LOMBOZ 23 Ocak 2022

Sedef Kabaş’ın tutuklanma bahanesi!

Ben o programı canlı izledim.
İletişim doktoralı Sedef Kabaş’ın sarfettiği sözler, normal hukuk standartlarına sahip ülkelerde, değil gözaltına alınacak, garipsenecek şeyler bile değil.. 


İki atasözü gündeme getirdi.. Önce “Taç giyen baş akıllanır!” dedi. Ama bu sözün antitezi başka bir Çerkes atasözünü de hatırlattı.. “Büyükbaş hayvan saraya girerse kral olmaz, saray ahır olur!” dedi.
Ekranda “Öküz” kelimesini kullanmayı nezih bulmadığı için “büyükbaş hayvan” diye ifade etti.
“Demek ki taç giyen baş akıllanır düşüncesi de bir yanılgı olabilir” anlamında bir yorum yaptı.

Burada isim ya da hedef açıkça telaffuz edilmedi.
Taç giyen baş şudur, saraya giren budur denilmedi..
Ama ‘Yeni Şafak’ mutad olduğu üzre. hemen penaltı düdüğü çaldı ve Kabaş, sanki çağırsalar kaçacakmış gibi gecenin saat ikisinde evinden gözaltına alındı.

Aslında Kabaş’ın tutuklanma nedeni değil, bahanesi bu!

Çünkü Kabaş, daha önce bir panelde, nazi propaganda makinesi ‘Gobels’in, büyük yalan teorisini anlatmış ve Erdoğan da bu görüntüleri barkovizyona taşıyarak, Kabaş’ın kast ettiğinin tam tersine, “bu hocaları, taraftarlarına büyük yalanlar söyleyin önerisinde bulunuyor” mealinde şeyler söyleyerek, kendince, “CeHaPe zihniyyetininin” yalancılığının kökenine ışık tutmaya çalışmıştı.

Hatta Kabaş bu tavrı, hedef gösterildiği şeklinde yorumlamış, “Bana birşey olursa biliniz ki sebebi Erdoğandır!” diye açıklama yapmıştı.

Şimdi AKP’nin iletişimden sorumlu yetkililerine, halisane önemli bir hatalarını ifade etmek isterim.
Ortada hukuki özne yokken, “vay ima etti, yok demek istedi” gibi hukukun tanımayacağı bir yaklaşımla söz konusu atasözünü, sanki Cumhurbaşkanına alenen hakaret objesi olarak tescillemek, altını çizmek büyük bir iletişim yanlışıdır!..
Nedenini detaylı araştırmayı size bırakıyorum.. (Azıcık çalışın!)
Bugün sizin koltuğunuzda, kendisi bir iletişim doktoralı akademisyen olan Sedef Kabaş oturuyor olsaydı bu yanlışı asla yapmazdı.


AKP’yi tencere düşürüyor ama bu gibi teknik yanlışlar da düşeceği yere beton döküyor, bilesiniz!
Aahh liyakat ah! 

 


Tüketici ve üreticinin doğalgaz çıkmazı

Türkiye’de 18 milyona yakın doğalgaz abonesi var.
Bu abonelerin 2 milyon yüz bini doğalgaz faturalarını ödeyemiyor!

Yani her on aboneden biri, evine doğalgaz bağlatmış, kombi almış, ocak almış ama kışın ortasında faturasını ödeyemez hale gelmiş.
Kiminin doğalgazı kesilmiş, kiminin kesildi kesilecek!..

Bundan daha kötü ne olabilir?

Doğal gaz faturasını ödeyemeyenlerin sayısının 3 milyona, 4 milyona yükselmesi olabilir.
Çünkü makul bir sürede o zararlar da itina ile ödeyenlere yansıtılır.
Bir süre  sonra bugün ödeyebilenler de ödeyemez hale gelir.
Sistem efektif olmaktan çıkar!


Adı bende saklı; orta büyüklükte bir işletme sahibi plastik üreticisi bir işadamı arkadaşımla konuştuk,
“Bize, hem üretin, istihdam yapın, ihracat yapın diyorlar, hem de doğalgaz kullanımınızı önce %40 azaltın şimdi de %75 azaltın yani bir anlamda üretmeyin, yoksa ceza yazarız diye yazı gönderiyorlar!.. Şaşırdık kaldık! “ diyor.


Zaten Ekim’de 16 bin lira ödediği aylık fatura,  Kasım’da 32 bin, Aralıkta 60 bin liraya çıkmış ki, bu ay belki 80 bin liraya çıkacak!. Üretim anlamını yitirmiş.
Abarttığını düşünmeyeyim diye faturalarını da göndermiş..

Tüketicinin de, üreticinin de durumu vahim.

Hayır, janjanlı müjdelerle tebliğ edilen, Karadeniz’de bulduğumuz hatırı sayılır büyüklükte gaz yataklarımız olmasa bu kadar koymayacak!

Tam yeri gelmişken size bir soru!
Önümüzdeki ilk seçimlerden hemen önce, bütün bu yaşadıklarımıza rağmen, iktidar, “Müjde, Karadenizde zengin doğalgaz yatakları bulduk!” şeklinde aynı propaganda mekanizmasıyla yine ortaya çıkar mı?
Bence çıkar!
Neden?
E, mekanizma her seferinde çalışıyor da ondan!

 

 

 

 

Tiyatro ve özür!

İmamoğlu, İBB’nin hizmetlerini engellemeye çalışan iktidar yöneticileri için“tiyatro yapmaya kalkmasınlar!” dedi.. 

Tiyatro oyuncusu Fırat Tanış:  ‘Ahlaksızlığı tiyatro sanatıyla tarif eden siyasi iradeden kültür sanat politikası üretmesini bekliyoruz. Çok bekleriz! Muhalefeti böyle, iktidarını siz düşünün! ‘  diyerek İmamoğlu’na cepheden sert girdi!

İmamoğlu’da, “Fırat Tanış haklı, Tüm tiyatrocu dostlarımdan özür diliyorum. Tiyatro yapıyorlar dememem gerekirdi.” diyerek üzüntüsünü belitti.

Fırat Tanış da cevaben “..Beni haklı bulduğunu, özür dilediğini yazmış. Zerafeti için kendisine teşekkür ederim!” diyerek noktayı koydu…

Tanış’ın tepkisini de, İmamoğlu’nun özrünü de değerli bulmakla birlikte bana bu işte, bizi gitgide cümle kuramaz hale getirecek bir enayilik var gibi geliyor!

Sanki kavramları biraz fazla kutsallaştırıyormuşuz gibi bir his içerisindeyim.

Tiyatro, gerçeği taklit eder. Dans hareket ve mimiklerle bir olayın, bir öykünün anlatılması olayı diye de tarif edilir. 

Tiyatroyu, iyi yapan da var kötü yapanda!
Atatürk’e de Asker diyoruz Pinochet Ugarte’ye de! 

Ama biz “en büyük asker!” deyince kimin kast edildiğini biliyoruz..

İyi tiyatro var, kötü tiyatro var!
İyi şiir var, kötü şiir var!
Yayaya çarpana da otomobil diyoruz, yaralıyı hastaneye taşıyana da!..

Sahne dışında, hayatta, bir meseleyi mimik ve jestleri ile anlatan kişi için ‘Adam pandomim yapıyor’u başka nasıl ifade edebiliriz.
Adam, mimik ve jestleri ile küfür de ediyor olabilir, dua da.


Hokkabazlık’ın, eski bir seyirlik oyun olduğunu, DTCF’de,  Geleneksel Türk Tiyatrosu dersinde Hocaların hocası Metin And’dan öğrenmiştim…

‘Hokkabaz’ sıfatını, birilerine hakaret olarak kullananların neyi kast ettiklerini bildiğimiz için buna hiç sesini çıkaran tiyatrocu görmedim… 

Can Barslan arkadaşımın altını çizdiği gibi, belki de en fazla  ‘karikatür’ kelimesini olumsuz anlamda egzajere ediyorlar!.. Biz ne yaptığımızı biliyoruz ve hiç alınmıyoruz!

Bence asıl olan niyettir!..
Hepimiz, İmamoğlu’nun sözünü ettiği “tiyatro yapmayın!” repliği ile kast edilen şeyin ne olduğunu anlayacak anlak düzeyine sahibiz.
Yoksa olayın, yaşanmakta olan ‘Adem – Havva’ yaklaşımından ne farkı kalır?

İddialı değilim..
Tersine de ikna olabilirim!
Ama bir karikatürcü olarak bana kavramları, sembolist bir yaklaşımla fazla kutsallaştırıyormuşuz gibi geliyor.

Haydaa!..
Şimdi de sembolistleri kırmış olabilir miyiz acaba?.

 

 

Aytun Hoca’yı neden dövdünüz?

Polonyalı bilim insanları, ‘ağır Covid-19 geçirme’ riskini iki kattan fazla artırdığını söyledikleri bir gen keşfettiklerini duyurmuş.

Reuters’ın haberine göre Bialystok Tıp Fakültesi’ndeki araştırmacılar yaş, kilo ve cinsiyetten sonra bir kişinin Covid-19’u ne kadar ağır geçireceğinde en belirleyici dördüncü unsurun bu gen olduğunu belirlemiş.

Demek ki vakayı ağırlaştıran dördüncü faktör neymiş?

Genmiş!

Peki pandeminin başlarında bunu neredeyse aynı cümlelerle söyleyen Aytun Hocayı neden hayata küstürdünüz!

Ben söyleyeyim, bunu bir araştırmaya dayandırmadığı için!


Aytun Hoca da “kesin böyledir!” dememişti zaten..
“Olma ihtimali yüksektir!” demişti yanlış hatırlamıyorsam.

Evreni tarif ederken Carl Sagan: “Oralara her ne kadar gitmemiş, görmemiş olsak da, evrenin diğer ucunun, atmosfer dışına çıktığımızda karşılaştığımız, helyum, karbon, hidrojen, azot, metan gibi gazlardan oluştuğunu tahmin etmemiz zor olmaz!” diyor ve şu metaforla devam ediyordu.. “Okyanusun bu kıyısında ayaklarınızı suya soktuğunuzda, size çok uzak olan diğer kıyının da, belki biraz ısı ve mineral farkı ile benzer biçimde bir sıvı olduğunu düşünmeniz yanlış olmaz!”

Gerçek bilim adamları, bilgi ve tecrübelerinden yola çıkarak tahmin yürütürler.
Bu bir tür, bilim adamının hayal etme yetkinliğinin adıdır.
Bilimde buna “hipotez” denir…

Bu hipotezi, kendi aralarında değil de biraz popüler alanlarda ifade ettiklerinde, hiç kaçarı yok, “ne biliim adamları’nın saldırısına uğrarlar!
‘Kompleks çukuru’ büyük ve cahil ‘ne biliim adamları’, bilim adamlarına hücum eder, linç eder, canından bezdirir, hipotezi ortaya koyduğuna, koyacağına pişman ederler…

Neden öyle yaparlar?

Neden olacak! Cehaletten!

Çünkü cehalet ne güzel ve ne rahattır!
Her şeyi bilirsin!

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir