LOMBOZ 3 MART 2023

Spora siyaset bulaşmasın!
Tribünlerden “hükümet istifa” sloganları yükselince, sloganın muhatapları “Spora siyaset bulaşmasın!” itirazları ile zıplayarak yeri göğü inlettiler.

Kulüpler Birliği derhal aynı minvalde bir açıklama yaparak web sitesine “Spora siyaset bulaşmasın!” diye manifesto yazdı. 


“Hükümet İstifa!” sloganını attığı tespit edilen taraftarların evlerine sarı zarflarda “seyirden men cezası” tebligatları gönderilerek “Spora siyaset bulaştırdığınızdan, futbol stadyumlarında maç seyretmeniz ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır! Devam edip mesaimizi böldürmeyin!” denildi.

Seyirci “Hükümet istifa!” diyerek spora çok fena siyaset bulaştırmıştı ama;
Misal, vaktiyle Futbol Federasyonu’nun başına, iliklerine kadar siyasete bulaşmış hem yandaş gazetelerin hem de bahis işlerinin sahibi olan bir Demirören getirildiğinde spora katiyen siyaset bulaşmamıştı;

Misal, Başakşehir Kulüp Başkanının, tam da 12. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ortasında, “Recep Tayyip Erdoğan’nın desteklediği takım olmakla gurur duyuyoruz. 12 numaralı formamız ilelebet ona aittir!” açıklamasıyla spora siyaset bulaşmamış, Başkanın evine sarı zarf gitmemişti.

Misal, Konyaspor’undan kayserispor’una, Rizespor’undan Trabzonspor’una, Ümraniyespor’undan Başakşehir’ine, Erzurumspor, Alanyaspor, Afyonspor’una; spor kulüplerinin yönetim kurullarına, başkanlıklarına, eski AKP’li MHP’li milletvekili adaylarını, belediye başkanı adaylarını doldurunca spora siyaset bulaşmamış, bu arkadaşlara, stadyumlara girme yasağı tebliğ edilmemişti.

Misal, Amasyaspor- Elazığspor maçının bitiş saatine bağlanmış MHP mitingine kalabalık taşımak için, AKP’li Amasya Belediye Başkanının 15 bin bileti bedava dağıtarak Tokat’tan, Çorum’dan, Erba’dan otobüsler dolusu adam taşıyınca spora siyaset bulaşmamış, kimseciklere tebligat gönderilmemişti. 

Misal, Gökçek ailesinin, Belediye Başkanlığı sürecinde, Ankaragücü ve Ankaraspor’un başına geçerek onları bitirince, Ankaraspor’un adını “Osmanlı spor” Sincan’daki Yenikent Stadyumunun adını da “Osmanlı Kalesi” olarak değiştirince, ABB bütçesinden bu kulübe milyonlar aktararak resmen kulüp üzerinden siyaset yapınca spora siyaset bulaşmamış, kimse savcılık tarafından uyarılmamıştı.

Bu memlekette 20 yılda, bırakın spora siyaset bulaştırılmasını, sporun siyasete, eli kolu bağlanarak teslim edildiğini, yukarıda sayılan örneklerin düzinelerce fazlası alt alta sıralanarak ortaya konulabilir.


Seyircinin “Hükümet İstifa!” sloganı, bu örneklerin yanında o kadar naif ve mazlum kalır ki o kadar olur. 

Hadi diyelim ki tribünlerde “Hükümet İstifa!” diyen seyirciye stadyumları kapatıp kurtuldunuz!
Yarın pazar yerlerinde bu slogan, hani olmaz ya,  mazallah vatandaş tarafından atılmaya başlayınca, vatandaşın pazara girmesini mi yasaklayacaksınız?..
— 

Tren kazası

Yunanistan’da iki tren çarpıştı. 40 kişi hayatını kaybetti.
Ulaştırma Bakanı Kostas Karamanlis, birilerinin kendisini affetmesin filan beklemeden anında istifa etti.

Bizim Kostaslar şaşırdı!
Kostas niye istifa etti ki?
Çarpışan Trenlerden birini o mu kullanıyormuş?

Hayır!


Sinyalizasyon sistemini o mu yönetiyormuş?
Hayır!

Tren Takip Sistemini o mu kontrol ediyormuş?

Hayır!

Balast kontrollerini o mu yapıyormuş?
Hayır!


E kardeşim, o zaman neden istifa etti bu değişik?
Amaç çok belli değil mi?
Amaç Türkiye’yi bölmek!

Amaç “Bakın sizde depremde onbinler enkaz altında kalıyor, tribünler hükümet istifa sesleri ile inliyor ama hükümet tınmıyor, biz de ise bir tren kazasında, soruşturma bile açılmadan Bakan istifayı basıyor!” demek suretiyle iktidarımızı zor durumda bırakmak!

Anlamıyor muyuz sanıyorsununuz?
Siz şu depremde yardıma gelen ekiplerinize dua edin! 


Yoksa bölmüştük mesaimizi!

 

İçimden gelen bir Can Atalay yazısı 

Can Atalay’dan önce babasını tanıdım.
80’li yılların ortalarında Mustafa Atalay ile Cağaloğlu’nda Narlıbahçe sokakta, bir yayınevinde uzunca bir süre birlikte çalıştık..

Yayınevi derken, patron ile birlikte hepi topu beş altı kişilik bir ekiptik.

Ben yayınevinin karikatüristiydim. Mustafa abi ise mali işlerini yönetiyordu.

Kendisi pek anlatmasa da, o günlerde bildiğim ve halen mücadele ettiği ağır sağlık sorununun kökeni, 12 Eylül zindanlarında, böbrekleriyle ödediği bir yurtseverlik bedeliydi. 

Bir gün Mustafa Abi, Can’ı iş yerine getirdi. 

Can sekiz on yaşlarındaydı. 

Sakin ama her şeyle ilgilenen bu zeki bir çocuk, çizdiklerimle de ilgilenmiş, ilk tanıştığımız gün bir karikatürünü çizdirmişti bana.

Aradan yıllar geçti. Okulundan mezun olup, Taksim’de ilk avukatlık bürosunu açtığında Birkaç ortak arkadaşla ‘hayırlı olsun’a gittik.
Mustafa Abi ile zaman zaman görüşsek de Can’ı uzun yıllar sonra görmüştüm.
Babası, yıllar önce çizdiğim o karikatürü hatırlattı Can’a. Hala odasının duvarında asılı durduğunu da belirterek.

Avukat olduktan sonra Can’ı bütün Türkiye tanıdı.
Nasıl tanıdı?
Avukatlık yaparak sağladığı kazancını son kuruşuna kadar haksızlığa uğrayanları savunmak için harcayarak yaptığı hukuk mücadelesiyle…

Gezi davasında Can Atalay’a, aslında bu haksızlıklara karşı olduğu için, kendi deyişiyle “atanamamış bir AKP milletvekili tarafından” 18 yıl ceza verildi.
Gazeteci Mustafa Hoş’un dediği gibi, “Gezi Davası’nda Can Atalay’a verilen ceza, aynı zamanda Çorlu’da trende öldürülenlere, Aladağ’da yakılan çocuklara, Soma’da ölüme gönderilen madencilere, Hendek’te havai fişeklere kurban edilen işçilere de verildi.”


Can Atalay’ı çocukluğundan beri tanıyorum.
Benim oğlumun adı da Can!
Onun için bir ‘rol model’ göster deseler tereddütsüz Can Atalay’ı gösterirdim.

Can Atalay’ın cezaevinde olduğu bir alemde, dışarıda olmayı vicdan sızısı olarak hissediyorum.

Yeterince tanısaydılar aynı sızıyı ona bu cezayı verenler de hissederlerdi.
Ama demek ki para ve ikbal gözlükleri doğru görmelerini engelliyor!

Ne demokrasi be!

Samsun’un deneyimli avukatlarından Hüseyin Cimşit, deprem sürecinde yetersiz olduklarını iddia ederek Cumhurbaşkanı ve bazı Bakanlar hakkında dava açtı.

Hüseyin Cimşit bu kanaate sadece iyi bir hukukçu ve gözü açık bir vatandaş olarak varmadı. Kendisinin hukuk yanında mühendislik ve ekonomi dalında taş gibi iki diploması daha var..

Davayı açmasının hemen ardından savcılığa çağrılıp ifadesi alındı.

İfade verip savcılıktan çıkarken çevresini saranlara mütebessim bir ifade ile şu cümleyi kurdu:
“Çok şükür tutuklama kararı alınmadı!”

Yani ‘davacı içeri atılmadı’ diye sevindiğimiz bir demokrasi seviyesine yükselmişiz.
Hamdolsun!  

 

Dirayet

Dünyada var mı bilmiyorum ama Türkiye’nin ilk günlük PDF gazetesinin 1225’inci sayısını okuyorsunuz.

..

PDF gazete: yani her açıdan, bildiğiniz basılı gazeteler gibi hazırlanan, sadece son adımda matbaa yerine doğrudan okurunun telefon ve e posta mesaj kutusuna ulaşan, kağıt kullanmayan gazete.
Klasik basılı gazetelerden farkı, dünyanın her yerindeki abonelerine her  sabah saat 07:00’de aynı dakikada hatta aynı saniyede ulaşması.

İnternet sitesi ya da portal formundaki internet gazetelerden farkını söylemek yerine, onlarla tek ortak noktasını belirtmek daha kolay: O da dağıtım aracı olarak interneti kullanması. 

1225’inci sayı 3.3 yıl demek.
3.3 yıl, böyle, patronu sadece okuru olan, yayınladığı haber için kimseye borçlanmayan, okurlarının -abonelik- desteği karşılığını gerçek haberle ödeyen bir yayın için rüştünü ispat süresi.

Okurlar da, var olsunlar, sık sık bu hakkı mesajlarıyla bonkörce teslim ediyorlar.

BUMED (Bogaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği) kurucularından, okurumuz Faruk Bayır, sabah yukarıdaki Whatsapp mesajını göndermiş. “1223 Sayı, nasıl bir dirayet bu. Sevgi ve saygı ile selamlıyorum. 🙂 “ demiş.


Faruk Bayır bunu “dirayet” olarak niteliyorsa el hak doğrudur.. 

Çünkü Faruk Abi, sadece bu gün direnmeye devam eden BUMED’in kurucularından biri değil, formayı terli tutmanın ne demek olduğunu bilen, bir zamanların istikrarlı, başarılı milli voleybolcularından biridir.  


Ne kadar motive olsak azdır.

 

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir