LOMBOZ 10 Eylül 2021


Aşı tereddütünde görüntülü medyanın ağır kusuru

Bizim zamanımızda ilkokullarda aşı yapılacağı -özellikle de öğrencilere- önceden bildirilmezdi.

Müdürler ve muhtemelen bazı öğretmenler o meşum günü bilirlerdi ama öğrencilere zinhar duyurmazlardı.

Hele bir duyursunlar! 

Bırakın duyurulmasını, “yarın aşı varmış diyorlar!” şeklinde ince bir dedikodusunun yayılması halinde bile ertesi gün okulda, birkaç ‘saf’tan başka öğrenci bulamazdınız. 

İşte o saflardan biri de bendim.

Bu sayede bütün aşılarımı eksiksiz oldum!

“Aşıcılar” sessizce gelirlerdi. 

Dersin ortasında kapı açılır içeriye beyaz önlüklü bir kalabalık girerdi ki sınıf; önce bir kalp çarpıntısı senfonisi;  ardından ağlamalar, inlemeler, “anne, annee!” diye anasını babasını ünleyenler; “örtmenim, örtmenim!” diye ağlaşarak eteğine, paçasına yapıştıkları öğretmenden çaresizce medet umanların hazin görüntüleriyle dolar, ortam adeta deprem sonrası, yıkıntılar etrafında sahipsiz kalmış bebelerin acıklı hıçkırıkları ile bezenmiş bir afet tablosunu andırırdı.

Kasabın bıçağını yalayan danalar gibi sağlık görevlisinin bacağına yapışan şaşkınlar da çıkardı ki ilk iğneyi onlara saplarlardı.

İşte o şaşkınlardan biri de yine bendim.

Bu arada sınıfınız, okulun birinci, hatta ikinci katında ise, külliyetli bir miktarda uyanık, açık pencerelerden bahçeye atlamak suretiyle aşıdan kaçardı.

Bu pencere kaçaklarının bir kısmı bizzat velileri tarafından derdest edilip geri getirilse de, hatırı sayılır bir kısmı aşıdan yırtar, ertesi günlerde bu zaferlerini gerine gerine anlatırlardı.

Evet, bizim zamanımızda bütün ilkokullarda vaziyet üç aşağı beş yukarı böyleydi.

Şimdi bu aşı hatıralarını iş olsun torba dolsun diye anlatmadık!

Pandeminin başlangıcından bu yana istisnasız tüm televizyon kanallarında, ne zaman aşı konusu gündeme gelse “orta pencere” denilen ekranın göbeğinde, bir kadının ya da adamın koluna “cart cart!” iğne batırılması bu “pencere kaçkınlarının” beyinlerinin arka kısmında, uykuya geçmiş aşı reddi ya da açı tereddütü bölgesini uyandırdı.

Hatta hatırlıyorum, bu görüntüler bir keresinde Fatih Altaylı’yı bile çıldırtmış, ona canlı yayında kendi rejisine fırça kaydırmıştı: “Yaa arkadaş, alın şu iğne görüntülerini ekrandan, sadist misiniz nesiniz? Midemiz bulandı yav, alla alla!” diye basmıştı feveranı. 

Sözün özü, daha pandemi bir: sağolsun Türk medyası arşivlerde, ambarlarda, nerede bir iğne batırma görüntüsü var, şırınga görüntüsü var bulmuş, ekranın ortasına çakmıştı.

Bırakın şırınganın kendisini, içinde “şırınga” geçen konular bile bile trend topik olmuş (bkz. Gülnaz Şırınga olayı) beyninde, çocukluğundan yerleşik bir aşı korkusu olan canım insanımın bu korkusunu yeniden hortlatmıştı.

Diğerlerini bilmem ama şimdi ülkemizde, nazikçe “aşı tereddütü” diye isimlendirilen olayın gerçek adı ‘aşı kaçkınlığı’dır ve bunlar ilkokullarda, iğnenin ucunu görünce pencerelerden atlayan vatandaşlardan oluşmaktadır onların bu hallerini tetikleyen de Fatih Altaylı’nın tam zamaninda tespit ettiği gibi, fasılasız, omuzundan cart cart iğnelenen insan görüntüleri servis eden bir kısım şuursuz Türk medyasıdır!

Bana kimse mavra okumaya kalkmasın!

 

6-1

Filenin sultanları

Potanın perileri

Filenin efeleri

Kalenin bedenleri

“yaar yaar, ben yandım!”

 

Türkiye vatandaşı olmak ile paralı otoyoldan geçmenin farkı
Türk Vatandaşlığı Kanununun 20. Madde’sine göre, Türk vatandaşı olmak isteyenlerden, ülkemiz sınırları içinde herhangi bir yerden 250 bin dolar tutarında mülk satın almasını ve üç yıl süreyle satmamasını şart koşuyoruz.

Ya da 500 bin dolar tutarında bir meblağı, üç yıl süreyle çekmemek üzere bir Türk bankasına yatırmasını istiyoruz.

Türk vatandaşlığından çıkmak için herhangi bir şart yok!

Yani Türk vatandaşlığına giriş parayla, çıkış bedava!

Paralı otoyollara ise giriş bedava, çıkış parayla!

Yol üzeri tesislerde yolunma ise sırtındaki tüylerin sıklığına bağlı! 

 

İzmir İstanbul Otoyolu aslında “Oksijen” için mi yapıldı?

Otoyol demişken, İzmir-İstanbul otoyolu üzerindeki Oksijen denilen konaklama noktalarından birinde tabelasını gördüğümüz meşhur bir iskender kebapçıya kırdık.

Aslında yollarda pek birşeyler yemiyoruz.
Otomobilde her daim nevalemiz var ama Aysel de ben de iskender kebabı seviyoruz..

Restoranın dışında yer alan, müşterilerle dolu masaların önünden geçtik.
Ellerimizi yıkamak üzere lavaboya yönlendik.

Bir de ne görelim!..

“Oh my god!” 

Bir buçuk iskender 105 TL!..
Yanına bir ayran, bir Kemalpaşa tatlısı, iki kişi üç yüz-üç yüz elli liraya bir öğle yemeği…

Tebeşirle fiyatı kara tahtaya yazmışlar!
“Yersen!” diyor yani!..

Yemedik tabi! 
Normal bir iskendercide tıka basa bir hesabın, dağ başında üç katını vermek, keseden ziyade bam telimize dokundu.

“Vermeyiz, verene de mani olmayız!” deyip elimizi yüzümüzü yıkayarak otomobile döndük.

Aranızda; bu “Oksijen” denilen, İzmir İstanbul arasındaki 33 alışveriş noktasının işletmecisinin elbette bu iktidar ile ilişkisi olmayan birileri olduğunu düşünen yoktur.

Aynen düşündüğünüz gibi!.. 

Oksijenler, Osmangazi Köprüsü ve otoyolunu yapan malum konsorsiyumun bir alt şirketi olan Otoyol İşletme ve Yatırım AŞ’ye ait.
Devlet bu otoyolda mağaza açma ve işletme yetkisini de küllüm bu şirkete vermiş.

Başkası yol kenarında armut bile satamaz!

İşletme Genel Müdürü Alp Gürdil 2018’de Dünya gazetesine verdiği röportajda diyor ki: 100 milyon dolar yatırımla yıllık 500 milyon dolar perakende hacmine ulaşacağız..
Ticarete bak!.. Yatırımı bir yılda geri veriyor.. Beş yıldızlı otellerde bile bu süre yedi-sekiz yıldır!

Aslında anlaşılıyor ki mağazalar köprü ve otoyol için değil, köprü ve otoyol mağazalar için yapılmış.

Zaten Genel Müdür de, ta o zaman gazeteci Volkan Akı’ya aynısını söylüyor:

“…446 km’nin üzerindeki tesisleri aslında biz ticari olarak bir pasaj gibi düşündük. Dünyanın en büyük pasajını ya da caddesini bir anlamda ticari alanlara dönüştürüyoruz. Tamamlandığında dünyanın en uzun tek merkezden yönetilen ‘Ticari Pasajı’ olacak…” diyor. 

Yani açık açık “tek sahibe ait, dünyanın en uzun üstü açık çarşısını yapıyoruz” diyor.
Daha ne desin?

Peki yolda iskender neden şehirdekinin üç katı?

Muhterem bunu da şöyle açıklamış oluyor:  “Yol psikolojisi birazcık daha farklı. Yola çıktığınızda harcadığınız parayı düşünmüyorsunuz…”

Yani?
Yani bir buçuk iskender bizim yola çıkınca şaballaşmamız yüzünden 105 TL.

E adamların ne suçu var, biz öyle düşünüyoruz!

Allah da bizim belamızı versin!

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir