LOMBOZ 11 MART 2022 CUMA

Doktorluk neden herhangi bir meslek değil?

Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç gün önce doktorlara hitaben kurduğu “Giden gitsin!” mealindeki cümle, sadece doktorların değil, AKP seçmenleri de dahil, milletin kahir ekseriyesini rahatsız edecek bir ifade olarak değerlendirildi.
Çünkü, Reyiz’in ağzından çıkan her cümleye bodoslama atlayan yandaş medya, bu cümleyi hiç görmemeyi tercih etti. Ya da bir yerlerden: “Bu kelamı ettik ama, aman görmeyin!” talimatı aldı!..

Doktorların büyük bir çoğunluğunun aldığı 8-10 bin lirayı yüksek maaş zanneden Cumhurbaşkanı, bu memlekette yoksulluk sınırının, Türk-İş verileriyle 15 bin lira olduğunu da bilmiyor olamaz!

“Giden gider, biz de asistanlarla yolumuza devam ederiz!” diye konuşan Reyiz, demek ki asıl gitmek isteyenlerin, maaşlarının azlığından ziyade, hem kendileri hem de çocukları için bu ülkede gelecek göremeyen asistanlardan oluştuğunu da bilmiyor!

Kendi ameliyatına gelince; kendi çıkardığın tam gün yasasını bile çiğneyerek, hastanesinin dışında, yasaya aykırı ameliyat yaptıracak kadar uzman peşine düşeceksin, vatandaşın uzmanına gelince “giderlerse gitsinler!” diyeceksin!


Yok öyle yağma!


Önerim şu: Bırakın doktorları, AKP tabanındaki gençler arasında bir anket yaptırın. ‘Fırsatını bulsa, ilk otobüsle Türkiye’den gitme’ isteğinde olan AKP’li gençlerin oranını bir bulun!
Yüzde elli’den az çıkarsa beni Brezilya’nın Maranhenses çölüne sürün! 
Gitmeyen namerttir!

Şimdi gelin, doktorluk mesleği neden diğer mesleklerden daha önemli bir meslektir? Bir anekdot ile anlatalım!

Temmuz 2008’de ölen, ünlü Kalp Cerrahı Michael DeBakey, bir gün otomobilini tamire götürür. 

Tamirci, aracın motor kapağını açarken kendisini izleyen Profesör’e; 

“Hocam!” der.  “Siz de hep ‘insanı bir makineye’ benzetirsiniz..

Dolayısıyla işimiz birbirine benziyor.. Şimdi bu araba hasta!. Benzin hortumları tıkalı ise açacağım. Karbüratör eskimiş ise değiştireceğim. Gerekirse yağını yenileyip kablolarına bakım yapacağım.  

Siz de hastalara buna benzer şeyleri yapıyorsunuz. Yani neredeyse ikimiz de hemen hemen aynı işi yapıyoruz. 

Ama her yerde sizden söz ediliyor. Benden çok ünlüsünüz ve çok fazla kazanıyorsunuz. Garip degil mi bu?” 

 

DeBakey tamircinin kulağına doğru eğilir:

“Ama dostum! Ben bütün bu saydıklarını motor çalışır vaziyetteyken yapıyorum!”

İşte doktorluk, çalışan motora elini soktuğu için herhangi bir meslek değil!

Hele o motorun kendiniz olduğunu düşünün!

Asla stop ettirsin istemezsiniz!

Bütün bu yaşamakta olduğumuz inanılmaz, gerçeküstü, distopik ortamda sadece doktorlara değil, kendisini doktorlarla aynı durumda hisseden aklı başında her meslekten insana söylenebilecek anlamlı tek cümle var!


Çoğu gitti, azı kaldı!

 

 

Patron zoruyla aya gitmek!
Hani Cumhurbaşkanı Erdoğan, “2023 sonunda aya sert iniş yapacağız” demişti ya!

Herhalde o iş de yürümeyecek! 

“Nereden biliyorsun?” derseniz söyleyeyim!

Çünkü TUA’da hedef değişti. 

Türkiye Uzay Ajansı (TUA) Başkanı Serdar Hüseyin Yıldırım: “İşin içine girdikçe o işin öyle kolay bir iş olmadığını görüyoruz!” dedi..

Belli ki, “deprem sarsıntılarının Erdoğan’a teşekkür edilmemesine bağlı olduğu” şeklindeki açıklamasından sonra uzay ajansına ‘Başkanlık Müşaviri’ olarak atanan ziraatçi Halioğlu ile başbaşa verip, olayı etraflıca tetkik etme fırsatı buldular.

Başkan çeşitli toplantılarda yaptığı konuşmalarda diyor ki, “Bizim insanlı uzay uçuşu yapmamız zor bir iş… Hele işin içine insan girince çok zor bir iş oluyor. Biz ancak 10 yıl sonrası için aya yumuşak bir iniş ile gezen bir araç göndermeyi hedefliyoruz… Gerçi ara hedef koyduk, ilk hedefimiz hibrit roketle 2023 sonunda aya ulaşmak ama asıl hedefimiz 2029!..”

 

Buradan anlıyoruz ki hibrit roket ay’a sert çakılma işi bile 2023 seçimleri sonrasına sarkıtılmış. 

Tabii patron zoruyla aya gitmek, patron zoruyla merkez bankasının faiz indirmesine benzemiyor.

O roket fırlayacak, atmosferi geçecek ve ayı bulup aya çakılacak!
Yalan dolan mekanizmasının işleyeceği, idare edilecek türden bir iş değil!

Henüz roketin tasarımını çizme aşamasında olduklarını belirten Ajans Başkanı, “Hele bir seçimler geçsin, belki iktidar değişir, biz de sopa yemekten yırtarız!” moduna girmiş gibi görünüyor.


Bu durumda 2023 seçimlerinde ‘aya sert iniş’ten gelme ihtimali olan birkaç puan yok!.. 

Yine iş, yerli milli otomobil TOGG’a kaldı..
Ama ondan da hala bir motor sesi çıkmıyor!

 

Bakanlar neden bu kadar sık değiştiriliyor?

Ben bizzat kendim saydım!

AKP, 20 yıllık icraatı boyunca toplam 17 Bakanlıkta 133 kez bakan değiştirdi.

Binali Yıldırım, Lütfü Elvan, Berat Albayrak gibi aynı bakanlıkta ayrı dönemlerde ya da farklı bakanlıklarda görev alan üç beş “süper” şahsiyetin var olduğunu da göz önüne alarak, 20 yılda bakanlık görevi tevdi edilmiş 125 ayrı kişiden bahsediyoruz.

Hiç değişmeyen bir reise karşın geminin 17 kamarasında değişen 125 tayfa!

Peki, dışarıya “bir türlü aradığımız adamı bulamıyoruz” görüntüsü verme acziyeti yaratmasına rağmen bu kadar farklı kişinin bakan yapılmasının sebebi ne?

Acaba sebep “bir şemsiye meselesi” olabilir mi?

Yeni sistemimize göre bakanlarımız artık Cumhurbaşkanlığı memurları statüsünde.
Yani milletvekili değiller.

Bu nedenle kendileri hakkında, Meclis’te fezleke hazırlanamıyor.
Yeni sistemde, Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, ömür boyu dokunulmazlığa sahip.

Yasaya göre bakan, kendi bakanlığına, kendi firmasından fahiş fiyatla mal satsa bile normal yollarla suçlanamıyor.
Sadece bakanlık sürecinde değil, hayatının sonuna kadar sürüyor bu koruma.

Hiç mi yargılanamıyor?
Hiç değil! şöyle bir yolu var!

Diyelim ki bakan bir suç işledi!


Önce 301 milletvekili “tamam araştıralım bunu!” demesi lazım. Yani Araştırma önergesi onayı…

Diyelim ki onaylandı.

Bu kez 360 milletvekilinin ‘soruşturma önergesi’ni onaylanması gerekiyor!
Diyelim ki o da onaylandı ve soruşturma komisyonu kuruldu..

Soruşturma Komisyonu’nun bakanı suçlu bulması gerekiyor..
Diyelim ki suçlu buldu;

O da yetmiyor.
Bakanın mahmekeye yani ‘Yüce Divan’a verilmesi gerekiyor.
Bu kez 400 Milletvekilinin onayı gerekiyor.

Diyelim ki Yüce Divana verildi;

Bu kez Anayasa Mahkemesi üyelerinin yüce divan yargılaması yapması ve sonucunda bakanı suçlu bulması gerekiyor!
Diyelim ki yargılandı ve Yüce Divan da bakanı suçlu buldu!

Yine de iş bitmiyor. Yeniden inceleme talep edilebiliyor.
Diyelim ki o da tamam..
Bu kez iş, kimisi 2038 yılına kadar görevde kalmak üzere, hepsi AKP tarafından atanmış olan 15 Anayasa Mahkemesi üyesinin adaletine kalıyor.

Ezcümle Ankara’da, bakanlık yapmayan, Cumhurbaşkanı yardımcılığı yapmayan AKP ileri geleninin kalmamasının nedeni, acaba yönetebilecek doğru kişiyi aramaktan ziyade, şemsiyeyi verecek doğru kişileri aramaktan kaynaklanıyor olabilir mi?

Benimkisi bir soru!
Yok değil ise değil desinler!

 

Ünsal Ünlü

Sabahları, gazetelerin birinci sayfalarında ne var ne yok haberim olsun, üstelik şu kasvet ortamında biraz da eğlenceli şekilde haberim olsun diyorsanız Youtube kanalından Ünsal Ünlü’yü mutlaka dinleyin. 

Parlamento muhabirliği gibi gazeteciliğin en zor ve en öğretici alanında ustalaşan Ünsal Ünlü, medya aleminin en iyi koltuklarındayken, merkez medyaya tavrını koyup patronsuz yayına başladığından bu yana, yani altı yılı geçkin bir süreden beri ben öyle yapıyorum. 

Sürekli izleyenler bilir; Ünsal Ünlü, “Duayen gazeteci” Hıncal Uluç ile arada bir ilgilenir, yaşına hürmeten kendisini bir yoklar!

Onun, artık editörlerinin bile okumadığı bu yandaş gazetelerin metruk köşelerinde unutulup gitmesine müsaade etmez! 


Önceki gün, yine Uluç’un köşe yazısından bir kuple alarak, onun Emekçi Kadınlar Günü ile ilgili, hem ruhumuza hem de kesemize ferahlık veren bir yorumunu aktardı.

Uluç, Emekçi Kadınlar Günü ile ilgili makalesinde “ben seçimimi yaptım benim yılın kadını için iki adayım, hepimiz için çabalayan Emine Erdoğan ve  sanatçı Farah Zeynep Abdullah”tır demiş.

Belli ki, “aday olarak sadece ‘Emine Erdoğan’ı gösterirsem yağ çekiyorum zannedilir” düşüncesi ile ‘Bergen’ filmi ile gündemde olan Farah Zeynep Abdullah’ı da almış listesine… 


Ünsal Ünlü, Uluç’un bu seçimi üzerine diyor ki: 

“Bu memlekette utanmadan yağ yok diyenler hakikatten vatan hainidir! Kırkpınar’da böyle yağlamıyorlar insanı!..”

Bu konu bana, Büyük İskender ile Komutanı Parmenion arasında geçen o hikayeyi hatırlattı: 

Büyük İskender’e, kuşattığı Pers Hükümdarı III. Darius’un, kuşatmayı kaldırması için yüklü bir para ve toprak önerince, Komutan Parmenion “Ben olsam kabul ederdim!” demiş.
Büyük İskender; “Ben Parmenion olsam, ben de kabul ederdim!” diye cevap vermiş.

Aslında Uluç’un seçimi normal!

Ben Hıncal Uluç olsaydım, benim de ‘Yılın Emekçi Kadını’ adayım tartışmasız Emine Erdoğan olurdu!

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir