LOMBOZ 2 AĞUSTOS PAZAR 2020

Lomboz 2 Ağustos PAZAR 2020

 

Hocalarımız çok iyi?
Fakültelerimizde, yıllık yayın oranımız YÖK’e göre 0,3 

Yani bir yıl boyunca on akademisyenin sadece 3’ü bilimsel yayın yapıyor.

Biliyoruz ki, bilimsel yayın yapmadan bilim adamı olunmuyor.
İstatistiklere göre akademik kariyer yükseldikçe yayın oranı da düşüyor. 

Yani bir kere profesör olmuş ise, tamam olay bitti artık.
Zirveye geldim demiş, yayın yapmayı da bırakmış.

En iyi tıp fakültemiz dünya sıralamasında 251’inci sırada.

Dünyanın ilk 250 tıp fakültesi içinde de anlı şanlı tıp fakültelerimizden hiç biri yok..
Reklam ve tanıtıma, proje bütçesinden daha fazla kaynak ayıran üniversitelerin hocalarının Türkiye’de sentez ettiği tek bir ilaç yok!..
Amerikan vatandaşlarının moleküler genetik standardına göre üretilen ilaçları tüketiyoruz!
Tıp fakültelerimizde Nobel’in yanından geçmiş tek bir hocamız yok!.. (Aziz Sancar var demeyin.. Bilim hayatı yurtdışında geçmiş!)

Sadece Çapa Hastanesi civarında, Londra’nın toplamı kadar görüntüleme merkezi var, fakültelerimiz beheri minimum on milyonluk elektron mikroskobundan geçilmiyor ama tek bir genetik haritalama laboratuvarımız yok.
Kanser hastaları için yılda beş binin üzerinde genetik haritalama talebini Amerika’daki laboratuvarlara gönderiyoruz.

Bizim Cumhuriyet tarihi boyunca aldığımız patent kadar patenti Çin’in bilim adamları bir yılda alıyor.

Bu durumda Dünya TUS sınavı yapılsa bizim bilim adamlarımız, doktorlarımız, profesörlerimiz birinci, ikinci, üçüncü mü olacak?
Hayır, en iyisi 251’inci olacak!

Ama herkesin ortak söylemi!
Hocalarımız, tıp adamlarımız çok iyi..

Benim aklımın ermediği şey şu:
Bu tabloya göre bizim tıp adamlarımız hangi açıdan iyi oluyor?
Ha!.. ‘Efendilik’ diye bir uluslararası parametre var ise o açıdan olabilir!

Hepsi okumuş, işinde gücünde, efendi çocuk!
Ensesine vur, ağzından lokmasını al!

 

—-

Olmaz olmaz deme hiç

Biliyorsunuz, Ayasofya’nın, 1934 tarihli müzeye çevrilmesi kararı, Danıştay tarafından Temmuz ayında kaldırıldı ve Müze olan büyük salonu tekrar ibadete açıldı.
Yönetiminin Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmesi de Resmi Gazete’de yayınlandı.
Böylece, Müze iken gelen ayda 300 milyon TL civarında ziyaretçi geliri de ortadan kalkmış oldu.

Diyanet İşleri Başkanlığı çok paraya ihtiyaç duyan bir kurum. 11,5 Milyar Liralık Bütçesi, İçişleri Bakanlığı da dahil, 8 bakanlığın bütçesinden fazla.
Anayasa Mahkemesi’nin, Danıştay’ın, Yargıtay’ın, Sayıştay’ın bütçelerini üst üste koysanız Diyanet’in bütçesinin onda biri ancak ediyor.
Buna rağmen geçen yıl bütçe yettiremeyen Diyanet, yılın ortasında, hazineden ek bütçe talep etmişti.

Ne demek istediğimi anladınız..
Hazır Ayasofya uhdesine geçmişken istermisiniz Diyanet orayı bir şekilde yeniden müze ziyaretine açsın!..
Zira Hazine tamtakır!
Bu yıl ek bütçe istese de çıkmayacağı belli.

 

Haftanın Sözü

Canlıyken dirisini kimse yenemedi.  82 yıldır ölüsünü de yenemediler. Yenemezler!.. 

Hakan Bayrakçı

— —

 

1935’le okuma yazma oranı yüzde18 kadınlarda yüzde beş.

 

Osmanlıca ve dedenizin mezar taşı

Osmanlıca, arap harfleriyle yazılan Türkçe’dir.
Cehdedersen arap harfleriyle yazıp okumayı bir ayda öğrenirsin. 

İnternette dünya kadar kaynak var, kurs var.

Lakin eski metinleri okumak isterseniz bol miktarda Arapça Farsça ve ikisinin karışımından oluşturulmuş kelimenin anlamını da bilmeniz gerekir.
Zaten bunu bilmiyorsanız, yazılanları Türk alfabesiyle yazılsa da anlamazsınız.

Ağraz-ı faside’nin, Fecr-i sadık’ın, maslab’ın matruk’un ne anlama geldiğini bilecek kadar kitap okumamışsanız arap harflerine takla attırsanız okuduğunuzu anlayamazsınız. Çünkü mesele harf öğrenmek değil, kültürdür.

Dil hızlı evrilir.
Halkın kullandığı dil konusunda çok titiz davranan ve bu anlayış ile Türk Dil Kurumu’nu kuran ‘Atatürk’ün bizzat kaleme aldığı ‘Nutuk’un bile orjinalini bugün sözlüksüz okuyacak babayiğit sayısı çok azdır.

Harf Devrimi’nin yapıldığı 1923 yılında her 10 kişiden 9’u okuma yazma bilmiyordu.
1935’te ilk resmi istatistiğe göre  okuma yazma oranı yüzde 18 oldu. Kadınlarda ise oran hala yüzde beş idi.

Evet Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren on iki yıl geçmiş olmasına rağmen, onca eğitime, seferberliğe, kampanyaya rağmen halkın yüzde sekseninden fazlası hala okuma yazma bilmiyordu.
Osmanlıca cari iken bu oran yüzde doksan beşlerin de üzerindeydi.

Şimdi; Türkçe alfabeye geçildi, kültürümüzü kaybettik, “dedemizin mezar taşını okuyamıyoruz!” diye yalandan emmabadü ahüvaveyla ve dadıferyad edenlere Prof Ersin Kalaycı’dan gelsin..
Ersin hoca diyor ki:

“Dedemizin mezar taşını okuyamıyoruz diyorlar. 

Kaç tanenizin dedesinin mezar taşı var? 

Osmanlı’da sadece vezir vüzeranın mezar taşı vardı. Paşaların mezar taşı vardı.
Dersaadetin, sancak beyinin, eyalet valisinin mezar taşı vardı.

Reaya, ya göçer, ya da köylüydü..
Reayanın mermere verecek parası mı vardı da mezar taşı olsun?”

 

Dayağa karşı çıkan fahişedir!

Flippo Bruno 1550 lerde her yıldız aslında bir güneştir dedi. 

Yıldızların çevresinde gezegenler var dedi.

O gezegenlerde de canlılar olabilir dedi.

Vay sen mi bunu söylersin!

Kutsal kitaplarından, arzın merkezinin dünya olduğu ezberleyen ve tüm kainatın Dünya için var olduğu hıfzı ile kafa koparan Engizisyon Mahkemesi, Bruno’nun onurlu bir bilim adamı olarak görüşünde sonuna kadar ısrar etmesi üzerine onu bir kazığa bağlayıp diri diri yaktı. Yıl 1600 idi.

Buruno’nun yakılmasından 416 yıl sonra O’nun öngörüsünü milyar dolarlık Kepler Uzay Teleskobu ve gökbilimciler kesin kanıtlarla, fotoğraflarla ispatladı.
Dünya merkez değildi. Samanyolu Galaksisi’nin sarmal kollarından birinde bir garip güneşin etrafında dönen katrilyonlarca gezegenden biriydi. Uçsuz bucaksız Evren’de milyonlarca ışık yılı uzaklarda, başka canlıların olmaması imkansızdı..

Şimdi sosyal evrimi ortaçağdan geride kalmış birkaç kişi dışında hiç kimse Dünya düzdür ve kainatın merkezidir diyemiyor.
Güneş, Dünya’nın etrafında dönüyor diyemiyor.
Başka güneşler ve gezegenler yoktur diyemiyor.

Peki ne diyorlar?
Mesela, “İstanbul Sözleşmesi’ne evet diyenler zinhar zındıktır, fahişedir!” diyorlar.
Tüm Avrupa’nın imzaladığı ve özünde kadına şiddeti ve aile içi şiddeti engellemeye yönelik bu “imdat çığlığı!”nı savunanları ellerinden gelse Engizisyoncuların Bruno’yu yaktığı gibi diri diri kazığa bağlayıp yakacaklar!

Yavaş!..



0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir