Bu bölümdeki karikatürler, 2014 Temmuz’undan 2016 Temmuz’una kadar Ulusal Kanal’da Cuma Akşamları saat 21:00 de yayınlanan, Mustafa Mutlu’nun ‘Kral Çıplak’ programında ‘Canlı Yayın esnasında, gündeme ilişkin çizdiğim karikatürler’ den oluşuyor.. 2017 Aralık itibariyle yaklaşık bir buçuk yıllık bir aradan sonra bu kez aynı programa CEM Tv’ de yeniden start veriyoruz.. Yine Cuma akşamları, bu sefer saat 19:30 dan itibaren..

Haram

Din siyasetin emrine girdiğinde, din adamı ile yandaş gazeteci arasında fazla fark kalmıyor. Din adamı da gördüğünü değil, sadece görmesine izin verileni -hatta izin verildiğini düşündüğünü- görüyor. Misal; dünyayı sallayan rüşvet konusunda din adamlarından tek kelime duyulmazken yılbaşı ve piyango üzerine fetva üzerine fetva savruluyor ortalığa. Çünkü biri hakkında konuşmak hiç kolay değil, diğeri ise kolaylığı bir yana üste prim kazandırıyor. İslamcı mahallenin sağduyulu kesimi  ile iktidar arasındaki makas işte bu yüzden her geçen gün biraz daha fazla açılıyor. Tepedekiler kibirini yükselttikçe toplam samimiyet skalası aşağı düşüyor.  Eleştiri sesleri aynı mahalleden yükseliyor.
“..Asıl kafa yormamız gereken şu: “Bu din yorumu, bu din anlayışı bizi insanlıktan çıkarıyor. Dünyadan koparıyor. Hayatımızı ve insanlığımızı çürütüyor” diyenler mi İslam’a, İslam dünyasına kötülük yapıyor, yoksa “Bu çamur deryası içinde kimse sesini yükseltmesin hepimiz ritüellere bağlı kalarak hayatımızı sürdürelim” diyenler mi?..”
“..Siyasetteki başarısızlığımızı dinle örtüyoruz. Mimaride, sanatta, bilimde, teknolojide ve hayata tat ve yenilik katan birçok alandaki geriliğimizi dinle örtüyoruz. Yaşanabilir hayatlar kurmadaki yetersizliğimizi dinle örtüyoruz.
İslam ülkelerinin dünyaya kattığı en küçük bir değer yok. Buradaki akılsızlığımızı, tembelliğimizi dinle örtüyoruz. İbadetleri yerine getirecek organizasyonları yapmadaki yetersizliğimizi dinle örtüyoruz..”

Tırnak içinde alıntıladığım bölümdeki sözlerin sahibi Levent Gültekin.. Söylenecek daha fazla bir şey var mı?

Karikatür-29.12.2017/CEM Tv. Kral Çıplak

Paradoks

 

Kitaplardan öğrenen bir toplum olmadığımız için her musibeti yaşayarak öğreniyoruz.
Depremi de öyle öğrendik, Ergenekonu da..
Darbenin nasıl yapıldığını da darbeye kalkışıp nasıl başarısız olunacağını da -eğitimde dünya birincisi olan- Finlandiya’nın ortalama bir vatandaşının hayal edemeyeceği kadar detaylı biliyoruz.
Yarın Kahvehaneden bir vatandaş çekip “Anlat bakalım, Anayasa nasıl yapılır, nasıl yapılmaz?” diye sorsunlar!..
Mısır tarlasından bir köylü çağırıp “Yargı, Yasama, yürütme’ yi hele bir anlat dayı!” desinler!.
Terörün, sınır savaşının, kent terörünün inceliklerini onsekiz yaşında bir gençten bilgisayar oyunu gibi dinlesinler..

Uluslararası ilişkilerin nasıl doğru, nasıl yanlış yönetilebileceğini burnumuzu yerlere sürte sürte öğrendik. “Monşer” diye aşağılanan diplomatların önemini, eksikliklerini bilfiil yaşayarak hatim ettik.
Avrupa Birliği müktesebatını sular seller gibi yutmaz üzereydik ki süreç kesintiye uğradı.Son faslı kapatıp nihavent faslına döndük.
Üst düzey rüşvet konusunda Sadece “Rüşvetin belgesi mi olur ulan?” gibi sınırlı bir bilgiye haiz iken Zarrab sayesinde uzmanlık düzeyine eriştik.
ve şimdilerde Amerikan yargılama sistemi hakkında “master degree”yiz.
Peki..
Biz yaşaya yaşaya öğrendik de, bizi yönetenler kandırıla kandırıla hiç bir şey mi öğrenmediler?..
Tabi ki öğrendiler. Onlar da ‘Demokrasi Treni’ni, ineceklerini ifade ettikleri son istasyona kadar götürebilmek için dahi onu sürebilme becerisine sahip olmak gerektiğini öğrendiler. Köprüsünü, rayını, tünelini doğru düzgün yapabilme yeteneği gerektiğini, bu yeteneğin de kendilerinde olmadığını öğrendiler.

Paradoks bu;
O yeteneğe sahip olsalar, zaten bu trenden inme arzuları da olmazdı..

Gördünüz mü arabın Şam’ını!

GÖRDÜNÜZ MÜ ARABIN ŞAMINI?
“Kral Çıplak” bir buçuk yıl sonra yeni bir yuva buldu ve CEM Tv’de yayına başladı. Yine Her Cuma, bu kez 19:30 da kadim dostum Mustafa Mutlu ile yine birlikteyiz. Ben çizeceğim O anlatacak, söyleşecek, sadece “kral çıplak!” deme iradesi olan konuklarla gündemi değerlendirecek. (‘Cesareti’ değil ‘iradesi’ diyorum çünkü doğruları söyleyenler zaten daima güçlüdür. Doğruluk gücünün doğal cesareti dışında ilave cesarete ihtiyaç yoktur. Bu yüzden ihtiyaç olan cesaret değil iradedir. )
İlk program için haftanın karikatürü.. vaktiyle “İstersek Sabah namazını Şam’da kılarız!” diye babalananlara, bu gün geldikleri hazin durumda, arabın şamını göstermek üzere çizildi.

Kırmızı Oda

Kırmızı Oda: Türkiye’de Gazete Sayfa Tasarımının 80’li Yıllardaki Teknolojik Dönüşümü ve Cafer YARKENT’in Bu Süreçteki Rolü (Turkish Edition) (Turkish) Paperback – July 13, 2017
by İ. Bülent Çelik (Author)

Kapısından, ancak bu odaya giriş için tasarlanmış özel giriş kartını taşıyanlar girebiliyordu. Kırmızı oda, dördüncü kattaydı. Yani çalışma ofislerinin en üst katı.. Akademi, Coğaloğlu’na neredeyse ilk kez bu kırmızı odadan giriş yapıyordu. İleride ”orta ikiden terk grafikerlerin” yerini alacak olan ve hepsi güzel sanatlar fakültelerinden seçilmiş yirmi bir tasarımcı herkesten sonra iniyordu asansörden. Kırmızı koltuklar, kırmızı siyah masalar ve masaların üzerinde gazetenin henüz başka hiçbir yerinde olmayan bilgisayarlar.. Gazetelerin ‘Bilgisayarlı Tasarıma Geçişleri’ basın sektöründe devrim niteliğinde bir dönüşüm yaratmıştı. Bu devrimin sembolüydü “Kırmızı Oda” Gazetelerin haber kaynağından baskı aşamasına kadar bütün süreçlerini bilgisayar aracılığı ile yapabilir hale gelmeleri bütün Dünyada ve Türkiye’de 1980 ve 2000 yılları arasındaki 20 yıllık küçük aralığa sığdı. Bu değişimin Türkiye’de öncüsü, uygulayıcısı, eylemcisi adeta gazete gazete gezerek bu eylemi gerçekleştiren Cafer Yarkent olmuştu.. Bu kitap, Gazete tasarımını merkezine alarak, gazetelerin geçirdiği bu önemli teknolojik dönüşümü anlatarak yazılı tarihe bir kayıt düşmeye çalışıyor.

Amazon.com’da satışta..

Morebook.com’da satışta..

Aman doktor..

Cafer Abi’nin esprisini az yorumlayıp çizdim..:

İstihbarat Boşluğu

Gitgide büyüyerek başımıza musallat olan bu terör garabetinin sorumlusunu bölgede ikinci bir İsrail kurma hedefleri bulunan İsrail ve ABD’nin işi diye kestirip atmak ne kadar kolay!..
Peki ev sahibinin hiç mi suçu yok!
Bizim vergilerimizden maaş alan bizim istihbaratçılar ne iş yapıyor?..
Asıl sorumlu  -kendi ülkesel çıkarlarına uygun davranan- İsrail ve ABD mi?
MİT’i sadece muhaliflerini takip eden dedektiflik ajansı haline getirenlerin hiç mi sorumluluğu yok?
İstihbarat kurumunu terör odaklarına tırlarla  silah taşıyan nakliyat şirketine dönüştürenlerin hiç mi vebali yok!
Demokrasi getiriyoruz goygoyuyla ABD telkinlerini uygulayıp, ‘Askeri Elektronik İstihbarat’ı lav edenlerin, sivil istihbarat kurumu yöneticilerini kapı kulu edenlerin, istihbarat denilen ve bu işleri önceden haber almaya yarayan kurumların gözünü görmez, kulağını duymaz hale getirenlerin hiç mi günahı yok?

Yayın Yasağı

Patlamadan sonra ışık hızıyla yayın yasağı geldi. Artık neredeyse olay yerine ambulanstan önce yayın yasağı ulaşıyor. Son 3,5 yılda tam 125 olaya yayın yasağı konuldu. (*)
Teröristi takip edip engellemek yerine yayın yasağı koyarak başımızı bir süre de olsa kuma gömmek aksine her seferinde dedikoduların ayyuka çıkmasına neden oluyor? Bunu anlamak için 125 yasak yetmediyse pes!
(*) Prof Yaman Akdeniz. Bilgi Üniv.

Yine kandırıldık..

Aylık Faaliyet Raporu..