Gülnaz Şırınga Meselesi (birinci elden)

Bir başına Özlem Gürses ne yapsın?

Gazete Pencere; ilk çıktığı günden itibaren, bana gazetenin logosunun yanında bir, günlük karikatür alanı açtı.

Devamlı okurlar bilir;  o günden bu yana orada çiziyorum.
Bir de ‘Lomboz’ isimli bir mizah köşemiz var ki orada da her Cuma ve Pazar günleri kendi üslubumuzca, ortaya karışık, hem yazıyoruz hem de çiziyoruz.

Geçtiğimiz Cuma, bizim Lomboz köşesinde, Beyaz Saray güvenlik müdürünün, Trump geri gelmesin diye Beyaz Saray’ın dış kapı kilit göbeğini değiştirmesi haberimizin hemen üstünde yer alan, “Gülnaz Şırınga isimli hemşirenin,  Bahçeli’nin aşısını yaptıktan sonra evine giderken ‘canımızı yakanın canına okuruz’ sloganıyla darp edilmesi” haberi ses getirdi.

Ses getirmesinin nedeni, sağolsun Halk Tv. programcısı Özlem Gürses’in, bu mizah haberi bir an için gerçek haber sanıp programında okumuş olması. 

Gürses, sonrasında da “Hata yaptım, bu bir mizah habermiş!” deyip özür dilemiş ama öyle bir sosyal medya lincine uğramış ki o kadar olur! 

Halbuki; Hata insani, özür ise erdem.

Olay üzerine Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı “Personelimiz içinde ‘Gülnaz Şırınga’ isimli bir çalışan kayıtlı değildir!” şeklindeki açıklaması, bana, Gülnaz Şırınga haberinden daha komik gelmedi desem yalan olur.

Teyit.org’dan da aranıp “bu mizah yazısı, gerçekten de bir mizah yazısı mı?” şeklinde sorgulanınca yazmak şart oldu.

Aslında Özlem’in de, onu linç edenlerin de kusuru yok!
Kusur benim!..

Ya da benim gibi bu ülkede hala mizah yapacağım diye debelenenlerin..
Çünkü artık gerçek denilen şey o kadar absürtleşmiş o kadar mizah haline gelmiş, o kadar mizah ile yakınlaşmış ki bir mizahçının bununla yarışması söz konusu değil.

Tansu Çiller’in başbakan iken “Trabzon’u Akdeniz’in incisi yapacağız!” açıklaması sadece basit bir gaf idi.
Ya da Özal’ın Ahmet Özal ile ilgili iddialarda bulunan Erdal İnönü’ye -hesapta torunu Turgut’u kastederek- “Ahmet size ağır gelir, siz Küçük Turgut’la uğraşın!” demesi ve  SHP’li Cüneyt Canver’in işin içine Semra Hanımı da katan manidar cevabı, karşılıklı seviye sorunlu bir polemik idi.


Oysa bizzat Sağlık Bakanımıza ait olan “Bu hastalığa karşı elimizde güçlü bir koz var! Yakalanmamak!” sözü bir mizah yazarını kıskandıracak dolgunlukta, derin bir espridir. Üstelik de espri niyetiyle söylenmediği için etkisi katmerlidir.
Reanimasyon doktoru Hayati Abi’nin “Ölüme karşı elimizde güçlü bir koz var! Ölmemek!” demesi gibi bir şeydir.
Mizahçıyı, “Ben bunu nasıl Sağlık Bakanı’ndan önce düşünemedim!” diye hayıflandıran sağlamlıkta bir repliktir.
Bununla nasıl yarışırsın?

Misal; “İşsizlik artarken istihdamı da arttırdık” haberinin beyin yakan matematiği  herhangi bir mizah yazarı tarafından yazılırsa komik buluş sınıfına girer. Ama bunu TUİK, mizahçıdan önce yazınca mizahçı, elma şekerini kaptırmış ilkokul bebesi gibi eli böğründe, kalakalır!  

Misal; “Bizim arkadaşlar kızıyor ama yüksek faize karşıyım!” özlü sözünü, hem her şeyi bir kararname ile itirazsız uygulatma yetkisine sahip hem de bu icraattan sorumlu bir Cumhurbaşkanı söylerse, biz mizah yazarı olarak bu kaliteli buluşla nasıl yarışabiliriz?.

Misal; “Koronavirüs ile mücadele kapsamında uygulanan sokağa çıkma yasağında D-100 karayolunda uzun araç kuyrukları oluştu!” şeklindeki gazete haberi mizahın çapraz çelişkisini bihakkın taşımıyor mu? Mizahçı bunun üzerine nasıl bir buluş yapabilir ki okur da mizah ile gerçek olanı ayırt edebilirsin?

Misal;  anlı şanlı bir yandaş televizyonun, GTA 4 oyunun hileleri listesini yayınlayıp, “Fetö’nün darbe şifrelerini bulduk!” şeklinde yaptığı haberdeki cinlik, hangi mizah yazarının havsalasının ürünü olabilir? 

Mizahçı olarak “Üzerlerine biber gazı atılan direnişçiler gözyaşlarını tutamadı!” manşeti ile belki baş ederiz ama “Gökkuşağı simgeli ürünlere Ticaret Sanayi Bakanlğının +18 yasağı getirmesi” haberi ile nasıl rekabet edeceğiz?

Bir ülkede, gerçek ile mizahın arasındaki sınırın kalkması, mizahın gerçek, gerçeğin de mizah gibi algılanması mizahı üretenlerin değil, gerçeği üretenlerin sorunudur!

Gerçeği gerçek gibi üretin kardeşim, karışıyor sonra!


Haftanın Karikatürleri

lomboz 7 ocak 2021 cuma

Komedi gibi rektör

Taze Rektör Melih Bulu, Cüneyt Özdemir ile telefon üzerinden  görüntülü röportaj yapıyor.
Hoca, Rektörlük makam odasında.

O esnada, dışarıda pencerenin 20 metre ilerisinde öğrencilerin canhıraş protestosu var.
Gırtlaklarını paralarcasına yuhalıyorlar..

Sesler yayına yansıyor. 

Cüneyt Özdemir, telefonun diğer ucunda..  Soruyor.. “Sesler nedir?”

Rektör, gülerek, “öğrenciler..  Protesto ediyorlar galiba!” diyor. Ayağa kalkıyor. 

Pencerenin önüne geçip dışarıdaki öğrencilere el sallıyor!

Evet!.. Sanki onu alkışlayan, sevgi gösteren bir topluluk varmışcasına dışarı el sallıyor..

“Hallederiz, birazdan bir çay içer çözeriz!” gibisinden bir şeyler söylüyor..
Hoca: pencere dışındaki görüntüyü tam vermiyor, kayıtsız gülümseyerek bir süre el sallamaya devam ediyor.
Öğrenciler, Melih Bulu’ya tepkili ama meseleleri doğrudan Melih Bulu değil.
Gittikçe daha fazla otoriterleşen ve neredeyse nöbetçi öğretmenleri bile ‘tek adam’ işareti ile belirlemeye çalışan ve üzerlerine doğru gelmeye devam eden yoğun sise karşılar.

Sadece öğrenciler mi?
Boğaziçi’li öğretim üyeleri de devir teslim töreninde törene sırtlarını dönüyorlar!

Bu durumda bu iş nasıl yürüyecek?

Yürüyecek gibi değil!

Benden naçizane bir öneri:
Hocam çekmecelere fazla yayılma!..

Toplanman zor olmasın.

Kolay geldin, en azından kolay gidersin!

 

Türk Milletinin doğalgazla imtihanı!

Hatırlıyorum da doğalgaz gelince ne kadar sevinmişti insanlar..

Odun kömür taşımaktan, soba yakmaktan kurtulmuş, biraz kışın keyfini çıkartırız diye düşünerek sevinçle saatlerini taktırmış, kombilerini satın almışlardı.

Uzunca bir süre her şey yolundaydı.

Özellikle son dört-beş yıldır doğalgaz; bırakın kışın keyfini çıkarmanın aracı olmayı doğrudan karakışın bir numaralı stres kaynağı olmaya başladı.
Çünkü evin rutin masraf kaleminin bir ayrıntısı iken, ana gider kalemlerinden biri haline geldi. Kira gibi, araba taksiti gibi birşey oldu.

Hele bu günlerde memleketin kahir ekseriyetinin doğalgaz karşısındaki 5-0’lık hezimetini anlatmaya gerek yok.
Benim işçim, benim memurum, benim emeklim, yazın kıymetini anladı. Baharın gelişini daha bir yanık özlemle bekler oldu.
Hıdrellezler daha bir anlam kazandı! 

Kıştan çıkan vatandaş, savaş sonrası stres sendromu yaşıyormuşcasına bir süre boş boş bakıyor etrafına…


Yazın, düşen doğalgaz faturaları, kış gazilerini bir miktar terapi eder gibi olsa mutluluk fazla sürmüyor..
Hemencik kış geliyor vicdansız!

Artık her evin bir kombi sorumlusu var!

Dikkati oda sıcaklığının, gözü kombinin üzerinde..

Ayarlarında bunca dikkat ve ehemmiyetle bu kadar sık oynadığımız cihaz, bir kombi değil de bir Apollo modülü olsaydı çoktan ayın karanlık yüzüne yumuşak inişi gerçekleştirmiştik.

Kentlerine doğalgaz geldiğinde bayram yaparak kutlayanlar, şimdi borcundan kapanan doğalgazları yüzünden yeniden oduna kömüre dönerek ödenememiş fatura yığınının önünde yas tutuyorlar.


Avrupa’da hem maaşlar bizden çok yüksek, hem doğalgaz bizden çok ucuz!

Üstelik de Mavi Akım’ından Türk Akım’ına, Trans Adriyatik’ten Tanap’ına, Rusya-Türkiye doğalgaz boru hattı ile Anadolu bir doğalgaz ‘hub’u haline gelmişken!
Yahu doğalgaz neden bu kadar pahalı arkadaş?

 

Melih Blue

Haberciler, yorumcular, Boğaziçi Üniversitesi’nin istenmeyen rektörünün soyadını ısrarla son ‘u’ yu inceltip “Bulû” şeklinde uzatarak okuyunca, soyisim kulaklara ingilizce: ‘mavi’ ya da  ergenlik anlamında: ‘Blû’ şeklinde nakşediyor.

Arkadaşlar bunu niye yapıyorsunuz?
Ne mavi ne ergen!
Adamın soyadı Bulu.
‘Buldumcuk’un ‘bu’su, ‘sulu’nun ‘lu’su..
Bu-lu..
Lütfen!

 

 

 

Aşı kazanı el altından kaynıyor!

Ne, ne kadar geldiği belli. 

Ne gerisi ne kadar, ne zaman geleceği belli.

Ne aşıya ne zaman nasıl başlanacağı belli!
Ne gelen aşının yapılabilir olup olmadığı belli.

İlgili bilim merkezi, gelen aşının uygun olup olmadığını araştırıyor. sonuç 14 gün sonra çıkacakmış!

iyi de bunun aşıyı almadan önce zaten belirlenmiş ve aşının ona göre alınmış olması gerekmiyor mu?

Yani aşıyı alelacele mi aldık?

Yapılan bir araştırmaya göre Covid-19 konusunda şeffaf davranmayan ülkeler listesinde 100 ülkenin içinde 97. sıradayız..

Ve herkes biliyor ki gerçek kayıp sayısı, resmi olarak açıklanan 200 kişinin çok üzerinde.
Büyükşehir Belediyesinin verdiği sayıya göre sadece İstanbul’da ölü sayısı 94 kişi.
Basit bir orantı hesabı ile tüm Türkiye’ye oranlar isek kaybımız, “15 milyonda 94 kişi ise=>83 milyonda 520 kişi” yapar. 

Aşının geciktiği her gün en azından 520 vatandaşımızı kaybediyoruz!
El insaf!


Trump ortalığı karıştırdı

Seçimleri kaybedince “hile yapıldı!” gerekçesine sarılan ve birkaç gün önce çaresizlikle: Georgia Eyaleti seçim sorumlusunu telefonla arayarak “seçim sonucunu değiştirin!” baskısı yaptığı skandalı ortaya çıkan Trump’ın, bindirilmiş kıtaları Washington’da Kongre’yi bastı.
Kongre oturuma ara verdi. ve Başkent’te 12 saat sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 

Peki ne olur?

Hiçbir şey olmaz!
Trump, bu ayın 20’sinde başkanlığı efendi efendi Biden’e teslim edecek ve saunaya girer gibi uzun süreli bir yargılanma seansına girecek!..
Bu kadar dezenformasyonla iktidar saltanatını sürdüren Trump, aslında buraya kadar iyi bile geldi!..

Ama maatteessüf sandık var ise dışarıdan en güçlü gözükenin bile garantisi yok!
Yeter ki sandık sayımları sonucu yenilgiyi tescil etsin!

Amerikan başkanı olsan çaresi yok!

Tıpış tıpış gideceksin!

 

Lomboz 10 OCAK 2021 Pazar

Lomboz 10 OCAK 2021 Pazar

Ten teması

Yaz tatillerinin sonunda, güle oynaya, heyecanla okullarına dönen çocukların özledikleri, okuldan ziyade arkadaşları olurdu.

Yazları ne kadar eğlenceli geçerse geçsin, “Okulunu özledin mi?” yollu sorulara “Evet!” yanıtı veren çocuklar, aslında o ‘evet’i özledikleri arkadaşları için verirlerdi.

Nereden mi biliyorum?

Kendimden!..

Ben öyleydim…

Dersler ya da sınıf değildi özlediğim..

Işıklarda uyusun; Artık annemiz gibi olmuş, Muazzez  öğretmenimi de özlerdim.

Ama daha çok bizimle aynı mahalleden olmayan arkadaşlarımı, yaz boyu göremediğim uzaklardan gelen, aynı sınıfta buluştuğumuz, yıl boyunca alt alta, üst üste oynayıp eğlendiğimiz arkadaşlarımı özlerdim!

Yoksa, kitaplar çantamda!

Dersi neden özleyeyim ki?

Şimdi, o duvardan bu duvara, çılgınca bisiklet sürerek, depresif ruhlarını site bahçelerine boşaltmaya çalışan çocuklarla konuşuyorum..

Onlara soruyorum:

“Daha çok okulunuzu mu, sınıfınızı mı, öğretmeninizi mi, arkadaşlarınızı mı  özlediniz?

Ne cevap veriyorlar biliyor musunuz?

“Hepsini ama en çok arkadaşlarımızı?”

Oysa, öğretmenlerini ve arkadaşlarını, ellerindeki cihazlarla, sabah akşam, canlı canlı görebiliyorlar!..

Soruyorum:

İyi de, arkadaşlarınızı telefonlarınızdan görüntülü aramıyor musunuz?

“Arıyoruz. Ama öyle olmuyor!”

İnsan, neyi yitirdiyse onu arıyor!..

Çocuklar da yitirdikleri “ten temasını” arıyorlar!

Uzaktan eğitim, teknoloji, robot, sanal zeka, sanal gerçeklik, hologram, sterooskopik görüntü, inovasyon, 3D falan filan… Tamam da;

İnsanın, milyon yıllık “dokunma” ihtiyacını karşılamıyor hiç birisi…

Farkında olmadan pandemi bize “birbirimize dokunma” ihtiyacımızın ne kadar gerçek bir ihtiyaç olduğunu öğretti.

Dokunmayı kaybedersek, yavaş yavaş insanlığımızı da kaybedeceğimizi öğretti!..

“O her görüştüğünde tokalaşmak, öpüşmek de neymiş abi.. Bundan sonra böyle!..”

Mi acaba?

Bu, evrimimizle milyonlarca yılda genlerimize işlenmiş;

“sana güveniyorum!” anlamına gelen tokalaşma;

“Seni kardeşim gibi seviyorum!” anlamına gelen yanağa bir öpücük nakşetme;

“Sana aşığım!” anlamına gelen dudağa bir öpücük kondurma, öyle kolay biter mi sanıyorsunuz?

Bitmeyecek…

On pandemi de geçirse, yüz pandemi de geçirse yüz birincide yine birbirine dokunacak insan.

Maymunun, sevdiği maymunun bitini ayıklamasından beri gelen bir genetik ritüel bu!

“Ten teması”

Kolay Bitmez!

Boğaziçililer terörist mi?

“Bir kısım elit bunlar!” denilen ama nasıl elitse, kendilerini yakalamak için rezidanslar değil de gecekondular basılan Boğaziçi Üniversiteli gençler konusunda kimlik karmaşası sürüyor!

Bu gençleri Erdoğan: “terörist!” olarak nitelerken, taze rektör Bulu: “Bizim çocuklar” olarak tanımlıyor.
Arası yok!.. 

Aslında arada uçurum var!..
Terörist mi, sizin çocuklar mı?
Konuya en sanatsal teşhisi her zaman olduğu gibi Bahçeli koyar ve konu kapanır diyoruz ve Bahçeli’nin ne dediğine bakıyoruz..

Bahçeli, “Menhus emeller” temalı açıklama metnini çekmeceden çıkartıyor: “Türkiye’yi çok tehlikeli bir tartışma ve kamplaşma girdabına sürüklemek maksadıyla el ovuşturan, hava koklayan, fırsat kollayan menhus emeller ve karanlık çevreler son günlerde tahrik kampanyalarına hız vermişlerdir. Ülkemizin sinir uçlarını tahriş ve tahrip etmek niyetiyle müsait ortam yoklayan mihrakların iç barış ve toplumsal huzurumuzu kirli bir senaryo çerçevesinde bozma teşebbüsleri ne gözlerden ne de dikkatlerden kaçmıştır. Kaos failleriyle kargaşa figüranları son kozlarını oynamak için tekrar nifak sahnesine çıkmışlardır.” şeklindeki ezber ettiğimiz 3 numaralı açıklamasını okuyarak konuyu bağlıyor.

Biz de bu yaşlarına kadar dersten burnunu kaldıramadan sınava girip 550 puan alarak Boğaziçi’ne vasıl olmuş yirmi-yirmi bir yaşlarındaki gençlerin hangi ara “kaos faili, kargaşa figüranı” olmayı becerdiklerine, ne zaman nifak sahnesi oyuncusu olmayı başardıklarına şaşarak, kımıldamadan duruyoruz.. 

İlker Başbuğ ne dedi?

İlker Başbuğ iktidar cenahındaki herkesi kızdıracak ne dedi ki?
“Menderes, ekonomi kötüyken erken seçime gitseydi darbe olmazdı!” dedi.
Bu bir tespit.
Doğru ya da yanlış dersiniz. Katılırsınız ya da katılmazsınız olur biter!
Genel kurmay başkanı iken, tüm askeri karargahlara komuta ediyor iken, güç elinde iken,  darbeye meyyal olsa yapabilecek güçte iken yapmamış bir asker, şimdi emekli olduktan sonra mı darbe yapacak?
Bırakın allahaşkına!
Bu öncelikle bir yapay gündem oluşturma çabası.. Tamam!
Bence bu empatiyi yaptıran asıl sihirli imge cümle içerisinde “ekonomi kötüyken!” tanımının geçmesi..
A canlarım! Siz bu tanıma neden empati yapıyorsunuz.. 

Sizin ekonominizde bir sorun yok ki!
Var mı yoksa?

 

 

Haftanı karikatürleri

Hayır Hasenat..


Hayat insanı nasıl da bozuyor(!)
Ben hep, kimilerince “dinci” tabir edilen muhafazakar entellektüellerin, gerçekten kendisine karşı dürüst olanlarının bir gün solcu olacaklarına inanmışımdır.
Bu çocuk da öyle umduklarımdan biriydi..
Ama olmadı..


Bu çocuk TRT’de ‘Ayrıntı’ isimli bir program yapardı.
Genç bir öğretim üyesi..
Ara sıra denk gelir dinlerdim..
Muhafazakar kesimin bir nebze okumuş-yazmışlarını, felsefeye dokunmuşlarını programına davet eder onları konuştururdu.
Zaman zaman anlamak için dinlediğim, anlayabilir miyim diye dinlediğim muhafazakar yazarlar ile tanıştığım programlardan biriydi.
Çok farklı felsefe ve düşünce yöntemine sahip olsam da dinlemeye diğer bulduğum yanlarını not ettiğim muhafazakar entellektüeller.
Ben dinleyerek bir sonuca varamadım!
Ama bu genç arkadaş, sunarak, vardı belli ki!

Hakikatten bu, o mu diye geriye dönüp araştırdım.
Öyle ya, isim benzerliği filan da olabilir.
Ama maatteessüf  oydu.
O uzun saçlı, edepli, gelecek vaadeden genç muhafazakar entellektüel, bu gün iktidarın nizamname tebliğci başısı haline getirilmişti.
Birkaç maaşlı bir tebliğci başı!.
Kariyer ve konformizm uğruna kaçırılan kalıcı olabilme fırsatı.

Hayır hasenat ile tüy dikti!..
Hayırlısı olsun…

 

Lomboz 4 Aralık 2020 Cuma

Batan Gemi


Israrla gemi batmadı yüzüyor diyorlar..
Halbuki biz gemiyi denizin dibinde, mercan kayalıklarının üzerinde görüyoruz.
Etrafında balıklar var.
Gemi dipte!

Devamını Oku

Batan gemi..

Israrla gemi batmadı yüzüyor diyorlar..

Halbuki biz gemiyi denizin dibinde, mercan kayalıklarının üzerinde görüyoruz.

Etrafında balıklar var.

Gemi dipte!

Hayır, gemi yüzüyor diyorlar!

Denizi gösteriyorlar.. Bakıyoruz..

Gözlerimizle denizin üstünü ufka kadar tarıyoruz.

Gemi yok!

Deniz gözlüklerimizi takıp denizin dibine bakıyoruz.

Gemi suyun dibinde yatıyor..

Ama onlar ısrarlı.

“Gemi batmadı!” diyorlar.

“Yüzüyor!” diyorlar.

Zaman sonra anlıyoruz ki baktığımız gemi aynı gemi değil.

Başka gemilere bakıyoruz.

Onların gemileri yüzüyor.

Bizimkisi batmış!

Batan gemi bizim gemimiz..
Baş bodoslaması kırık!
Karina kaplamaları yırtılmış..
Bordasında kosmocaman bir delik var..
İçi boşaltılmış.
Randa yelkeninin çördek yakasına çektiğimiz ay yıldızlı bayrak lime lime!

Onların gemisi, atlastan yelkenleri ile suları yalayarak, uçarcasına kaybolmuş ufukta.

Bizim gemi dipte.

Meğer aynı gemide değilmişiz!

Bizim gemi mercan kayalıklarının üzerine omurgası kırık bir balina ölüsü gibi yatıyor.

Etrafında balık sürüleri var.

Onların gemisi yüzüyor..

Haftanın karikatürleri

Haftanın karikatürleri