Bilirkişi Vakası

Aslında Hukukçu İlhan Cihaner ve  TELE1 haber yorumcusu Murat Taylan konuyu çok net ve anlaşılır biçimde ortaya koydular.

Konuyla yakından ilişkisi olmayanların ve sayısı az da olsa her cenahtan kafası karışanların netleşmesi için konuyu bütün boyutlarıyla ve kısaca bir kez de buradan özetleyelim.

İmamoğlu bir basın açıklaması yapıyor ve kendisi hakkında açılan neredeyse bütün davalara atanan ve bu davaların tamamında aleyhte rapor hazırlayan bir bilirkişinin ismini veriyor.  Elindeki dosya bilgileri ile “Bu nasıl bir tesadüftür?” diyerek kendisine yapılan bir kumpası ifşa ediyor.

Peki nedir bu bilirkişi olayı?

Bilirkişiler, isimleri, sicil numaraları ve uzmanlık alanları ‘Bilirkişilik Bölge Kurulu Başkanlığı’ tarafından kamuya açık olarak her yıl yayınlanan, Türkiye’nin belirli bölgelerinde, çeşitli alanlardaki uzmanlardan oluşuyor. (1)

Bu bilirkişiler, jeoloji, tarım, şehir ve bölge planlama, muhasebe gibi çok sayıda alt uzmanlık alanlarında dosyalara bakıyor. Bazıları tek alanda, bazıları birden fazla uzmanlık alanında bilirkişi olarak rapor hazırlıyor, kendi alanlarında bu raporlarla, hakimlerin hukuki uzlaşmazlıkları karara bağlamasına destek veriyor.
Bilirkişiler, bazı davalarda tarafların üzerinde uzlaştığı kişilerden oluşurken çoğunlukla bu listelerden, hakim tarafından resen yani kimseye danışmadan, hakimin kendi kararı ile seçiliyor ve 2025 tarifesine göre bilirkişi her bir işlemden 1.600 ile 4.400 TL arasında ücret alıyor.

İstanbul bölgesinde 8 bin civarında kayıtlı bilirkişi bulunuyor.
Bu alt uzmanlık alanlarında, İmamoğlu ve İBB hakkında oluşturulan suçlama dosyalarının bilirkişisi olabilecek mahiyette en az 1500 uzman bulunuyor.


Şimdi gelelim İmamoğlu’nun basın açıklamasına!

İmamoğlu , açıklamasında, kendisi ve İBB ile ilgili dosyalara 1500 bilirkişi arasından yıllardan beri sürekli ‘SB’ isimli bilirkişinin seçilmesini, bu kişi tarafından imzalanan tüm raporların aleyhte olmasını, heyet halinde yazılması gereken raporları o tek kişinin, tek başına imzalamasını, bir kumpas olarak niteledi.

Dolayısıyla, bu tesadüf olması mümkün olmayan kasıtlı eşleşme sonucu mağdur edilen Ekrem İmamoğlu, ifşaatta bulunarak konuyu kamuoyuna mal etti.

Biraz daha açalım!
16 Milyonluk bir kentin belediye başkanı; hakkında sürekli açılan mesnetsiz iddialarla örülmüş davalar yüzünden meşgul edildiğini ve verimli çalışmasına engel teşkil edecek girişimlere maruz kaldığını iddia etmekte, üstelik bu davaların bir anlamda yürütülmesini sağlayan bilirkişinin sürekli SB olarak ismi geçen kişi olduğunu dosyalarla ispat eden bir ifşa açıklaması yapmaktadır.
Hatta bu bilirkişinin İBB lehine yazdığı tek raporun bulunduğunu ancak onun da bir önceki yönetim yani Ak Parti yönetimi dönemine ait olduğunu dosyalarla ortaya koymaktadır.

Cumhurbaşkanlığı sürecinde de en muhtemel muhalefet adaylarından biri olduğu kabul edilen ve bu günkü koşullara göre anketlerde kazanması neredeyse kesin görülen İmamoğlu, bütün bunların kendisine yapılma nedeninin İBB’de başarısız gösterilerek önünün kesilmesi amacını taşıdığını ifade etmektedir.

Bu bir basın açıklamasıdır.
Dolayısıyla bu mesele, basın açısından her yanıyla ortaya konulması gereken ciddi bir araştırma konusudur.
Vaka gerçek ise hukuk açısından vahimdir. Binlerce bilirkişi içerisinden hep bu aynı bilirkişiyi seçen de sonuçta bir hakimdir. Peki bu hakim ya da bu hakimlere bu bilirkişiyi seçtiren kimdir?

Haliyle, İmamoğlu’nun bu ifşaatta bulunduğu basın toplantısı sonrasında, basın toplantısını izleyen tanınmış bir gazeteci (Barış Pehlivan) doğal bir gazetecilik refleksi ile sözü edilen bilirkişiye telefonla ulaşmış, kendini tanıtmış, -ki muhatabı da onu tanıdığını beyan etmiş- bir gazeteci olarak, kendisine yöneltilen iddialara yönelik düşüncelerini sormuş. Bilirkişi SB. Bunların asılsız suçlamalar olduğunu beyan etmiş. Devamında gazetecinin kendisine teklif ettiği yüz yüze röportaj teklifini, -gazetecinin bulunduğu yere gelme önerisine rağmen- reddetmiştir. 

Bu görüşme sırasında, Barış Pehlivan’ın  yanında bulunan ve  aynı yayın kurumunda çalışan gazeteci bu kısa görüşmeyi kayda almış. Kaydı kurumuna göndermiş, Yayın yönetmeni de konunun tartışıldığı bir programda bilirkişinin hakkındaki iddiaları yalanladığı bu kısa görüşmeyi olduğu gibi yayınlamıştır.


Şimdi biraz geri saralım.
Bilirkişi SB, herhangi biri değil, devletin kendisini bir bilirkişi olarak tayin ettiği ve bu hizmeti karşılığı kendisine ücret ödediği bir uzmandır.
Öyle ki konusuyla ilgili vakalarda, yazdığı raporlarla insanların ve kurumların kaderini etkileme yetkisi ile donatılmıştır.
Kendisini arayan kişinin gazeteci olduğunu bilmektedir. Çünkü arayan kişi kendisini tanıtmıştır. Bilirkişi de aynı görüşmede gazeteciyi tanıdığını beyan etmektedir. Yani kandırılmamıştır!

Daha da kritik nokta şudur. Hakkındaki iddiaları yalanlamakla aslında söz konusu röportajı gerçekleştirmiştir.
Bu kaydı yayınlamayın diye bir şerh koymamıştır. Kaldı ki, gazeteci kendisini tanıttığında, “Hiçbir şey konuşmak istemiyorum!” deyip telefonu gazetecinin yüzüne kapatsa bile bu kaydı kullanmak gazeteci açısından suç teşkil etmez. Zira Yargıtayın benzer davalarda verdiği içtihat bütün benzer davaların esasını oluşturur.(2)
İşte bu içtihatta belirlenen koşullar oluşmuş durumdadır.


Nedir o içtihat?

Yargıtay, Basın yoluyla kişilik hakkı ihlali iddiasında bulunulduğu hallerde istikrarlı biçimde şu tespitte bulunmuştur.

“Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği bunun sonucunda da, az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.”

Buradan anlaşılacağı gibi temel ölçüt kamu yararıdır.
“gerek yazılı gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi korumalıdır. Yine basın, objektif sınırları içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.”

O halde verileri formüldeki yerine koyalım!

Olay gerçektir: Çünkü içinden rastgele atama yapılması gereken 8 bin bilirkişi vardır ve neredeyse bütün raporlarda aynı bilirkişinin imzası vardır. Hatta bazı dosyalara 3 kişi yerine tek başına imza atarak usulsüzlük yapmıştır.

Olayın çözüme kavuşmasında kamu yararı vardır: İddiayı ortaya koyan kişi 16 milyonluk bir mega kentin çoğunluk oyu ile seçilen bir kamu temsilcisidir.

Toplumsal ilgi vardır: Toplumun önemli bir kesimi konuya ilgilidir.

Konu günceldir: Açıklama ve ifşalar yenidir.
Haber verirken öz ve biçim arasında denge korunmuştur: Çünkü Konuşma olduğu gibi yayınlanmıştır.
Dolayısıyla Yargıtay’ın sık başvurulan bu içtihadındaki bütün kriterlere uygun bir basın faaliyeti söz konusudur.


sonuç:
Bilirkişinin şikayette bulunup bulunmadığının, görüşmenin yayınlanmasını isteyip istememesinin sonuç üzerinde bir etkisi yoktur

Çünkü Yargıtay içtihadına uygunluğu nedeniyle konu, sonuna kadar habercilik ve gazeteciliktir.
Bu gazetecilik faaliyeti, belki de deşifre edilen bu “bilirkişiye” artık  Adalet Bakanlığı tarafından görevlendirme yapılamasını ve dolayısıyla kamu yararını sağlamış olacak.  
Konunun bir suç olarak tartışılması bile abesle iştigaldir. Ceza kanununa göre ifadeye davet, gözaltı biçimleri ve hele tutuklama usulsüzdür.

(1) Bilirkişilerin detaylı bilgilerine ise UYAP üzerinden yetkili hukukçular ulaşabiliyor.
(2) Ferhat Canbolat / Günhan Gönül Koşar. TBB dergisi 2020.

———-

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir