Lomboz 17 Nisan 2020

ACABA KORONA MIYIM?

Korona Paranoya-4
ACABA KORONA MIYIM?

‘Korona’dan önce her ne kadar Hussain Bolt değilsek de inceden bir spor
hayatımız vardı!
Gün aşırı sahile inip, cep telefonundaki programın tuttuğu hesaba
göre, şöyle aslanlar gibi üç-beş bin
adımlık bir jimnastik serüvenimiz
oluyordu..
Şimdi eve tıkılınca o sahilde
püfür püfür yürüme işi bitti.
O bittiği gibi, sitenin karşısındaki
minik parkta iki tur atma işi de bitti..
Çünkü kahrolası asansör tedhişi hala
sürüyor!
Merdivenden indin, parka çıktın,
yürüdün, sonra geri döndün,
asansöre bineceksin!..
Binsen, hep birileri var!
Binmesen, dokuz kat bu!
Düz zeminde yürümeye
benzemez!.
• • •
Ayrıca evde iki tane korona gestaposu
var.
Bende şeker var, tansiyon var.. Eh
yaştan biraz kurtarsak da oda sınırda
sayılır.
Evlerden ırak, tam koronanın “ye”
dediğinden!
Haliyle hane dışındaki spor hayatımızı
bitirdik.
Sosyal medyada da sağ olsunlar, bazı
gayretkeş yardım severler var.
Bunlardan birisi aklıma girdi. “Evde
spor yap, mutlu ve sağlıklı ol!”
Açtım tableti. Takıldım buna biraz..
Felsefemiz şu ki, muhtelif eşyaları
spor salonlarındaki aletler yerine kullanıyoruz.
Sadece yatıp kalkmıyoruz! Sandalyeyi
devirip arasından karşıya sürünüyoruz..
Koltuğu ayak parmaklarımızla kaldırmaya çalışıyoruz.. Sırtımızda yemek
masasını taşıyoruz..
Çiftli koltuktan baş aşağı yere yuvarlanıp, ütüyü kırk kere kaldır indir yapıyoruz.
Bir kaptırdık ki o kadar olur!..
Yemek sandalyelerinden birinin
bacağını, avizenin lambalarından birini
ve son olarak masanın üzerindeki büyük
vazoyu kırınca farkettim ki adam bir
manyak!
Bu arada nasıl bir ‘ayna refleks’ ile bu
delinin yaptıklarına yetişmeye çalışmışsam, hışırım çıkmış!..
• • •
Vazonun gürültüsüne karım ile kızım
koştu geldi..
Ben de manyağı takip etmeyi bıraktım!..
Banyoya kadar zor yürüdüm. Duşumu
aldım ve uyudum.. Akşam yemek için
uyandırdılar. Yemeğe de kalkmadım. O
gece de deliksiz uyumuşum.
Bir de İbram abiyle rakı içtiğimizde
böyle olurdum.. O derece yani..
Ertesi sabah oldu. Ekip kahvaltıya
çağırıyor..
Kalkacağım ama ne mümkün! Bütün
kaslarım, bütün kemiklerim ağrıyor..
Zar zor kalkıp, oflaya puflaya mutfağa
yürüdüm.. Kahvaltı masasında, gelişimi
izleyen iki çift endişeli, kuşkun göze:
“Her yerim ağrıyor!” dedim! Demez
olaydım!
• • •
Buradan sonrasını ne ben anlatayım..
Ne de siz okuyun!.
Korona hastalığının semptomlarından
biri de kas ve eklem ağrılarıymış!
Aradaki “ay-vay!”, “gitti de gitti!”li,
panikli ve arabesk bölümleri atlıyorum.
Neden sonra mahalle baskısıyla salondaki koltuğa upuzun yatırıldım!..
‘Ağzım-burnum’ diyene kadar, üçümüzün de, içleri çift peçeteli maskeleri
takılmış, eldivenleri giyilmişti. Battal
boy çöp torbasından korunma elbiseleri
hazırlığına geçilmişti..
Tamam kas ağrılarım vardı ama
ateşim yoktu. Koku duygum da yerindeydi. Kahvaltı masasından gelen biber
kızartmasının kokusunu buram buram
alıyordum. Nefesim, Allaha şükür ‘Cinci
Hüseyin Hoca’dan daha kuvvetli gibiydi.
“Hastaneye mi gidelim, 155’e mi
haber verelim, 112’yi mi çağıralım?”
soruları arasındaki gel-git’ler esnasında
bizimkileri; bunun koronadan değil aşırı
spordan olduğu konusunda ikna ettim.
Bir kaç gün benden uzak durun. bunu
size kanıtlayacağım diye teminat verdim.
Gerçekten de bir kaç gün sonra ağrı
sızı kalmadı..
Ama o manyağın kanalını
da bir daha hiç açmadım.
Hatta, bu korona işi geçene kadar evde spor yapma
olayını da sıfıra çektim.
• • •
ÇAĞLA
Pazardan çağla aldım. Mevsimin ilk
badem çağlası!..
“Valla bu sabah topladım!” dedi
köylü!.. Yemin etti!..
Kim bilir nasıl çıtır çıtır!..
Zaten bu mevsimde yirmi günlük bir
egemenliği var!
Eve geldim.. pazar torbaları
balkona.. Çağla da balkona..
Çağlayı, ağaçtan
toplandığı gün, içindeki
çekirdeği acımadan,
jel kıvamında
iken çekirdeğiyle
birlikte yiyeceksin.
Mayhoş mayhoş..
Beynin döner, çağlanın çekirdeğinden damarlara bastığın triptofan amino
asiti, pineal bezden çil çil
serotonine oradan da melatonine dönerek kana
pompalanır. Adeta
kanatsız uçarsın..
İçeri geçtim. Balkon
kapısının kenarındaki koltuğa oturdum.
Balkon penceresinden ben çağlaya bakıyorum, çağla bana!..
• • •
Parmağımla torbayı işaret ettim!..
“Alsam!” dedim karıma.. “Güzelce yıkasam! Acaba?..”
Paranoid kaşlarını çattı!.. “Aklından
bile geçirme!” diye sert çıktı..
“Kimin hangi elleriyle topladığını ne
biliyorsun? Sabunla yıkayamayacağına
göre riskli.. Yarını bekleyeceksin!”
Koltukta, sırt yastığı boyuna kadar
büzüştüm kaldım!..
“Aha bu da Çağla.. Dön bunu seyret!..”
Televizyona döndüm..
Çağla Şikel var!.. Yanında doktor
konuğu..
Mubarek adam!.. Anlatıyor da anlatıyor!..
Ona dokunmayın, buna ellemeyin!..
Şunu yemeyin!..
Bik bik bik!…
ŞAŞIRANLARA DA
BEN ŞAŞIRIYORUM
Son sözü baştan söyleyeyim.
Atatürk Havaalanı tabi ki imar rantı
için boşaltıldı..
11,5 küsür milyon metrekare şehrin
göbeğinde bir alan.
Emlakçılar iyi bilir. Bağdat Caddesi
gibi değerli.
Her bir metrekaresinden dolar fışkıracak.. Gökdelen olunca artık alanın
kaçla çarpılacağını varın siz hesap
edin.
Kanal istanbul gibi en hafif tabiriyle “hayal satmak becerisi” de
istemiyor.
Varlık fonu sağ olsun. Devret oraya.. Elini öpene ver!
Dediler ki: Uçak bu kardeşim!.. Pistini yaptın mı her yere iner kalkar.
Üstelik civarda oturan vatandaş da hem gürültüsünden,
hem de tepemize uçak düşecek
diye korkusundan şikayetçi.. Taşıyalım gitsin!.
Adının ‘Atatürk’ olması ile bir ilgi ve
alakası yok! Hatta olmasa iş daha da
kolay olurdu. İnanın oranın adı mubarek
Mescid-i Nebevi olsa akibeti değişmezdi.
• • •
De; bir havaalanını tamamen öldürebilmek için, onun en can alıcı parçası
olan pistlerini yok etmelisiniz. Yoksa her
an hortlayabilir!
Vaktiyle beheri üç yüz milyon dolara
mal olmuş, bugün yapmaya kalkarsanız
maliyetinin bir milyar doları bulacağı
hesap edilen pistlerin varlığı her an
planı bozabilir..
Pistler, durduğu yerde para etmiyor.
İmara açılacak ise kırılıp atılması gereken beton curuftan öte bir değeri de yok.
Ama orada durduğu sürece tehlikeli.
Çünkü, İstanbul havaalanına taşınırken tecrübe ettik ki, alet edevatı taşıyıp
alanı yeniden aktif hale getirmek bilemedin bir hafta. Ama ya pistleri, taksi
yollarını inşaa etmek?
O halde tahammüden pistleri öldürmek gerekiyor. Vaktiyle kaç para etmiş
olursa olsun. Punduna getirip, tepki
toplamadan pistleri halletmeli..
• • •
Ve işte korona hastanesi talepleri bu
fırsatı yaratıyor..
Herkesin şaşırdığı ve anlamadığı ya
da şaşırmış ve anlamamış gibi yaptığı
şey bu!
Neden pistleri öldürdünüz?
Arkadaşım, kiminle dans ettiğinizi
neden unutuyorsunuz?
Karşınızda bir beton mixeri ve asfalt
cumhuriyeti var..
Müteahhit imparatorluğu ve agreganın birinci tekil egemenliği var..
Paralı otobanlar monokrasisi, yap
işlet devret hükümdarlığı var!
Bunlarda dördüncü nesil sanal zekayı, çimentonun sinaptik sıvı ile karışımı
oluşturuyor.
Daha durun!
Buraya dikecekleri gökdelenleri satarken de ‘havaalanına yakın’ diye satmazlar ise ben bir şey bilmiyorum!..
SAL GİTSİN DE!
Bu düzenleme ile 60 bin hırsızlık, 45
bin uyuşturucu, 27 bin gasp suçlusunun
salıverilme tezkereleri imzalanmış oldu.
Buna değecek olanı var değmeyecek
olanı var.
Hayırlı olsun!
Teorik olarak, bunların hırsızlıklarını,
kaçakçılıklarını, gasplarını, tecavüzlerini
haber yaparak yakalanmalarını sağlayan
gazeteciler, bırakın serbest bırakılmayı, hapishanenin daha ücra köşelerine
doğru itildiler. Sanki iki yıl önce: “Devlet
kendisine karşı işlenen suçları affedebilir, ama şahıslara karşı yapılan suçları
affetme yetkisine sahip değildir!” lafını
ben söylemişim gibi, tam da bu cümledeki ifadenin tersi uygulanarak!
Hadi bunları geçtik..
Benim altını çizmek istediğim yer
başka!
Hukuk devletinde ceza süresi rehabilitasyon süresi ile örtüşür.
Yani modern hukuk der ki; ben bu
şahsı ancak -misal- on yıl içeride tutup,
bu süre zarfında eğitip düzeltip, kendisine ve çevresine zarar vermeyen bir
vatandaş yapar, topluma yeniden karışır
hale getirebilirim.
• • •
Şimdi, birilerine zarar verdiği savı ile
cezalandırıp içeri attığınız bu insanları,
üstelik zarar verdiği kişilerin rızasını
almadan, ceza sürelerinin başında ya
da ortasında, rehabilitasyon sürelerini
tamamlamadan, yani onları içeride eğitemeden, donatamadan saldığınıza göre
üstelik onlara herhangi bir iş taahhüdünüz veya herhangi bir maaş vaadiniz de
olmadığına göre, hepsi değilse de önemli
bir bölümü çıktıktan sonra yeniden “işbaşı” yapacaklar.
Taş yiyecek değiller ya!
• • •
Şu halde, “Evde Kal Türkiye!” sloganına
şöyle bir eküri yaratmanın tam zamanı!
“Kapını da iki kere Kilitle Türkiye!”
—–

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir