Haftanın Karikatürleri

Bu Hafta GazetePencere’de günlük olarak yayınlanan karikatürler bir arada…
www.Gazetepencere.com

 

Kudüs’ün Fethi Yakın!

Yandaş medyaya bakarsanız Arap alemine doğru çetin bir fütuhat halindeyiz?
Kazan kapaklarını kalkan, masa örtülerini pelerin yaparak döner bıçaklarını kılıç niyetine sallayan bir grup kafası güzel izleyicinin ekran karşısındaki hallerini hayal ediyorum yine!


Halep’e Şam’a plaka numarası verenler, kürsüde söze Fetih suresi ile başlayanlar, Arap Baharının başında olduğu gibi, Şam ile tatmin olmayıp, elimiz değmişken Mekke’ye kadar inelim diyenler yeniden sahnede!

Biz de yıllar önce aynısını izlediğimiz, neredeyse aynı oyuncular tarafından sahnelenen ve nasıl bittiğini bildiğimiz bu müsamereyi yeniden izliyoruz.

Bu kez, kervana, o buhurlu sesiyle Bahçeli de katılıyor!
Diyor ki: “Şama gözünü diken, Tel Aviv’de Kudüs’te Osmanlı şamarını yer!”
Daha da kükreyerek devam ediyor!
“Tarih bize diyor ki, Kudüs’ün ilk durağı Şam’dır. Şam güvendeyse Kudüs de güvende olacaktır. Şam fethedilmişse Kudüs’ün fethi de yakındır!..”

Halbuki, “Mekke’ye kadar inelim!” nidalarıyla sahnelenen bir önceki müsamerenin sonuna bakıyoruz, finalde Kudüs de fethedilmiş, Şam da!..

Tehlikeyse, tehlike olmuş bitmiş!
Üstelik aradan, ‘tık’ çıkarmadığınız 12 koca yıl geçmiş…

Oraları en iyi takip eden, geçmişte ve şimdi ne olup bittiğini en iyi bilenlerden biri, yazar ve gazeteci, Suriye asıllı Türk vatandaşı Hüsnü Mahalli’ye kulak verelim:
“Hangi fetih! Daha birkaç gün önce, 25 Aralık Hanuka Bayramının ilk günü, İsrail yetkilileri bırakın Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’da ayin yaptılar.  Kudüs 1967’den bu yana işgal altında. 1969’da Mescid-i Aksa yakıldı. Aynı yıl kurulan İslam İşbirliği Konferansı hiç bir şey yapmadı!..”

Yani Hüsnü Mahalli, “Anlı şanlı koskoca Arap dünyası ve siz, koruyalım dediğiniz yerleri çoktan kaybetmişsiniz!” diyor…

Yani Kudüs çoktan gitmiş!

O zaman şimdi ben, “Şam güvendeyse Kudüs güvendedir!” diye kükreyen abilere soruyorum!

Peki, bari hakikatten Şam güvende mi?

Şam’ı;
Sadece Şam’ın değil bütün Suriye’nin askeri tesislerini, hava alanlarını, limanlarını, gemilerini hatta tapu ve nüfus müdürlüklerini bombalayıp 25 kilometre ötesine karargah kuran mı güvene alır,  yoksa istihbarat başkanını Emeviye Camiine namaza gönderen mi?..

Başka sorum yok!

Silkele silkele olmuyor! Neden?

Erdoğan, kurmaylarına “Şu CeHaPe’li belediyeleri iyi bir silkeleyin!” komutunu verdikten sonra bakanlar ve ilgili daireler hızla harekete geçtiler, daha doğrusu mevcut hazırlıklarını yürürlüğe koydular.

Belediyelere yıldırım hızıyla hacizler yağmaya başladı.

CHP’li belediyeler silkelenme icraatı ile ilk kez, SGK borçları nedeniyle karşılaşmıyorlar.
Belediye başkanlıklarını kazandıkları ilk günden itibaren silkeleniyorlar.


İlk silkelenmeler, başkanlığı kazandıkları halde, belediye meclislerinde çoğunluk elde edememeleriyle başlamıştı.
Bu durumdaki büyükşehir belediyelerinin, halkın takdirine mahzar olacak hiç bir girişimi belediye meclislerinden geçmedi. Mesela başkanın, konutlarda kullanılan su fiyatına indirim kararı meclisten geçemezken, otoparklara zam kararı yıldırım hızıyla geçiyordu.

Başka bir silkeleme modeli, önceki başkanın borçlandığı yandaş firmaların, yeni başkanla, hiçbir taksitlendirme anlaşmasına yanaşmadan, alacaklarına istinaden belediyeye haciz kararları çıkarmalarıydı. Makam odalarındaki koltuk ve masaların haczedilme haberlerinin neredeyse tamamı işte bu yaklaşımın sonucuydu.

Başka bir silkeleme modeli, belediyelerin ellerinde bulunan gelir getirici işletmelere konuya uygun bakanlıklar tarafından  el konulmasıydı. Efes otoparkı, Galata Kulesi gibi örnekleri hatırlayın!

Başka bir silkeleme modeli, geliştirilen projeler için uluslararası kaynaklardan sağlanan oldukça uygun kredilere onay imzasının uzun süre atılmaması ve projelerin çürütülmesiydi.

Şimdi SGK borçları devreye alındı.
SGK’nın alacaklarının sadece yüzde 10’u belediyelere ait.
Yüzde 90’ı ağırlıklı olarak yandaş firmaların listede bulunduğu özel sektör. Çünkü zaten kendilerinden olmayan firmalara göz açtırmıyorlar.
Üstelik, belediyelere ait yüzde 10’luk borcun büyük çoğunluğu da seçimi CHP’ye kaybetmeden önce biriktirilen borçlardan kaynaklanıyor.

Gel gör ki bu silkelemeler neredeyse hiç istenilen sonucu vermiyor!
Bunca kuvvetli silkelemelere rağmen “maymun” daldan bir türlü düşmüyor!

Nasıl oluyor bu?
Kaynaklar vahşi bir  şehvetle çarçur edilmezse, cebe atılmazsa oluyor!


Sözün özü sahada öyle bir maç oynanıyor ki, rakip kaleci kale direğine bağlı, rakip futbolcuların ayaklarına top gülleleri bağlanmış, hakemlerin hepsi ayarlanmış, stada sadece  malum takımın seyircisi alınmış ama heyhat! Rakip takım hala top çeviriyor, hala gol atıyor!

Haliyle yenilir yutulur bir şey değil!

Sizde varsa annem bir fincan demokrasi istedi

Suriye’ye demokrasi götürecekmişiz!
Suriyeliyi, zalim Esed zulmünden kurtardıktan başka, onları mesut ve müreffeh bir ülkenin özgür vatandaşı haline getirerek, göç edenlerin yeniden ata topraklarına dönmelerini, yerleşmelerini sağlayacakmışız!
Kim?
Updated patron Trump’ın da işaret ettiği gibi, biz!
Yani bizim “akıllı” hükümetimiz!
Adama sormazlar mı:
O demokrasiden sende var mı ki komşuya da ikram edeceksin?
Hayır, elinin altında her türlü imkan varken kendi ülkendeki yarım yamalak demokrasiyi ortadan kaldıran sen mi komşuya demokrasi ihraç edeceksin? Bu bir!
İkincisi; Göç Bilimi diyor ki, her türlü göç olayinda zaman ve geri dönüşler arasında bir korelasyon vardır.
Misafirlik süresi 5 yılı geçtiyse geri dönüş oranı %20 dir.
Bizim Suriyeli vatandaşlarımız 13 yıldır burada.
Yani eğer zor kullanmayacaksan -ki kullanamazsın- o tren de çoktan kaçmış demektir.
Üçüncüsü; Bir emperyal güç, kontrol altında tutmak istediği bütün az gelişmiş ülkelerin dindar olması için dua eder.
Ama dindar bir az gelişmiş ülkeden daha tehlikelisi ‘dindar bir gelişmiş ülkedir’
Pek yakında hep birlikte göreceğiz ki bütün bu “akıllı” stratejilerin sonu, Ortadoğu’yu dindar bir gelişmiş ülkenin, yani İsrail’in kucağına bırakmakla sonlanacak.
Yüksek aklınızı seveyim!!!

 

Emeviye Camiinde namaz

 

İsrail’in sevinmesinin nedenini anlıyoruz da, Bizim sevinmemizin nedeni ne?

 

Reyiz, gençliğinde, yani genç bir  başbakanken, (kendisine BOP Projesi Eş Başkanlığı nüzûl olduğu günlerde), “Dostum Esad” dediği ve ailecek tatile çıktığı Başer Esad’a proje akışı gereği aniden, “Esed” demeye başlayarak arayı bozdu.
Ardından, fetih türküleri eşliğinde  “Buradan bir gireriz 3 günde, Şam’da Emevi Camisinde namaz kılarız!” nutuklarıyla kürsülerden kükredi…

Aradan 13 yıl geçti.
300’e yakın şehit, 200 milyar dolar bütçeye , 13 milyon göçmen nüfusu sonrası, MİT Başkanı Kalın, nihayet Şam’da Emeviye Camiinde, basının şahadeti eşliğinde Cuma namazı kıldı.

Özgür Özel, servis edilen  Emeviye görüntülerine itiraz ederek, “Bu sayılmaz!” dedi. “Bu namaz o namaz değil!” diyerek namaza giden yolun üst paragraftaki maliyetini ortaya koydu. “Tayyip Erdoğan’ın namazının kazasını kılmak bir devlet görevlisi olarak MİT Başkanına düşmez”dedi.
“Kaldı ki, artık gidip kendisi de kılsa, bu namaz o namaz değil” dedi.

Bu arada İsrail aşağıdan, Suriye’nin yeni kahramanı, HTŞ’nin reyizi, Golani’nin El Kaideciyken, ‘nik neymi’ni aldığı Golan tepelerine yerleşip Taberiye gölünü sağlama aldıktan sonra, sahipsiz kalan Suriye askeri donanımının, deniz ve hava unsurlarının, gemilerinin, uçaklarının, limanlarının hasılı tüm askeri malzemesinin yüzde doksanını bombalayarak berhava ettiğini açıkladı. Onunla da kalmayıp, tapu dairelerini, nüfus müdürlüklerini yerle bir ederek geriye limitsiz bir kaos geleceği bıraktıklarını, birbirleri ile mal mülk diye didişirken bize bulaşmasınlar diye ne lazımsa yaptık mealinde bir sunumda bulundu.

Bizim, vileda sapı ile harita gıdıklayan yandaş tv’lerdeki strateji uzmanlarımız olaya, “Hayır, İsrail Suriye’yi işgal etmedi. Şam’a 20 km. kala durdu.” şeklinde izahat getirdilerse de, 480 sorti yaparak ortalıkta vurulmamış pilli uçak bile bırakmayan İsrail için, “Lan zaten Şam’a girip bakkalları mı işgal edeceklerdi?” şeklindeki karşı teze bir cevap verme durumları olmadı.

Zaten işgal nedir ki?
Atatürk, gençliğe seslenişinde işgali tanımlarken;
“…Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.” diyerektam da bunu kasdetmiyor mu?
Düşman için tehlike arzeden unsurlar ortadan kalktıysa işgal işi dört dörtlük tamamdır.
İlla ki İsrail askerlerinin Şam caddelerinde devriye gezmesine gerek mi var?

Ez cümle İsrail’in bu işe çok sevinmesinin nedenini anlamak mümkün.
Bizim nedeninimiz ne?
İsrail’in sevinmesi mi?

Karikatürlerle Suriye Vakası

Karikatürlerle Suriye Vakası

Erdoğan: “sadece Putin’le ikimiz kaldık. Gerisi elimine!..” Dedi.

 

Artık Hepimiz Suriyeliyiz.


 

gole en çok sevinen iki kişi. Hadi birini anlarız. Diğerinin neye sevindiğini anlamak mümkün değil..

 

Abiler, piknik yapar gibi Suriye’yi bir uctan bir uca geçtiler!?!


 

Herkes, her şeyi Suriye bölünmesin diye yaptı!.. Ama Suriye kaça bölünecek kimse bilmiyor..

 

Beyin boşsa uyarı yapmaz. Ama mide boşsa uyarır!

 

Emevi Camisinde namaz kılmak için çok yakında İsrail’e izin almak gerekecek!..

Baskın Oran ve Medya Etiği

Yazılarını her zaman ilgiyle takip ettiğimiz Baskın Oran Hoca, Artıgercek.com gazetesindeki bir yazısında, Gazete Pencere  çizdiğim bir karikatürden övgüyle söz ederek GazetePencere’ye, bu karikatürün olduğu sayfaya bir de link verdi.

Burada özne benim ama lütfen yanlış anlamayın!
Kim ne derse desin, bir gazetedeki bir yazarın, aynı kulvarda koştuğu başka bir gazetenin yazarının- çizerinin ürününü övmesini ve bununla da kalmayıp o ürüne link vererek  okurunu o diğer gazeteye yönlendirmesini artık çöplük haline gelmiş bu medyada, liç yığınları arasından sızan bir altın ışıltısı olarak görüyorum.
Bunu yapanlara, böyle davrananlara daha fazla işaret etmek geliyor içimden.
Yeter ki o ışıltı daha fazla parlasın.

Bu anlayışı yeniden yeşertmek, bu ışığı daha çok parlatmak için bütün mesaisini ortaya koyan Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici’yi bu nedenle her zamankinden fazla önemsiyorum.

Kullandığı her bilgiyi kendi bilgisi gibi satmak son derece kolayken, her enformasyon kırıntısının sahibinin adını zikreden ve bunun ısrarla altını çizen Ünsal Ünlü’yü bu yüzden daha çok takdir ediyorum.

Bir önceki yazımda Mustafa Mutlu’yu aynı saik ile yere göğe sığdıramıyorum.

Medyada etiğin bu kadar yerlere indiği, bu kadar kötü bir “gazetecilik” süreci yaşadığımız bir dönemde, üretene saygı anlamına gelen bu tür davranışların varlığını sürdürmesi ve çoğaltılması ancak bu davranışların altını daha fazla çizerek mümkün.

Baskın hocaya teşekkürümü, kendisine eposta mesajı göndererek ilettim. Ama bu olumlu ‘iz’in  çoğalması için burada da belirtmeyi görev addediyorum.
Biz az değiliz!
Daha  fazla görünmek ve çoğalmak zorundayız.


Baskın Oran > ArtıGerçek > Makalesinin tamamının linki:
Suriye politikamızda kimin eli kimin cebinde?

Brokoli ve Mustafa Mutlu

Mustafa Mutlu, sosyal medyada, GazetePencere’ye çizdiğim bu karikatürle birlikte paylaştığım kısa yazıyı, aşağıdaki şekilde Korkusuz gazetesindeki köşesine almış.


Geçmişte bir kader birliği vaki olsa da, bir yazarın, hasbelkader başka bir gazetede yazan çizen birinin yazısını kendi gazetesindeki köşesine alması ve ismini zikrederek onu onore etmesi, yazın hayatında pek görmeye alışık olduğumuz davranış kalıplarından değildir.

Çünkü bunu yapmak için arınmış bir kişilik, samimi bir alçak gönüllülük ve özgüvenli bir karaktere sahip olmak gerekir.

Neden burada bunun altını çizmeye çalışıyorum?
Ben siyasetçinin de, sanatçının da, yazarın çizerinde, okura, izleyiciye, üretimi sonucu ortaya çıkardığı ürün ile yansıttığı kimliği ile gerçek kimliğini arasındaki uyuma bakarım.
Anlamlı olan bu uyumdur.

“Dün dündür!” diyen siyasetçi iyi siyasetçi olamaz!
“Adam karaktersiz ama çok iyi söylüyor..”  diye sanatçı sayılamaz!
“Çalıyor ama çalışıyor!” diye övülen kişiye iyi yönetici payesi verilemez.

Ben Mustafa’yı ilk tanıdığımda, Star gazetesinin en “görkemli” zamanlarında gazetenin ekonomi müdürüydü.
Müdürler, gazeteye özel şoförleri ile gelip giderken Mustafa ortalarda yoktu!
Çünkü Mustafa Adapazarı’ndaydı.
19 Ağustos depreminde yazılarını haftalarca deprem bölgesine kurduğu çadırdan gönderdi.
Çadırda yatıp kalktı.
Depremzedelerin yaşadığı gibi yaşadı.
Onların soluduğu oksijeni soludu.
Onlara dağıtılan çorbayı içti!
Çünkü onlar gibi yaşamadan, onları yazamazdınız!

Sonra Mustafa ile Vatan gazetesinin -bağımsız gazete- sayfalarında, henüz gazeteler üzerinde yandaşlık fırtınaları esmezden önce yollarımız keşişti.
Derken gazete satıldı.
Satın alan grup, yazarların çizerlerin bir kısmını işten attı.
Mustafa’ya “Bizim istediğimiz gibi yaz!” dediler.
Mustafa bu ikbal teklifini, yıllarca işsiz kalma pahasına yüzlerine vurdu.
Konuyu bir de ‘Dön Kardeşim’ isimli bir kitap yazarak afişe etti.

Sonra, onunla, Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının en civcivli dönemlerinde televizyonlarda, Kral Çıplak programında beraber olduk.
Silivri yollarında en fazla ayak izi bırakan yazarlardan biri oldu.
Herkesin fotoğraf vermeye korktuğu, en riskli konukları programında saatlerce konuşturdu.
Sembolik bir direniş olarak ortaya koyduğu ve “Son kumpas esiri Silivri’den çıkana kadar üzerimden çıkarmayacağım” dediği  siyah gömleğini, son kumpas esiri çıkana kadar üzerinden çıkarmadı.

Sonrası da var. Ama uzatmayayım!

Bazı insanlar, sadece onların kırılma noktalarını zorlayacak testlerden geçmedikleri için dürüsttürler.
Böyle bir teste maruz kaldıklarında ne yapacaklarını bilemezsiniz.
Bazıları ise bu testlerden geçmiş ve kırılmamışlardır!

Yani demem o ki, bir gazetenin ekonomi bölümünü yönetecek düzeyde ekonomi bilgisine ve daha da önemlisi,  ilişki ağına sahip olan kişi hedefine onurlu gazetecilik yerine zengin olmayı koysaydı, bunu yapmakta  zorlanır mıydı?

İşte Mustafa’yı, en başta sözünü ettiğim “anlamlı uyuma” sahip olduğu için tekrar tekrar yazma ihtiyacı duyuyorum.
Mustafa gibi yaşamı ile yazdıkları uyuşan az sayıdaki yazarı diğerleri ile aynı kefeye koymuyorum.
Siz de koymayın.

Doktor, bu ne?

Doktor,
Bende mi bir enayilik var yoksa hakikatten “bu sefer” iyi bişeyler mi olacak ki abiler heyecanlı?

Bu kadar kör kör parmağım gözüne bir koltuk davasına nasıl yine böyle uhrevi anlamlar yüklenir?..
Hayır, bu maceranın sonu bizim arka pencereden bile ayan beyan görülüyorken bu sazanlık neyin nesidir doktor?..