diye isimlendirilen olayın gerçek adı ‘aşı kaçkınlığı’dır ve bunlar ilkokullarda, iğnenin ucunu görünce pencerelerden atlayan vatandaşlardan oluşmaktadır onların bu hallerini tetikleyen de Fatih Altaylı’nın tam zamaninda tespit ettiği gibi, fasılasız, omuzundan cart cart iğnelenen insan görüntüleri servis eden bir kısım şuursuz Türk medyasıdır!

Bana kimse mavra okumaya kalkmasın!

 

6-1

Filenin sultanları

Potanın perileri

Filenin efeleri

Kalenin bedenleri

“yaar yaar, ben yandım!”

 

Türkiye vatandaşı olmak ile paralı otoyoldan geçmenin farkı
Türk Vatandaşlığı Kanununun 20. Madde’sine göre, Türk vatandaşı olmak isteyenlerden, ülkemiz sınırları içinde herhangi bir yerden 250 bin dolar tutarında mülk satın almasını ve üç yıl süreyle satmamasını şart koşuyoruz.

Ya da 500 bin dolar tutarında bir meblağı, üç yıl süreyle çekmemek üzere bir Türk bankasına yatırmasını istiyoruz.

Türk vatandaşlığından çıkmak için herhangi bir şart yok!

Yani Türk vatandaşlığına giriş parayla, çıkış bedava!

Paralı otoyollara ise giriş bedava, çıkış parayla!

Yol üzeri tesislerde yolunma ise sırtındaki tüylerin sıklığına bağlı! 

 

İzmir İstanbul Otoyolu aslında “Oksijen” için mi yapıldı?

Otoyol demişken, İzmir-İstanbul otoyolu üzerindeki Oksijen denilen konaklama noktalarından birinde tabelasını gördüğümüz meşhur bir iskender kebapçıya kırdık.

Aslında yollarda pek birşeyler yemiyoruz.
Otomobilde her daim nevalemiz var ama Aysel de ben de iskender kebabı seviyoruz..

Restoranın dışında yer alan, müşterilerle dolu masaların önünden geçtik.
Ellerimizi yıkamak üzere lavaboya yönlendik.

Bir de ne görelim!..

“Oh my god!” 

Bir buçuk iskender 105 TL!..
Yanına bir ayran, bir Kemalpaşa tatlısı, iki kişi üç yüz-üç yüz elli liraya bir öğle yemeği…

Tebeşirle fiyatı kara tahtaya yazmışlar!
“Yersen!” diyor yani!..

Yemedik tabi! 
Normal bir iskendercide tıka basa bir hesabın, dağ başında üç katını vermek, keseden ziyade bam telimize dokundu.

“Vermeyiz, verene de mani olmayız!” deyip elimizi yüzümüzü yıkayarak otomobile döndük.

Aranızda; bu “Oksijen” denilen, İzmir İstanbul arasındaki 33 alışveriş noktasının işletmecisinin elbette bu iktidar ile ilişkisi olmayan birileri olduğunu düşünen yoktur.

Aynen düşündüğünüz gibi!.. 

Oksijenler, Osmangazi Köprüsü ve otoyolunu yapan malum konsorsiyumun bir alt şirketi olan Otoyol İşletme ve Yatırım AŞ’ye ait.
Devlet bu otoyolda mağaza açma ve işletme yetkisini de küllüm bu şirkete vermiş.

Başkası yol kenarında armut bile satamaz!

İşletme Genel Müdürü Alp Gürdil 2018’de Dünya gazetesine verdiği röportajda diyor ki: 100 milyon dolar yatırımla yıllık 500 milyon dolar perakende hacmine ulaşacağız..
Ticarete bak!.. Yatırımı bir yılda geri veriyor.. Beş yıldızlı otellerde bile bu süre yedi-sekiz yıldır!

Aslında anlaşılıyor ki mağazalar köprü ve otoyol için değil, köprü ve otoyol mağazalar için yapılmış.

Zaten Genel Müdür de, ta o zaman gazeteci Volkan Akı’ya aynısını söylüyor:

“…446 km’nin üzerindeki tesisleri aslında biz ticari olarak bir pasaj gibi düşündük. Dünyanın en büyük pasajını ya da caddesini bir anlamda ticari alanlara dönüştürüyoruz. Tamamlandığında dünyanın en uzun tek merkezden yönetilen ‘Ticari Pasajı’ olacak…” diyor. 

Yani açık açık “tek sahibe ait, dünyanın en uzun üstü açık çarşısını yapıyoruz” diyor.
Daha ne desin?

Peki yolda iskender neden şehirdekinin üç katı?

Muhterem bunu da şöyle açıklamış oluyor:  “Yol psikolojisi birazcık daha farklı. Yola çıktığınızda harcadığınız parayı düşünmüyorsunuz…”

Yani?
Yani bir buçuk iskender bizim yola çıkınca şaballaşmamız yüzünden 105 TL.

E adamların ne suçu var, biz öyle düşünüyoruz!

Allah da bizim belamızı versin!