Yeni Hükümet Kuruldu..
Yorum yok!..
Yorum yok!..
Bir ülkede, yargı bağımsız olmaz ise herkes bağımlı olur..
Yargı bağımsız olmaz ise yöneten padişah olur.
Yöneten, kendisi istemese bile padişah olur!. Çünkü o tren oraya gider!
Sonra hikaye bu ya, bir gün padişah’ın yolu sizin mahalleye düşer.
…
Çalmak fiili, ‘Çal’ kökünden türer. ‘Çal’ ise ayn zamanda başlı başına bir kelimedir. Bir ‘hareket dili’ olarak kabul edilen Türkçe’yi araştıran bir çok yazar; Çal’ın da, ‘Çak, çat,’ gibi ‘Ça’ kökünden türediğini söyler. Türkçe’de, köken bilim açısından ‘Çal’ gibi zengin arşive sahip başka bir kelime az bulunur.
‘Suratına çalmak, göle maya çalmak, Çal-çorak yer, çala kalem’ gibi farklı yerlerde ve farklı anlamlarda, bazen fiil bazen isim olarak kullanıldığı gibi atalarımız taşlık ve verimsiz yerlere de ‘Çal’ adını vermiştir.
Lakin Türkiye Cumhuriyeti devleti, devlet olalı bu güzelim kelimenin ‘götürmek’ anlamına gelen mealini bu kadar kuvvetli dolduran bir eylemle karşılaşmadı.
Götürülen paranın, dağıtılan rüşvetlerin, milyarlarca dolar olduğundan ve ‘en kralının bile’ başını yakacağından söz ediliyor. ‘Tora-man’ namında bir cengaverin bu tarihsel eyleminden yemlenenlerin, yargıyı, yasayı, meclisi merayı bir an önce ele geçirme telaşı işte bu korkudan kaynaklanıyor.. İşin tuhafı, bu bir sır değil.. Bunu herkes biliyor!..
‘Çalmak’ kelimesi bunca zengin etimolojisine rağmen bu eylemin anlamını karşılamaktan aciz kalıyor. Çünkü mana’da hatlar karıştı..
Çünkü bu memlekette bir süredir, ‘az çalınca hırsız, çok çalınca bey’ oluyorsun!..
Binali Abi, Teknokrat bi abi..
Siyasete karışmaz. Siyaset onun işi değil.
O yüzden şimdilik boşalan kadroya uygun..
Nereye kadar idare edecek, birlikte göreceğiz..
Benim muhtarım, 12 yıl boyunca kimsenin aklına gelmezken, 12 yıl sonunda siyasetin bir cilvesi sonucu Kaçak Saray’ın fetvalarına aracı olmak üzere ‘cinfikirli! danışmanların buluşuyla hatırlandı. Koskoca Cumhurbaşkanı (haftalık grup toplantısı da yok!) Vatandaşa mesaj vermek istediğinde Hyde Park’taki gibi bahçeye çıkıp boşluğa konuşma yapacak değil ya..
Muhtarların Cumhurbaşkanı ile buluşmasının bu ayın ilk haftası (Mayıs 2016) 25’incisi yapıldı. Ortalama 2 haftada bir, 400 muhtar Saray’a çağırılıyor. Bu durumda Yurt sathındaki 50 Bin muhtar 5-6 yıl daha “kızım sana anlatıyorum, gelinim sen dinle!” icraatını kurtaracak.
Peki ya muhtarlar, ekranda “alkış kıyamet” mutlu mesut resim vermekle birlikte gerçekte bu işe ne diyor.
Buyrun, hem cüppe giydiririlen, kep fırlattırılan hem de kapıda afedersiniz donuna kadar aranan muhtarlardan birini, İstanbul Siyavuşpaşa Mahallesi Muhtarı Selami Aykut’u dinleyelim ve gayrı yorum morum yapmayalım…
“Saray, muhtarı davet ediyor ama kalması, gitmesi için hiçbir masrafa karışmıyor. Bize bir belediye araç tahsis ettiğinden araca para vermedik. Fakat Van’dan, Trabzon’dan gelen insanlar için çok maliyetli oluyor. Muhtara konaklama için gösterilen bir yer de yok. Saray’ın bahçe kapısında üzerimizde telefon vesaire ne varsa, çok ince bir kontrolden geçirerek aldılar. Seçilmiş bir muhtarın o kadar ince ayrıntısına kadar aranmasını garipsedik. Saray’ın bırakın binasını, bahçesinde bile fotoğraf çekemedik. Her 100 metrede bir koruma vardı.”
Muhalif adayların çeşitli illerde yaptığı toplantılardaki manzaraya bakılacak olursa MHP’de taban, yorulan yönetimin artık değişmesini istiyor. Yine muhalif adayların topladığı imza sayısına bakılırsa delegeler de tabanla benzer düşüncede. Ama yönetim, siyasal tarihimizdeki birkaç örnek dışındaki tüm yönetimler gibi koltuğa yapışmış durumda. “Gitmem de gitmem!” diyor.
Onları seçip o koltuklara oturtanların; “Yeter artık! Biraz da başkaları otursun!” şeklindeki şimdilik saygılı ve ölçülü- taleplerine; “Bizi istemiyor olmanız gitmemiz için yetmez!.. Mahkemeye gidin!” diye cevap veriyorlar. Güya, ‘bazı kökü dışarıda unsurlar’ın iddialarına göre, erken davranan yönetim tarafından açılan davaların görüleceği özenle seçilmiş mahkemelerde, Tayyip’in hakimleri, bu güne kadar her kritik virajda iktidara destek vermiş olan yönetimi kollayacak ve kongreyi erteleme kararı alacak, bu arada da yönetim de boş durmayarak, kalan zamanda güç birliği yapmış olan muhalif adayların kimilerine olta atarak onları parçayacakmış!. Bak bak!
Bu “iftiraların” birinci ve ikinci adımı gerçekleşmiş olsa da “Yok yaa!.. Hadi canım sen de!” diye itiraz edenlerin sesi daha gür çıktığı için halen herkes böyle bir şeyler olmamış gibi davranıyor..
..Öff.. yazıyla anlatmak ne zormuş!.. İşte bana göre durumun özeti yukarıdaki karikatürde!..
Sadece Başbakanlıktan değil, nerdedeyse nikah şahitliğinden de azledileyazdığı söyleniyor.. (edit: Çok şükür sekiz şahitten biri oldu)
Bu ayın 22’sinde istifa ederek görevi devredecek.
Muharrem İnce’nin tespiti ile “23 milyon oy ile gelen biri olarak, 21 milyon ile gelen biri tarafından görevden alınıyor!.”
Hala bir itiraz şansı var!. Ancak, Reis’in ‘akıldane’si olarak “Komşularla sıfır sorun!” sloganıyla 2009’dan bu yana memleketin başını dış dünyada bunca ciddi belaya sokan, tarihin en ciddi pan-islamist hayalperestlerinden birinin gitmesi yine de kalmasından evladır.
Hiç kuşkunuz olmasın; pek yakında, ‘Milli Mal’ımızı kandıranlar listesinin en yeni satırını oluşturacak isim bu ‘Derin Stratejist Hoca’nın ismi olacak.
Krallık en çok da kralları korkutur. Korku ise zulüm yaratır.
Hele sizi, birileri koltuk altlarınızdan kavrayıp uçurarak çook zirvelerde bir yerlere bıraktıysa, yani oraya merdivenlerden basamak basamak tırmanarak çıkmadıysanız, bulunduğunuz yükseklikten korkmanız için yeterince sebebiniz olur. Çünkü merdiven yoktur. İnmek, çok fena bir şekilde ‘düşmek’ anlamına gelir. Düşmemek için ne gerekirse onu yaparsınız. En yakınlarınızın boynuna basmak da buna dahil..
Tarih bunun trajik örnekleri ile doludur.
Ancak düşmek kaderdir. Düşmekten kurtuluş yoktur.
Bu yüzden yüksekler en çok yüksektekileri korkutur.
Yerdekiler düşmekten neden korksunlar ki?
Davutoğlu; namı diğer ‘Hoca’, geldiği gibi gitti.
Parti içi temayül yoklamasının üçüncü sırasından, ‘ceketinin ense kısmından tutularak’ Başbakanlığa taşındı. Bir iki ‘kıpraşma, depreşme’ girişiminde bulununca, yine ceketinin ense kısmından tutularak kenara alındı.
Sayın Hocam!.. Mahzunlaşmanın manası yok! Koskoca profesörsün.. Kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?..