LOMBOZ 5 ARALIK 2021 PAZAR

Borçla yürütülen ekonomi

AKP’nin Yirmi yılda yaptığı bütün icraatlar, üç buçuk dakikalık bir videoya sığdırılarak TRT1 de  Cumhurbaşkanının canlı sohbetinde vatandaşa iletildi. 

Düşünebiliyor musunuz?

Yirmi yılda, Londra tefecileri ve New York bankerlerinin kucağına düşürülmüş bir ülke!.

Yirmi yılda, dışarıdan sermaye girişi olmadan nefes alamaz hale getirilmiş bir ekonomi!

..

Yirmi yılda, kamuya ait olup varlık fonuna devredilmiş kamu şirketlerini ölü fiyatına Arap milyarderlerine pazarlayarak, ancak ‘yoğun bakım odasında’ yaşamını sürdürmeye çalışan bir memleket!

Yirmi yılda, yok edilmiş bir orta sınıf, yüzde sekseni yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum edilmiş bir büyük bir vatandaş kesimi!

Yirmi yılda, vatandaştan 4,5 trilyon dolar para toplamış olmasına rağmen yaptığı neredeyse bütün yatırımları yap-işlet-devret modeliyle vatandaşın geleceğini, çocuklarını, torunlarını borçlandırarak betona gömmüş bir iktidar.

Cumhurbaşkanı’nın bu sürece ilişkin tek şikayeti ne oldu dersiniz?

“vidyodaki icraat görüntüleri biraz hızlı akmış”

Polis kahvehanede GBT sorguluyor.
Temel’e kimliğini soruyor.
Temel’in kimliği  yanında değil!

Israrla polise:

“Kimlik nedur, kağıttur! Ben buradayım.. Aha kendisi burada daa! Bizzat kendum burdayum!”

diyor..

Görüntü hızlı aksa ne olur yavaş aksa ne olur?

Vatandaşın kendisi ortada!

 

 

Haftanın Şeysi 

Lomboz köşesinde, bu haftadan itibaren “Haftanın şeysi” diye bir köşe başlatayım istedim.
Bu köşede haftanın en “şey!” cümlesini seçip yayınlayayım diye düşündüm.

İlki için o kadar çok aday cümle çıktı ki, ele allah ele, şu son iki cümleye kadar geldim.
Ancak bu ikisinden birini eleyemediğimden ikisini de “haftanın şeysi” olarak buraya almaya karar verdim! 

Ben bu kadarını kotardım. Birinciyi de siz seçin!

Aday 1: “Siz izin vermeden ben birşey söyler miyim efendim!”

Aday2: “Öncelikle kestane balının diyarı,  Zonguldak, Gökçebey, Pazarlıoğlu köyünden tüm dünyaya selamlar!”

 

Tıp camiası olarak son üç günün özeti!

Son cümleyi en baştan söyleyeyim.

Vehbi’nin kerrakesi yavaş yavaş ortaya çıkıyor!

Aslında doktorlara öyle söylendiği gibi zam filan yapılmadı!

İşin içinde bir takım döner sermaye paylarının maaş gibi gösterilmesi hikayesi var.

Ben bu kadarını diyeyim. Gerisini uzmanları anlatır..

Doktorların oluşturduğu bir sosyal medya grubuhda, durumu en güzel ifade eden bir mesajı, kendisi de Prof. Dr. olan Mustafa arkadaşım benimle paylaşmış..

Buyrun:

“Tıp camiası olarak son üç günün özeti:
Sağlık Bakanlığı doktorlara “hiçbişi” verince, kendilerine hiçbir şey  verilmediğini düşünen sağlık çalışanları bize de “hiçbişi” verin diyerek isyan bayrağını açtı.
Bunun üzerine Sağlık Bakanlığı hiçbir şey vermediği diğer sağlık çalışanlarının isteğini haklı buldu ve doktorlara “hiçbişi” vermekten vazgeçip hiçbir şey vermedi.”

Biz bunun böyle olacağını Reyiz’in bakanı neredeyse kulağından tutarak “Ne dedi, ne dedi? Rakam telafuz etti mi?” diye sormasından anlamalıydık.

 

Acı acı gülmek!

İsmail Saymaz anlattı: 

Yeni Maliye Bakanımız Nebati’nin biliyorsunuz, Pensilvanya’da FETÖ elebaşısı Gülen ile birlikte, 2013 yılında çekilmiş fotoğrafı sosyal medyaya düştü.

Fotoğrafta Gülen dışında altı kişi var. Nebati Bey Gülen’in hemen sağ yanında. Ceketinin iki düğmesi de ilikli.

Bu detayı aklınızda tutun. Burası çok önemli!

Ondan bir yıl kadar önce de İzmirli bir gazeteci grubunun Gülen ile yine Pensilvanya’da toplu fotoğrafı var.
Yine Gülen dışında karede altı kişi var.
Bunlardan biri de Doğan Medya Grup’un Ankara Temsilcisi Barbaros Muratoğlu.

“Ne var bunda?” diyeceksiniz..

karede bulunan herkesin ceketinin tek düğmesi ilikli iken, o sırada AKP’nin, cepheden savaş açmış bulunduğu ‘Doğan Medya Grubu’ temsilcisi Muratoğlu’nun ceketinin iki düğmesi de ilikli!

Karedeki diğer poz verenlere dokunulmazken, Muratoğlu, bu “aşırı saygı” yüzünden tutuklandı ve 6 ay hapis yattı.
Ondan bir yıl sonra, benzer bir karede yer alan Nebati Bey ise yine iki düğme iliklediği halde tutuklanmadı.
Dahası bugün Bakan olup paranın başına getirildi(!)


Bu bir fıkra filan değil.

Muratoğlu’nun tutuklama kararında aynen şu ibare bulunuyor: “…2012 yılında FETÖ Elebaşısının yanına gittiği, fotoğraf dikkatlice incelendiğinde diğerlerinin ceketlerinin tek düğmesi ilikli iken kendisinin iki düğmesini birden iliklediği…”

Kafalarında, “FETÖ ile mücadelede bir ciddiyet var mı yok mu?” diye soru gezdirenler bu kısa yazıyı bir daha baştan okusunlar!  

Acı acı gülsünler!

Bu memlekette mizah yapmaya çalışan biz zavallı karikatürcü ve mizah yazarı taifesinin üzerine bir çentik daha atsınlar!
Biz bundan daha gülüşlü ve daha düşündürüşlü bir mizah yapamayız ki!

 

Mizah artık boş iş mi oldu?

Bilgisayar teknolojisini keşfeden modern medeniyet; insan, yazılım ve cihaz üçlüsünü kombine ederek, Arttırılmış Gerçekliği (AR), Karma gerçekliği (MR) ve  Sanal gerçekliği (VR) icad etti. 

Sonra disiplin takıntılı bilim adamları bunların hepsini; artı yeni bulunacak ‘düttürü gerçeklik, dülili gerçeklik gibi gerçekliklerin’ tümünü bir şemsiyenin altında toplamaya karar verdiler.

Bunun adına da “Genişletilmiş Gerçeklik yani ‘Extended Reality’ dediler

Biz de boş durmadık.
Yirmi yıl süren bir kesintisiz iktidar süreci sonunda “Sulandırılmış Gerçeklik” denilen bir kavramı bulup geliştirdik!

Aslında bulduğumuz şeyin başka bir adı da var ama biz nezaketimizi bozmayalım!


Az önce fıkra gibi yaşanan “iki düğme” meselesini anlattık ve artık gerçeğin, mizahı solladığından bahisle, bundan böyle mizahçının rakibinin “sulandırılmış gerçeklik” olduğundan dem vurduk!

… 

Her gün önümüze gelen birbirinden komik vakaların, bir mizahçının kaleminden değil hayatın içinden çıktığını izlemeye başladık.
Şimdi, “Hayatın kendisinin mizaha dönüşmesinde ne zarar var?”  diyenler olabilir. 

Ama durum, iki düğme yüzünden altı ay hapis yatan adamın penceresinden baktığınızda o kadar komik görünmez! 

Mahir Mircan K. Youtube kanalı Pi Arte TV’de, Karikatürist Mehmet Çağçağ ile yaptığı söyleşide ona şu soruyu sordu: “Son yirmi otuz yılda hayatımızın içine giren absürtlüklerin, “yok artık bu kadarı da olmaz!” türünden olayların çoğalması, mizahçının ekmeğini elinden aldı!” fikrine katılır mısınız?

Çağçağ’ın bu soruya verdiği filozofça yanıtın altına imzamı atarak buraya alıyorum:

Çağçağ diyor ki:

“Ekmeğimizi elimizden alan, utanma duygusunun yokluğu! Utanma duygusunun olmadığı bir yerde, bir zaman sonra espri yapmak da manasız! Çünkü eleştiri dinleyene yapılır. İnsan gülme duygusunu yitirmiş ise, insan, insanı insan yapan değerlerden uzaklaşmış ise komedi anlamsızlaşır. Çünkü komedi bu değerler eşliğinde yapılır. Böyle bir ortamda, mizahçı Don Kişot durumuna düşse de; yel değirmenlerine karşı savaşır hale gelse de mizah durmaz!.. Su gibi akar yolunu bulur!…”

Ez cümle, Çağçağ demek istiyor ki, siyaset komiklik yaparsa değil, arsız olursa bizim işimiz zorlaşır!

Bu gün durum öyle mi, değil mi okuyana, izleyene bırakalım!

Tarımdan yeni müjde!

Gübre ve ilaç fiyatı %600 artınca çiftçi buğdayı mısırı artık gübresiz ve ilaçsız ekiyor.
“Ne çıkarsa bahtıma!” hesabı.

Çiftçi, gübre ve ilaç bulunduğundan bu yana ilk kez gübresiz ve ilaçsız ekim yapıyor!..

Dünyada, “çiftçisine, “küspe pahalıysa teşvik verelim, siz de küspe ekin!” diyerek küspe ekmeyi öneren tek tarım bakanı sayın Pakdemirli’ye yeni bir propoganda malzemesi çıktı…

Buyrun!
“Seneye herkes organik ekmek yiyecek!”

Tabii hala ekmek alabilecek durumda olan herkes!

 

—-

 

Lezbiyen zamanlar

Geçtiğimiz Cuma bu köşede; Sinop’tan, çocukluğumuzdan ve şimdi ‘Eski Türkiye’ diye garaip bir isim konulan saf ve naif günlerden söz ettik ya! O günlerin tanığı bir çok ‘yaşdaşımız’ aradı, yazdı, kendi tanıklıklarını anlattı.. 

Bunun üzerine o günlerden bir küçük anekdotu daha aktarmak içimden geldi. 

Sinop’ta, kimi yaşıtımız, kimi bizden birkaç yaş büyük Amerikalı asker ya da subay çocukları ile arkadaşlık yapardık. Onlar da çocuk ve genç. Biz de öyle..

Farkında olmadan karşılıklı akan müthiş bir kültür alışverişi.. 

O Amerikalı gençlerden biri, Sinop Sanat Okulu’nun yazları düğünlere kiraya verilen salonunun büyük pencerelerinden içeride yapılmakta olan düğün merasimini merak etmiş, pencereden şöyle bir izlemiş!.. 

Gözleri faltaşı gibi yanıma geldi, “Sizin burada ne kadar çok lezbiyen varmış!?” dedi şaşkınlıkla.. “Hiç ummazdım!”

‘Lezbiyen’ kelimesini ilk kez duyuyordum. Anlamını sordum!
Zar zor anlattı, zar zor anladım!..

“Allah allah! Nasıl yani, nereden çıkarttın bunu?” dedim..

“Baksana” dedi, içeride sarmaş dolaş birbirleri ile dans eden bir sürü kadın var!

Meseleyi anlayınca güldüm tabi..
Kendisine de izah ettim. 

O zamanlar taşrada, sosyetik olmayan küçük düğün salonlarındaki düğünlerde kadın kadına dans mecburiyetten kaynaklanan bir kültürel gelenekti.

Taşrada, hatta bırakın taşrayı, yakın zamana kadar büyük kentlerdeki semt düğünlerinde, kızların kızlarla dans etmesinden doğal birşey yoktu!..

Dans etme hevesi olan kızlar, kız kardeşi ya da teyze kızı duruken, tanımadıkları oğlanlarla mı dans edeceklerdi yani? 

Ben anlattım.. 

Artık o anladığı kadar anladı!

Onu da bırak, Anadolu’nun birçok yöresinde erkeklerin, erkek arkadaşlarıyla elele, hatta bir el omuzda bir el toka vaziyetinde dolaşmaları, bugün bile bir samimiyet ifadesi olarak sürdürülür ve yadırganmaz.. 

Naber?


0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir