LOMBOZ 31 ARALIK 2021 CUMA

 

KPSS: Penguenler neden siyah martılar neden beyaz?

 

Açıklık, şeffaflık yaşamdır.
Belirsizlik ve karanlık ise yok oluş!

Bir ülkede yönetimin yeterince açık ve şeffaf olmaması yaşamı güvensiz kılar.

Ekonomi, yargı ve adaletin doğru işlememesi tedirginlik ve korku yaratır!
Devamını Oku

LOMBOZ 25 ARALIK 2021 PAZAR

Uzaklarda arama

“Türkiye’de 18 milyon çocuk, yoksulluk sınırının altında yaşıyor!”
Böyle söyleyince ne kadar kolay kurulan bir cümle!
“Kuru ekmek yiyebiliyorlarsa aç değiller!” cümlesi kadar yüzeysel değilse de teknik ve istatistik soğuklukta!

Biraz açalım bunu:

Yoksulluk sınırının altında yaşamak, sadece her öğün baklava, börek yiyememek, eti bayramdan bayrama görmek demek değil!
Yoksulluk sınırının altında yaşamak, ayağına ancak ikinci el ayakkabı giyebilmek ya da okula beş kuruş harçlıksız gitmek demek de değil!

Peki ne demek? 

Şu demek:
18 milyon çocuk, beyninin; yani zekasının; yeteneklerinin; empati ve anlama gücünün doğru gelişmesini sağlayacak kadar protein alamıyor demek! 

18 milyon çocuğun boyu genlerinde ifade edilen düzeyde uzamıyor, fiziksel yapısı “fıtratında” yazıldığı vechile gelişmiyor demek! 

18 milyon çocuk, ileride analitik düşünceye sahip bir birey olmasını sağlayacak -yani kandırılmasını, biat ettirilmesini, körü körüne itaat ettirilmesini engelleyecek- pedagojik eğitimi alamıyor demek.

18 milyon çocuk, soru sormayan, önüne konulana razı olan, dolayısıyla dünya vatandaşı olamayan, çağdaş köle olmaya namzet robotlar olarak yetişiyor demek!

İşte yoksulluk sınırının altında bir çocuk olmak bu demek!

Gerekirse simit yemekle olmuyor!

Siz, her gün bir paket hibe makarna ile karnı doyurulan çocuğu beslediğinizi mi sanıyorsunuz?

‘Adrese Dayalı Nüfus Kayıt sistemine’ göre Türkiye nüfusunun 22 milyonu çocuk.
Bu sayı içerisinde sığınmacı olarak ülkemizde bulunan yabancı çocuklar yok!
Orların kaç kişi olduğunu da doğru bilen yok!
Avrupa’dan para isterken sekiz milyon, vatandaşa ifade verirken üç milyon!

Tüketici Hakları Derneğinin, TUİK ve Türk-iş verilerine dayanarak yaptığı son araştırmasına göre ülkemizde yoksul sayısı hızla artarak 66 milyona ulaştı.


Bu 66 milyonun biliyoruz ki en az 18 milyonunu çocuklar oluşturuyor. 

UNICEF yeni bir rapor açıkladı.

Dünya’da, pandemi döneminde 100 milyon çocuk daha yoksullaştı. 

Düşünebiliyor musunuz?
İşte bu 100 milyonun 18 milyonu bizden!


Karnı şiş fotoğraflarını gördükçe ah vah edip gözyaşları içinde yardım etmeye çalıştığımız Afrika açlar ligine çoktan dikey geçiş yapmışız!

Uçuyoruz, kaçıyoruz, devlerle yarışıyoruz, kıskanılıyoruz derken:
Ölmüşüz de, ağlayanımız yok!

 

 

Ne oldu Reyiz’in basketbol işi? 

O kadar palyatif yaşıyoruz ki, bazı olaylar gündemimize yıldırım hızıyla giriyor. 

Sonra aradan bir kaç gün geçiyor.
Yeni gündem eski gündemi buldozer gibi ezip yok ediyor. 

Eskisini ne hatırlayan var ne arayan soran?

Sağlığı ile ilgili, bir ABD gazetesi kaynaklı dedikodular ortaya atılınca, Reyiz hemen bazı danışmanları ile birlikte sarayın basketbol sahasına çıkış yapmış ve “harekette bereket vardır” diyerek bol bol eşofmanlı görüntüler vermişti.

“sağlığıma laf söyleyenler avucunu yalasın, basketbol oynayacak kadar iyiyim!” mealinde pozlar gazetelere servis edilmişti.

Hatta, basketbol topunu tutuşundan, yere vuruşuna, potaya karpuz atışı dediğimiz usulde sallayışından, durumu çözen TİP başkanı Erkan Baş:
“Fahrettin Altun ile ikinize karşı tek!. Gelin tek pota maç yapalım. 20’de biter. 15 sayı da avans veriyorum. Yenilen siyaseti bırakır!” diye meydan okumuş ama bir yanıt alamamıştı.

Ne oldu şimdi o basketbol partileri?
Hiç fotoğraf gelmiyor!
Saray ahalisinin spor yapması için illa Amerikalı’ların dedikodu yapması mı lazım? “Reyiz hasta!” demeleri mi gerekiyor?

Baro’dan çıkma Fevzi başkanı da de takıma alın.
Boy avantajı sizde. Yapın şu Erkan Baş ile bir müsabaka.

Sadece Nebati’nin gözlerine bırakmayın bu işi…

Hele maçı da alırsanız al sana bir başarı daha!

Nereden baksan anketlere iki puan ekler!

Alem görsün basketbol potası kaç köşe!

 

Rakip Televizyonları Üttürme Kurumu 

RTÜK’ün CeHaPe  kontenjanından üyesi olan İlhan Taşcı, ODA TV’ye yaptığı açıklamada dedi ki:
“RTÜK’te 800 personel var, sadece dört kanalı izliyor: FOX TV, HALK TV, KRT, TELE 1. Her bir kanalı izlemekle görevli 200 personel var gibi ironik bir tabloyla karşı karşıyayız. Çünkü öbür taraftaki kanalları izleyen kimse yok!”

2021 yılında, bu sayılan kanallara 71 adet ceza makbuzu ile 21 milyon 500 bin lira tutarında para cezası kesilmiş. Bunların dışında kalan onlarca yandaş kanala tek ceza yok!

Skor ‘71 – 0’ 

RTÜK’te karar verici kurulda 9 üye var.
Bu üyelerin  üçünü, muhalefet atıyor.
RTÜK Başkanı, muhalif partilerin atadığı üç üyeden biri olan İlhan Taşçı tarafından yapılan bu açıklamaya sinirleniyor ve cevap veriyor:

“İnsan çalıştığı kuruma bu kadar mı düşman tavırda olur?.. Adli ve idari tedbir alarak hakkında gereğini yapacağız!” diyor…

Farkındaysanız ne demiyor?
“Söyledikleri yalan!” demiyor. 

“Rakamları abartıyor! öyle bir rakam yok!” demiyor!

“Çalıştığı kuruma düşman!” diyor.


Peki Kurum, “yetmişbir’e sıfır” kime düşman?

Taşçı da Müdür’e yanıt veriyor:

“Beni tehdit edeceğinize doğru rakamları açıklayın!”

Şimdi siz hakim olsanız. RTÜK Başkanı “adli ve idari tedbir” kapsamında bu iki iddia ile karşınıza gelse, ne karar verirdiniz?

 

Çarpılan yatırımcı

Olay, merdi kıpti’nin, ‘maharetini anlatırken, suçunu itiraf etmesi’ hikayesine benziyor!

“Hazine’den sorumlu Bakan Nureddin Nebati diyor ki: “…15 liradan, 16 liradan, 17 liradan dolar alanlar büyük finansörler değil. Büyük finansörler, bu işin bir şekilde döneceğini bilir. Ama çarpılan kim oldu? Küçük yatırımcılar. Şimdi kara kara düşünüyorlar…”

Bu açıklamanın meali ne?

“Işıl ışıl gözlerimizle, bankalarla birlikte, bir gece yarısı Merkez Bankasının arka kapısından girerek yaptığımız bir operasyon sonucu küçük yatırımcıyı dut silkeler gibi silkeledik!” 

Koltuğuna yeni oturmuş bir Bakan, ilk başarısı olarak lanse etmeye çalıştığı  bu marifetlerini anlatırken aslında skandal bir itirafta bulunuyor.

Ekonomistlere göre; sonucu bilinerek, göz göre göre yapılan faiz indirimleri ve nass açıklamaları sayesinde zirveye taşınan dolar, Merkez Bankasının ve diğer bazı bankaların işbirliği ile bir gecede düşürüldü!
Bu operasyon için kimisi, sisteme 2 milyar dolar, kimisi de 40 milyar dolar sokuldu diyor.

Ne olduysa oldu!..


İşin özeti şu:
Ekonomi yönetimi, elindeki gücü ve yetkiyi kullanarak sistemi manipüle etti!
Yerli ve küçük yatırımcının elindeki doları ‘küt!’ diye bir gecede düşürerek, borsadaki tabiriyle “Keriz silkeledi!”


Keriz kim?
Maaşıyla ya da kenardaki birkaç bin lirasıyla, “Benden nass dışında bir şey beklemeyin!” cümlesi ile faizin düşeceği,  dövizin daha da yükseleceği anlamındaki net mesaja istinaden 16, 17, 18 liradan dolar alan Ak Partililer de dahil,  bu memleketin küçük yatırımcıları…

Şundan emin olun!

Bu vaka; aynı gün kargo merkezlerinde çekilen çuval çuval dolar fotoğrafları ile aynı dosyaya girip tarihe geçecek ve ekonomi kitaplarında okutulacak!

Tabi, Reyiz’in yazdığı makaleler arasında,

 

Çok güldüm

Trader ne demek?
Borsa, döviz benzeri finansal işlemlerde ulusal ve uluslararası piyasaları takip ederek, üye ya da takip edenlerine yatırım önerileri sunan kişi demek!


Eh, biliyorum.. Pek bilimsel bir tanımlama olmadı ama benim anladığım bu!

Sosyal medyada bir trader, danışmanlık yaptığı ve çökerttiği yatırımcılarının salvolarını karşılamaya çalışıyor!

“Senin yüzünden battık, bittik, bizi mahvettin!” diye kopmuş, köpüren “müridlerine” cevap verme çabasında…
“Ne dedim size! Düşerse şaşırmam dedim… Düşer bu dedim! Ama baktım herkes alıyor.. Ben de aldım.. Hep beraber battık!..”

Trader düşer demiş ama bakmış kimse dinlemiyor, herkes satacağına alıyor. O da almış ve hep beraber batmışlar!

Her şeyimiz ne kadar birbirine benziyor..
Hani “balıklı, başlı bir atasözümüz vardı.. Unuttum şimdi… 

O hesap!.. 

 

LOMBOZ  23 ARALIK 2021 CUMA

Sahte görüntüler, yalan dünyalar
Kendisiyle hiç karşılaşmadım. Tanışmadım. Görüşüp koklaşmadım!
Bir bardak çay içmişliğimiz yok!

Kişilik olarak nasıl biridir bilmem!

Muharrem Sarıkaya’dan söz ediyorum.
İHA, Gaziantep muhabirini, kameraların karanlık yüzünde tokatlayan ünlü Ankara gazetecisinden…

Sadece, ekranda izlediğim tartışma programlarında ‘iktidara yanlamış hallerinden’ ötürü gönül tribünlerimde ‘saygı duyduklarım’ platformunda oturmuyordu o kadar!…

Ama önyargı kötü!
Mutlaka iyi bir aile babasıdır. Arkadaşları nezdinde makbul bir yarendir! 

Bunlar ayrı.

İlk izlediğimde kesinlikle bilgisayar programıyla kurgulanmış bir parodi diye düşünmüştüm.
Çünkü kırk yıldan fazla içinde bulunduğum bu alemde, böyle “tavan düzeyde kibir efekti veren” bir vaka ile müşerref olmadım.

Usta çırak ilişkisi dönemlerinde, çıraklarını sıkıştıran, zorlayan, hayatından bezdiren ustalar, patronlar biliyorum.
Ama bu durumla alakası var mı?  


Bu konuya; bu olay üzerine, gazetecilerin ayarlarının bozulduğu yorumlarına itirazım olduğu için girdim.


Gazetecilerin hiç ayarı olmadı ki!

Ama bu ayrı birşey!

Özür dilemesine, “hata ettim!” demesine, kahrolduğunu ifade etmesine rağmen, hem kurumu tarafından anında kapı önüne konulmasına, hem -belkide- gazetecilik hayatını bitmesine neden olacak kadar büyüyen bu olay, aslında Muharrem Sarıkaya’nın bir muhabire tokat atması olayı değil!


İnanın, bu iş canlı yayın sırasında şu izlediğimiz şekliyle olmasa; hazırlık esnasında ya da kuliste cereyan etse, en fazla medya sitelerinde “iki gazeteci birbirine girdi!” ya da “ustası çırağını tokatladı!” denilir, geçilir, çoğu zaman olduğu gibi “kol kırılır, yen içinde kalırdı!” 

Hatta gariban muhabir ertesi gün gelir abisinden özür diler, o tokat atan eli öper, iş tatlıya bağlanırdı!

Gel gör ki, olay çok büyüdü!

Çünkü;

Olayın faili Muharrem değil!
Olayın sebebi atılan tokat da değil!

Ayın karanlık yüzünde, bir anda mesai arkadaşına çift dalması, ardından kontrolsüz bir pandomimle sıkıntısını rejiye aktarma hareketleri, öfke patlaması yaşıyor, ortalığı yakıp kavuracak sanılırken; ayın aydınlık yüzünde, uzay sakinliğinde bir atmosfer, konuğuna incelikli bir nezaketle sorular yönlendirmesi…

Ya konuk?
Sekiz yıldır Gaziantep Büyükşehiri yöneten, üç dönem milletvekilliği yapmış, daha önemlisi bu devlette iki buçuk yıl Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yapmış Fatma Hanım’a  “Arkadaş, bir dakika, ne oluyor burada? Hem de benim gözlerimin önünde! Aklınız başınızda mı?” dedirtmeyen, sert derili bir profesyonellik anlayışı;
Yarım metre önünde kopan fırtınadan saçları savrulurken hiçbir şeyi görmüyormuş gibi davranmasını sağlayan koyu kestane bir siyaset perdesi; 

Gözlerinin önünde, programcının ağzından saçılan nefret damlacıkları uçuşurken “Şeyrin çiçeği leylak rengi oluyor.. Şeyrin rengi baklava sarısı, fıstık yeşili…” şeklinde naif ve romantik cümleler kurduran umarsızlık iklimi

Ve bizlerin bu iki farklı dünyaya, bu iki kurgu düzene, ayın karanlık ve aydınlık yüzüne aynı anda tanık olmamızın husule getirdiği, ruhlarımızı yaran infial!

Anlamıyor musunuz?
Olayın faili, artık herkesin hissettiği ama gözüyle göremediği; parodi gibi çarpıcı bir akışla ortaya serilen: yapay duruşlar, mizansen hayatlar, yalan dünyalar, kameraların üst üste örtüşmeyen önleri, arkaları!..


Olayın faili, sulandırılmış gerçeklik!

 

Haftanın şeysi

“Ben o sırada yoktum. Cumhurbaşkanıydım!”

  1. T. Erdoğan / Partili Cumhurbaşkanı

“Ekonomi gözlerimdeki ışıltıdır.

Gözlerime bakın görüyor musunuz gözlerimdeki ışıltıyı!”

Nureddin Nebati / Maliye Bakanı

“Ülkemizdeki ekonomik modele illa da bir isim vereceksek ‘soygun modeli’ diyebiliriz!”
Türker Ertürk / Emekli Amiral

 

“İktidarın milleti keriz yerine koyduğu ve silkelediği anlaşılıyor!”

Merdan Yanardağ / Tele1

“Dolar çıkarken ne var bunda, çıkacak da inecek de diyenler, şimdi dolar inince göbek atıyorlar. O zaman çıkarken niye üzülmedin kardeşim?”

Engin Altay / CHP Grup Başkan Vekili

 

Tansiyon

Dövizin tansiyonu düştü mü?
Gün sonunda, son dönemdeki hızlı yükselmenin başlangıç noktasını ‘7 TL’ olarak kabul edersek, iktidar ekonomistlerine göre, “Usta”nın bir sihirli hareketiyle “dolar 7 liradan 11 liraya düştü!..”
Yeni bir şey deniyoruz dedikleri meğerse ‘kuantum ekonomisiymiş’
Yükselirken düşen, düşerken yükselen bir değer!..

Aşağıdaki paylaşım, bir doktorlar sosyal medya grubundan.
Kadim dostum Dr. Kemal göndermiş.
Meseleyi çok güzel özetlediği için buraya alıntıladım.


Hastanın tansiyonunu ölçtüm, biraz yüksekti.
Hocaya durumu anlattım, tuz verelim dedi.
“Ama hocam!” diyecek oldum, “tuz ver oğlum benden daha mı iyi bileceksin” dedi.
Bir kaşık tuz yalattık.

10 dakika sonra bir daha ölçtüm, “hocam tansiyon daha yükselmiş” dedim, “bir daha tuz verelim dedi”, “ama hocam bütün kitaplarda diyecek oldum”, “en iyi ben bilirim bu işi” dedi. hastaya tekrar tuz verildi.
Hasta kıpkırmızı oldu, artık hastanın gözlerine bakamıyorum bile ama dayanamadım bir daha ölçtüm tansiyonu.
Tansiyon tavan. “hocam hasta gidiyor!” dedim.
Artık eminim tansiyon ilacı verecek ya da en azından tuz vermeyecek.
“Hayır bu benim yöntemim, dünyada ilk kez ben uyguluyorum, daha çok tuz verin, tansiyon sebep tuz sonuç!” dedi.
Gözlerime inanamadım. Yine tuz verdik.
Hastanın bilinci gitti, sonradan öğrendik ki hocanın diploması yokmuş!..

Son durumu yine doktorlardan bir fıkra ile özetleyelim.
Doktor ağır yanık tedavisi gören hastasını inceleyip, “yanıkları anladım da vücudunuzdaki bunca kırık nasıl oldu?” diye sormuş.
Hasta inleyerek cevap vermiş.. 

“Arkadaşlar küreklerle vurarak söndürdüler!..

 

Para derdi

Emekli bir arkadaşım dedi ki:

“Hiç parası olmayanın bir derdi var.

Çok parası olanın iki derdi var.
Az parası olanın bin derdi var!”

Nasıl yani? dedim..
Kaynım pandemide işsiz kaldı. Bir süredir bizde kalıyor.
Ona bir oda verdik. Bir tencere bir terlik.. İdare edip gidiyoruz.

Lakin cebinde olmaz olası beş yüz dolar bir parası var.
Bir aydır hop oturup hop kalkıyor!
Dolar yükseliyor, seviniyor.. Dolar düşüyor karalar bağlıyor!
Yahu hepi topu beşyüz dolar. 

Ne harcıyor, ne arttırıyor, ne bozduruyor, Sabahtan akşama sayıp katlıyor.

Hayatımız her akşam bu beş yüz doların çevresinde dönüp duruyor.

Arkadaş, seni işsiz bırakan doların 2,5 liradan 8 liraya çıkması.

Oysa sen kilitlenmiş kalmışsın her saat beş yüz doların düştü mü çıktı mı mevzusuna.

Gözü haber kanallarının sağ altındaki dönüp duran rakamlarda!

Ne doğru düzgün bir dizi seyredebiliyoruz, ne belgesel, ne film!

Gizli bir kumanda savaşı var. 

Dizi reklama giriyor.. 

Hoop döviz kurları ekranındayız!

En sonunda, bunu aldım karşıma!

“Bak!” dedim. “Şimdi dolar düştü!..
Hükümet bir takım önlemler alıyor ama belli ki yine çıkacak!

Senin beklentin ne? Sence bu dolar nereye kadar çıkar, nerede bozdurursun?”
Düşündü, ‘hmm’ladı, ‘mmm’ ladı.. “Valla benim beklentim Haziran ayına kadar 20 Lira.. Yirmiyi gördüm mü bozduracağım!” dedi.

“Peki” dedim, O zaman sanki Haziran ayı gelmiş de dolar yirmi liraya çıkmış gibi kabul edelim, şu beşyüz dolarını bana 20 liradan sat! Yirmi liradan beşyüz dolar 10 bin lira yapar. Sana parayı trink vereceğim. Ama parayla, en azından Haziran’a kadar gidip tekrar dolar almayacaksın!.. Ondan sonrası allah kerim”
“Nasıl yani?” dedi şaşkın bir ifadeyle…
“Kardeşim senin hedefin bu değil mi? İşte ben o hedefi sana bu günden realize ediyorum. Daha ne istiyorsun?”

Gözlerini gözlerime dikti! Hin bir bakışla, “Bunu neden yapıyorsun, bir yerlerden sağlam bir tüyo mu aldın?” diye sordu..
La havle çektim!

“Arkadaş, ne tüyo alması!.. Ben şu evdeki  on paralık huzurumu satın almaya çalışıyorum. Bıktım her akşam şu dolar muhabbetinden. Azıcık aç ama huzurlu günlerime dönmek istiyorum ben!”

Bir anda kaşlarını çattı!

“Servet düşmanısın!” dedi..
Başka da birşey demedi. Odasına çıktı çantasını topladı. Kapıdan çıkarken “Servet düşmanısın!” cümlesini daha yüksek bir tondan yineleyerek kapıyı çarptı gitti!..

Şimdi eşimle de aramız bozuldu!

“Zor zamanında bir kardeşimi idare edemedin!” diyor!

Ev sessizliğe büründü. Kumanda bende, yine yarı aç yarı tokuz ama eski huzur geri gelmedi!..

Emekli Arkadaşımı sessizce dinledim. Teskin edebilecek bir şeyler söyleyeyim dedim birşey bulamadım!

Aklıma Ege Hoca’nın sözleri geldi!

“Ege Cansen hoca derdi: ‘Faiz yavru deve gibidir, girdiği evden, duvarı yıkmadan çıkmaz! Galiba senin bu durumundan biz de şöyle bir özlü söz üretebiliriz: ‘Dolar da ekonomi bilmez kayınço gibidir. Eve girince huzuru bozmadan çıkmaz!”

Boğuk boğuk bir şeyler söyledi..
Güldü mü, küfür mü etti anlamadım!

Telefon kapandı…

LOMBOZ 19 ARALIK 2021 PAZAR

 

Derin yoksulluk

Yoksul fare yok! Yoksul tilki yok! Yoksul karga da yok!

Yoksul böcek, yoksul karınca yok!

Yoksul cırcır böceği sadece çocuk masallarında var!

Cırcır böceklerinin karnı tok sırtı pek!
Gece yeşil kara kurbağalarına, gündüz kuşlara yakalanmadıkça sıkıntıları yok!


Doğada yoksul diye birşey yok!

Taksonomide; hayvanlar aleminin en tepesine bizzat kendisi, kendisi tarafından atanan; dini açıdan ise “yaratılmışların en şereflisi” olarak tarif edilen insan evladının yaşamında yoksul var!

Olmaz olası zekasını kullanarak kendi türünün yarısını, günlük 2 dolar olan yoksulluk sınırının altında yaşatmayı beceren “akıllı” insan evladının yaşamında!

Toprağın ve güneşin sere serpe verdiği nimeti adam gibi paylaşmayı beceremeyip, her gece 1 milyar kişinin yatağa aç girmesine göz yuman, her gün 48 milyon kişiyi açlıktan ölme sınırında yaşatan, ve her gün 25 bin, evet yazıyla yirmi beş bin insanın açlıktan ölmesini hesapta üzülerek seyreden insan denilen zeka küpü ama akıl fukarası…

Walmart’ı bilirsiniz.
Dünyanın en büyük perakende mağaza zinciri.
Cirosu, bizim yeni onaylanan yıllık bütçemizden fazla. 141 Milyar dolar…

2 milyon 300 bin çalışanı var.

Bazı ülkelerin nüfusundan çok..

Walmart ilk “metaverse” mağazasını açmış!
Tabii ki Walton ailesi için büyük mutluluk!
Şirketin Ceo’su Doug McMillon’un afedersiniz yanaklarını öpüyorlar!


Bakıyorum bazı “sanal dünyacılar” da seviniyor!

“İnsan evladının zekasının, alışverişi getirdiği zirve noktası” diye halay çekecekler!

İnternet’ten markete giriyorsun. Adeta bilim kurgu filmlerdeki ufoya binmiş gibisin..
Zemin bölmeleri asansör gibi inip çıkıyor. Duvarlar dönüp bir anda raflar oluşuyor.
Sanal alışveriş sepetin “küt!” önüne geliyor.
Sağda solda digital yönlendirme uyarıları, bip bip yanıp sönen ışıklar, derken hologram benzeri bir hatun “size bu alışverişinizde ben eşlik edeceğim!” diyor, indirim tüyolarını veriyor, avantajlı ürünleri gösteriyor.

Üç boyutlu ürünü gerçekmiş gibi raftan elinize aldığınızda ürünle ilgili tüm bilgiler, son kullanım tarihleri sağda solda peydah oluyor…

Hasılı kelam, kripto cüzdan ile ödemenizi yapıp gerçek bir alışveriş deneyimi yaşamış gibi mağazadan çıkıyorsunuz!


Bir bakıyorsunuz, evin balkonunda bir hareket!
Seçtiğiniz ürünler,  anında dron ile uçarak balkonunuza gelmiş!
Siz henüz oturduğunuz koltuktan bile kalkmamışsınız.
Öbek, göbek yarım ton!
Ne güzel değil mi?

Peki Walmart bu metaverse uygulamayı tüm şubelerinde kullanmaya başlayınca, 2 milyon 300 bin çalışanından kaç kişi işinin başında kalacak dersiniz?
Sadece yüzde 10’u!
İki milyon kişi işsiz!
Nasıl bir zeka bu?

Bilim, nasıl olur da günün sonunda sadece Walton ailesinin işine yarayacak bir araç şeklinde tezahür eder?

İşimizi kolaylaştırsın diye ürettiğimiz teknolojinin, nasıl olur da işimizi kaptırdığımız bir rakip haline gelmesine izin veririz?..

Tabi şimdi belki kızanlar da olabilir.
“Hep yoksulluk karikatürü, hep yoksulluk yazısı.. Nedir bu kardeşim?”

Cevabı ben değil, Yaşar Kemal usta veriyor:

Yaşar Kemal, kendisini, hep yoksulluğu yazıyor diye eleştirenlere, “bir ülkede yoksulluk varsa yoksulluğu yazmayan yazarın yazarlığından değil insanlığından şüphe edilir” diye yanıt veriyor..
Adam.. Adam!..

 

 

Fazla kasmayalım!

Beynimizin hipotalamus bölgesinde üretilip arka lobdan salgılanan ve adına ‘oksitosin’ denilen mutluluk hormonunu en fazla salgıladığımız zamanlar, müzik dinlediğimiz ve dans ettiğimiz zamanlar…

Yani bütün diğer koşulları sabit tuttuğunuzda, ortamda dans ve müzik varsa daha mutluyuz!

Mutluysak, daha az hastayız, daha az zayıfız, en önemlisi daha az salağız!

Çünkü insan evladının…
(Antre parantez, ben, cinsiyet ayrımcılığı konusundaki hassasiyetim nedeniyle, insanoğlu demek yerine ‘insan evladı’ demeyi yeğliyor ve öneriyorum çünkü misal; “insanoğluna, belli bazı obstrüksiyonları yapmazsan yaranamazsın!” gibi bazı negatif tespitler vukuunda kadınlar haksız bir şekilde yırtıyor!)

Neyse, insan evladının en ilkel dönemlerinden bu yana, müzik ve dans yani ses ve uyum, gücü ve birlikteliği, avlanırken güç ve birliktelik, savaşırken güç ve birliktelik… Yani özünde güvenliği besliyor..

Kendini güvende hisseden insan da mutluluk hormonu salgılıyor ve dolayısıyla bu hormon bünyeyi bir çok açıdan sağlıklı bir yapıya doğru teşvik ediyor…

“Peki güzel kardeşim, bu halay başı pozisyonunu kimselere kaptırmam diyerek birbirini kıran ve hadiseden üç ceset çıkaran arkadaşların olayı ne?
Müzik de var dans da var!” diyeceksiniz.

Tamam işte! Farkındaysanız olay henüz başlangıç aşamasında husule gelmiş az bir oynayıp zıplayabilselerdi ‘halay başı’lığı birbirlerine ikram ederlerdi.

O halde Enver Aysever’in kulakları çınlasın; “ver Çav Bellayı!”

 

Coğrafya kaderdir

Bir arkadaş yazmış, markete birkaç şey olmak için girdim. Peynirin fiyatına baktım. Hafızama aldım.
Diğer alacaklarıma da bir bakayım, sonra sepete atmaya başlarım dedim.
Bir tur attım. Dönüp en başa peynire geldim ki, fiyat artmış!
Keşke ilk baktığımda sepete koysaydım! Siz siz olun, ürünü alacaksanız hemeh sepete atın. Vazgeçerseniz nasılsa çıkartmak kolay!” diyor.

Aşağıdaki hikaye de çok güzel.
Antalya’dan çocukluk arkadaşım Ali, sosyal medyadan alıntılayarak paylaşmış.
Olay, acıklı durumumuzu çok güzel anlatıyor.

Belki benzerini her gün sizin de yaşadığımız, dudaklara hazin bir tebessüm yayan bir hikaye…

Ben de sizinle paylaşayım istedim.
Buyrun:

“Oğluma (8 yaşında) tasarrufu ve paranın kıymetini anlatabilmek için almak istediği bir şeyi (44 TL) para biriktirerek alması için bir kumbara aldım. Günlük harçlıklarından arttırdığı parayı kumbaraya atarken kaç lira biriktirdiğinin hesabını da yapıyor tabii.

Bir gün geldi, “Baba 44 TL olmasına 5 TL kalmıştı ama Trendyol’a baktım, benim almak istediğim roblox oyuncağı 65 TL olmuş” dedi.

“Zamlanmış oğlum, yapacak birşey yok, biraz daha fazla biriktirmemiz gerekiyor” dedim.

Sonraki hafta geldi. “Baba benim oyuncağın fiyatı 72 TL olmuş” dedi.
“Evet babacığım biraz daha zamlanmış” dedim.
Sonraki hafta biriktirdiği 70 TL’siyle umutsuz bir şekilde yanıma geldi ve “Baba, sanırım ben bu oyuncağı alamayacağım, ben biriktiriyorum o artıyor. ben biriktiriyorum o artıyor, bu sefer de 84 TL olmuş” dedi.

Çocuğa tasarrufu öğretecekken, yanlışlıkla enflasyonu öğrettik!”

“Evet oğlum bir şey daha var: “Coğrafya kaderdir”.

 

Gorillerin lülüsü neden küçüktür?

Hani derler ya “Doyduğun yer memleketindir!” diye..
Siyasetin ‘tehlikeli sularından’ azıcık uzaklaşarak bugün biraz bu gorilin lülüsü hadisesinden bahsedelim!

Canlıların hayatını, davranışlarını, kültür ve alışkanlıklarını belirleyen en temel etken onların beslenme biçimidir.

Gorillerin yaşam alanları dardır. Genellikle tek eşlidirler ve genellikle de eşlerine sadık olurlar. Bunun yanında cüsselerine oranla, testisleri ve cinsel organları bir şempanzeye göre oransal olarak epeyce küçüktür.

Bunu biraz tercüme edelim!
Yaşam alanları dar bir çevredir çünkü bitkisel beslenirler ve her şeyi yerler.
Yiyecek bulmak için uzaklara gitmek zorunda kalmazlar.

Tek eşlidirler uzaklarda yiyecek aramadıkları için eşlerini, ailelerini yalnız bırakmak zorunda kalmazlar. Bağlar daha fazla kuvvetlenir. Sadakat artar.
Halbuki şempanzeler öyle mi? Meyve ve termit ile beslendikleri ve yemek seçtikleri için yiyecek bittikçe tarama alanı genişler. Geride kalan, kapanın elinde kalır..

Testisleri ve cinsel organları küçüktür. Çünkü eşi hep yanındadır. Yeni neslin atası olabilmek için aşırı rekabet yoktur. Spermi, döl yolunun yumurtaya en yakın noktalarına bırakmak gibi bir yarış içerisinde değildir. Halbuki şempanzeler öyle mi?
Kıyasıya bir yarış sürer gider!

Buraya kadar başlıktaki sorunun cevabını anlamış olduk.

Gelelim asıl konuya!


Erkek goriller ergenlik yaşına geldiğinde, kabilede sıkıntı yaratmaya başlarlar.

Etrafındaki ailelerin karısına, bacısına sarkma eğilimleri gösterirler.
Yaşlı erkekler bazen bu adrenalini yüksek haytalarla başedemezler ve onu sürgüne gönderirler. Topluluğun sınırlarının dışına atarlar!

Yaklaşırsa, döverek hatta öldürerek cezalandırırlar.


O da ne yapar?
Kabileye gece ya da gündüz gizlice sızıp, küçük çocukları kaçırır!
Onları vahşice öldürür. İntikam alır!

Kabiledeki goriller, bu işsiz ve dışlanmış gorillerden, onların vahşi eylemlerinden kurtulmanın yolunu nasıl bulur biliyor musunuz?

Onların içinden en tehlikelisini seçerek anlaşır ve onu bekçi yapar ona bir de eş ayarlar!

Evet…

Kabilenin ileri gelenleri, çocuklarının kaçırılmasını engelleyebilecek en iyi elemanın en iyi hırsız ve katil olduğunu bilir.

Olay win-win’e bağlanır.

Hem kabile rahat eder. Hem bekçi goril işini ve eşini kaybetmemek için can havliyle çalışır. Verilen görevi yorum yapmadan, inisiyatif kullanmadan, moda mod, tam bir etaatle yapar!

Şimdi ben bu bir derslik biyoloji bilgisini anlattım ya!
“Bize ne gorilin bekçiliğinden, gorilin dukası bizi ne alakadar eder!” diyenleriniz olabilir…
O halde, şöyle bir etrafınıza bakın derim!
Yeni atananlara, eski atanmışlara…

Tutanlara tutunmuşlara…
Soranlara, sormayanlaraaa!..

Devamını Oku

LOMBOZ 17 ARALIK 2021 CUMA

 

 


Yeni bir şey denemek

 

Hafta içinde bizim televizyonlar, ilginç bir boks müsabakasının görüntülerini servis etti!

Medyamız sever böyle şeyleri.

Ama bizim derdimiz başka!

Biz bu olayın detaylarını sizin için araştırdık ve olaya, “buradan bize de bir ders çıkar mı?” diye baktık.

Olay Brezilya’nın Amazon bölgesinde Borba kentinde vuku buluyor!

Eski bir Belediye meclis üyesi ile mevcut belediye başkanı arasında bir kafes boksu müsabakası.


Kural kaide yok! Devamını Oku

LOMBOZ 12 ARALIK 2021 PAZAR

 

Meclise Anti-statik halı 

Bu yaz, 2,5 aylık meclis tatilinde TBMM’de hummalı bir çalışma vardı.

Yanlış anlamayın! Hummalı çalışma milletvekillerinin değil, mimar ve inşaatçıların çalışmasıydı. 

Daha önce de zaman zaman sert tartışmaların, hatta yumruklaşmaların yaşandığı yüce mecliste, bu çirkin görüntüler olmasın diye meclis mimarları düşünüp taşındılar, bu gerginlikleri azaltmak için bazı fiziksel önlemler aldılar.

Devamını Oku

LOMBOZ 10 ARALIK 2021 CUMA

Tuvalet Kağıdı 

 

Seka İzmit kağıt fabrikası kapatıldı. 

Yerine park yapıldı. ‘Sekapark!’


Kağıdı Kanada’dan almaya başladık.
Bazı yerel gazeteler kapandı.
Birçok dergi baskı maliyeti yüzünden yayınını durdurdu.  Devamını Oku

Vesayet, polarizasyon değiştirirken..

Pandemik gerçekler

Pandemi’nin başından bu yana neredeyse iki yıl geçti.
İki yılda dünyanın gelişmiş ülkeleri vatandaşına para dağıttı..
Bizimkiler ise dünyanın en değersiz parasını hediye ederek fakirlik dağıttılar.

Amerika, farklı teşvikler yanında istisnasız her vatandaşına 1400’er dolar dağıttı.

İngiltere evine kapattığı her çalışanın maaşının yüzde seksenini verirken, esnafa önceki yılın kazancının yüzde yetmişbeşini bir seferde nakit ödedi.
“Git evine yat!” dedi.

Almanya bütçesinin yüzde 11’ini desteğe ayırdı. Esnafa 50 Milyar Euro hibe desteği verdi. Çalışanların maaşlarının yanında hanedeki çocuk başına 450 Euro aylık destek dağıttı.

Japonya, bırakın yüzlerce milyar dolar desteği, pandemi biraz hafifleyince morali bozuk vatandaşının moralini düzeltmek için her isteyene hibe seyahat desteği dağıttı.

Türkiye’de ise, daha önceden de mali destek verilmekte olan muhtaç kişilere 3 kez, biner TL yardımda bulunuldu..
İhtiyacı olanın bankalardan 5 bin TL ye kadar kredi alabileceği açıklandı.
Ev almak isteyenler kredi alabilir, otomobil almak isteyenler kredi alabilir diye açıklama yapıldı.

Aşılanmaya rağmen,
her gün 200’ün üzerinde ölüm gerçekleşmesine rağmen,
salgının seyrinde bir değişiklik olmamasına rağmen,
İnsanlar Covid-19 virüsünden daha çok  fukaralık virüsüne odaklandı.
Maskesini bile haftada bir değiştirenler var!
Neredeyse 2. el maske piyasası açılacak!

Vatandas somun ekmeği bile et alır gibi almaya başladı.
Öğrenciler için, çay simit lüks oldu.

Lafı uzatmaya gerek yok!
Beceremiyorsunuz bu işi kardeşim!
Hiç de beceremediniz!
Seçim mi yapıyorsunuz, istifa mı ediyorsunuz? Ne yaparsanız yapın, terkedin şu koltuklarınızı artık!
Virüsten ölmeyenlerin, beslenme bozukluğundan ölmesini mi bekliyorsunuz?

LOMBOZ 5 ARALIK 2021 PAZAR

Borçla yürütülen ekonomi

AKP’nin Yirmi yılda yaptığı bütün icraatlar, üç buçuk dakikalık bir videoya sığdırılarak TRT1 de  Cumhurbaşkanının canlı sohbetinde vatandaşa iletildi. 

Düşünebiliyor musunuz?

Yirmi yılda, Londra tefecileri ve New York bankerlerinin kucağına düşürülmüş bir ülke!.

Devamını Oku