Korkmadan bisiklet

İçişleri Bakanı; Anayasa Mahkemesinden çıkan bir kararı beğenmedi ve Anayasa Mahkemesi Başkanına bir “challenge” yaptı..
“Bisikletle işe gitmeye var mısın? Ben varım!” dedi.

Soru: Bir ülkenin başkentinin caddelerinde, Anayasa Mahkemesi başkanının bisikletle gezme güvenliği yok ise, bu durumdan o ülkenin hangi bakanı baş sorumludur?
a) Tarım Orman ve Köyişleri Bakanı
b) Aile Saadet ve Mutluluk Bakanı
c) Denizcilik Balıkçılık Gölcülük Bakanı
d) Turizm Kültür ve Ören Yerleri Bakanı

Lomboz 10 Eylül 2020 Cuma

HABERLERDEN ÖZETLER

Tarikat şeyhi isyan etti : “Beni de kandırdılar?”

12 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz ettiği iddiası ile tutuklanan tarikat şeyhi F.N., çıkarıldığı mahkemede hakim karşısında isyan etti. “Beni de kandırdılar!.. Hani sistem değişmişti? Sistem değişmiş olsa bunun için tutuklanır mıydım hakim bey? Görüyorum ki memlekette hala eski tas eski hamam! Usul yönünden itiraz ediyorum!.. Yargılanmadan önce, yüce mahkemeden, sistemin değişip değişmediğinin teyidini istiyorum!” şeklinde konuştu! Mahkeme, konunun usulden incelenmesi gerekçesi ile kararı bir sonraki celseye bıraktı.

Korona aşısını bulan Rus bilim adamı acı konuştu!

“Koronadan korkma altta kalmaktan kork!”
Aşı’ya, halkın sevinmesi için erken olduğunu belirten ve Bulduğu aşının 3 aşamadan geçtikten sonra halka ulaştırılabileceğini söyleyen rus bilim adamı Alexander Filankoviç, aşının ilk aşamada siyasilere ve onların eş dost ve akrabalarına; ikinci aşamada, yakın devletlerin yöneticilerine, onların eş dost ve akrabalarına; üçüncü aşamada ise Rusya ve komşu devletlerdeki iş adamlarına, onların dost ve akrabalarına yetecek sayıda üretilip dağıtılacak şekilde planlandığını ve bu üç aşamanın tamamlanmasının en az üç seneyi bulacağını belirtti. “Ürettiğimiz aşı bu üç aşamayı geçtikten sonra sıradan vatandaşlara ulaşacak. Onlar da halen sağ kalmışlarsa aşıdan ücreti mukabili yararlanabilecekler” dedi.

Yakalanan IŞİD Diyarbakır Emiri, Canan Karatay’ı suçladı

Diyarbakır’da Kelle Paçacıda yakalanan IŞID Diyarbakır Emiri Nihat Turan’ın, alınan ilk ifadesinde, Canan Karatay’ı suçladığı belirtildi. Basına sızan bilgilere göre: “Ben normalde ocakbaşı müdavimiydim. Canan Hoca diye derin bir hoca var dediler. Kelle paça çorbası içmenin koronayı def ettiği, üstüne dil, beyin ve yanak ile cila yapmanın kaza, bela, fitne, nazar, sihir ve düşmanların şerrinden koruduğu şeklinde fetvaları varmış dediler.. Biz de tebdili mekan eyledik. Lakin her gün kelle paçacı; dikkat çektik tabi!” dedi.

 

Vatikan, arazisiyle birlikte Diyanete devredildi

Resmi gazetede yayınlanan bir kararname ile Vatikan Şehir Devleti’nin, Papa dahil, olduğu gibi Diyanet İşleri Başkanlığına devredildiği ilan edildi.. Sosyal medya hesaplarından ve AB Meclisi’nden gelen yoğun tepkiler üzerine kararnamenin geri çekildiği açıklandı. Konu ile ilgili konuşan CB. Hukuk danışmanlığı üyesi Şakir Dalkılıç; “Maddi bir hata sonucu arazi planları karışmış.. Kaldı ki ufacık bir arazi için bu kadar tepkiyi anlamadık. Yine de Papa ve katolik cemaatten özür dileriz!” dedi.

 

Formula1 Pistinde radar ile hız kontrolü uygulaması hazırlık aşamasında engellendi

13-15 Kasım’da İstanbul Grand Prix’sinin yapılacağı bildirilen İstanbul Park pistinde, hız ihlallerinin engellenmesi amacıyla Tuzla Trafik Kontrol şubesi tarafından konulmaya çalışılan Radar kontrolü ve ceza uygulaması hazırlıkları iptal edildi.
Kontrol Şube Başkanı Komiser Tayyar Düdük yaptığı açıklamada: “Verdiğimiz ceza kotalarını aşamayan birkaç memur arkadaşımız işgüzarlık yapmış, Buradan açığı kapatırız diye düşünmüşler! Yok bişey, dağılalım arkadaşlar!” dedi.

 


 

Sahte Google Add Tuzağı

Sözün, ünlü Gangster All Capone’a ait olduğu söylenir..
“Çocukken her akşam yatmadan önce Tanrı’ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Tanrı’nın çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi sabah gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrı’ya günahlarımı affetmesi için dua ettim.”
Ne kadar dokunaklı ve masum bir başlangıç!
İnsanın, hayatı boyunca tonlarca adam öldürmüş acımasız bir yeraltı figürüne, Scarface’e, acıyası geliyor..


Bu girizgahtan sonra asıl olaya gelelim.
En sonunda, yazının kuyruğunu da bu aforizma ile bağlayacağız.

Israrla arıyorlar!
Kapatıyorsun ertesi gün tekrar arıyorlar!
Numarayı yasaklıyorsun başka bir numaradan yine arıyorlar..
Google’ın böyle bir uygulama yapmayacağı besbelli. Tezgah olduğu aşikar.
Kontrol etmeye bile gerek yok! 
Google, telefonla ürün satıp kapıdan kargo ile tahsilat yapacak!!..
Kaldı ki satmaya çalıştıkları şey, Google’ın varlık nedeni. Google robotunun tarayıp ücretsiz yayınladığı ‘Google arama sonucu listelemeleri.. Bu listeler olmazsa Google olmaz!
“Bu listede bulunma süreniz doluyor!” diye arıyorlar. Arıyorlar.. Arıyorlar..

Sonunda, madem bu kadar ısrar ettiler, bunu yazayım, insanları uyarayım diye düşünerek, aramaya karşılık vermeyi kararlaştırdım.

Hikaye şöyle akıyor:

Sizi önce 850’li bir numaradan arıyorlar.
“İşletmenizin Googla aramalarında görülme süresi bitiyor. Devam etmesini istiyorsanız 1’e basın!” diyerek kısa bir yönlendirme yapıyorlar.

1’e bastıysanız, tuzağın ilk aşamasını geçmiş oluyorsunuz.
Bir süre sonra 212’li bir numaradan bir çağrı merkezi görevlisi sizi arıyor.
Google’da yer almanın işletmeniz açısından nimetlerini anlatıyor.
Bir yıl ya da iki yıl uzatma yapabildiklerini söylüyor.
Ödemeyi kapınıza gelecek olan kargo görevlisine yapacağınızı, başka türlü ödeme kabul etmediklerini belirtiyor.
Ben bu aşamada ezberi bozmak için, 2 yıl değil 10 yıl uzatmak istediğimi, parası neyse onu ödeyeceğimi belirtince “Bunu şefime danışmam lazım!” diye bocalıyor.
Google’da ne şefi ise?..
Belli ki akışta böyle bir avangard isteğe yanıt kurgulanmamış.
Sonra ben, “Birinci sayfada ve birinci sırada çıkmak istiyorum!.. Parası neyse ödeyeceğim!” diye gerçek Google Add muhabbetine giriyorum. Yani Google’ın aslında para karşılığı yaptığı asıl iş.
“Bu şekilde konuşmaya devam ederseniz görüşmeyi sonlandıracağım!” diye cevap veriyor. Ben sakince, “Hanımefendi, sadece daha iyi hizmet istiyorum, parası neyse ödeyeceğim. Küfür ya da hakaret etmiyorum!” desem de fayda etmiyor. Görüşmeyi sonlandırıyor.
Pimpiriklenerek sizi arayan numarayı geri aradığınızda telesekreter çıkıyor. “Google Cloud’a hoşgeldiniz. Destek pininizi girerek görüşmeye devam edebilirsiniz” diye bir güven tazeleyici anons peşinden elbetteki böyle bir ‘pin’ olmadığı için görüşmeye geçilemiyor.

İşin garibi ne biliyor musunuz?
Türkiye, son yıllarda normal girişimden çok bu tür girişimlerin cenneti oldu.
Bu girişimcilik ruhu, bu proje zekası, bu organizasyon, bu sabır, bu çaba acaba doğru yönetilse Türkiye bugün olduğu yerde mi olurdu?
Ama en baştaki “imamlar”; yarın tarih kitaplarına vaka olarak kazınacak; Sülün Osman’ın hayranlıktan dip düşüreceği “Kanal İstanbul” gibi bir projeyi ortaya koyarlarsa cemaat ne yapmaz.

Aynı Scarface’in bisiklet hikayesi gibi..
Sonuçta “ilahlarımızın çalışma tarzının” sadece dua ederek istemek olmadığını görüyor herkes..
—-

 

 

 

O istakozu da yemem, o kuyruğu da görmem!
Biz fakirler pek bilmeyiz ama dünya gurme sosyetesinde hiç eskimeyen bir ‘istakoz’ muhabbeti vardır.
Öldüklerinde hızla zehirli bakteri üretme riski olduğu için canlı canlı pişirilip yenilen o ‘Catarpillar 909’ görünümlü mükemmel mekanizma, o derin deniz savanlarının yenilmez zırhı, balık restoranları ya da süper market akvaryumlarında, bantlanmış kıskaçlarıyla küçük hareketler yaparak, içinde bulundukları ıstıraplı durumdan kurtulmak için haşlanmak üzere içine girecekleri tencerenin kapağının, sanki bir an önce açılmasını beklerler..

Soru şudur: “Ay, acaba hayvan pişerken çok acı çekiyor mu?” 

Acı çekmek ne kelime?
Acı çekmeseydi, hayvan pişerken, canlıların çoğunda ortak bir kaçış refleksi olan “kuyruk titretme” hareketini yapar mıydı?
Yemek uzmanları, hayvanı buzla şoklayıp bu hareketi 20 saniyeye indirerek acıyı azaltmayı keşfetmişler..
Ne büyük başarı!
İstakoz, pahalı bir menü! Ama her yıl yüz binlercesi acı içerisinde haşlanarak, parası çok olanlar tarafından elit bir yiyecek olarak tüketiliyor, ya da kıymetli misafirlere bir ‘üst segment jest’ olarak ısmarlanıyor. Ama nedense bu menüleri tüketen sosyetikler, yedikleri naneyi ‘canlı maymun beyni’ yemiş gibi gizlemeyi tercih ediyorlar. Çünkü aslında yedikleri herzenin farkındalar.

Hatırlarsınız, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı iken bir Washington ziyaretinde, eşi Hayrünisa Hanım’a Cafe Milano’da, Büyükelçilik tarafından ısmarlanan makarnalı ıstakoz menüsü, basına sızdırıldı diye gariban Türk garson çocuğun işinden kovdurulmasına kadar gitmişti olay!..
“Neden gizliyorlar?” sorusuna yanıt olarak ben de bunu “Halkımızı özendirmemek!” için yanıtıyla çizmiştim o vakitler…

Sözün özü; Bütün medeni ülkelerin kabul ettikleri Hayvan Hakları beyannamesi “Besin olarak kullanılacak hayvanların, acı çektirilmeden, korkutulmadan, en hızlı ve hissetmeyecekleri metodlarla öldürülmesini yasal güvence altına almışken, akvaryumlarda günlerce esir edilen ve dakikalarca haşlanan ıstakoz için bu yasa neden işlemiyor?
Damağınız bu kadar mı rutinden bıkmış?

Zıkkımın kökünü yeyin!

 

 

 


 

—-

 

 

Okullar Açılamıyor!

Hasta sayısı arttı.
Hastaneler dolup taşıyor.
Yoğun bakımlarda yer olmadığı için şuraya gönderilen, şurada da yer olmadığı için oraya gönderilen, orada da yer kalmadığı için evine gönderilen ve kaybedilen hasta hikayelerine her gün yenileri ekleniyor.

Her gün başka bir ilin valisi, başka bir ilçenin kaymakamı, ikbal korkusunun duvarını yıkıp gözünü karartarak alarm verip feryat ediyor.
Ama ne fayda!
Utana sıkıla bir ay erteleniyor ama kayıtlar başlatılacak..
Okullar illa da açılacak!
Seyreltilmiş olarak eğitim verilecek.
Ders arasına fişek gibi fırlayan çocukları nasıl seyrelteceklerse!

Tabi diyeceksiniz ki, özel okullar büyük bir sektör.
Özel okul çalışanları taş mı yesin?
Biz de öyle diyoruz zaten!
Ama şunu da biliyoruz.
Tükenmiş, tüketilmiş hazine bizi “kırk satır ile kırk katır” arasında tercih yapmaya zorluyor.
Sektör mü sıkıntıya girsin yoksa evlerde “korona risk sınıfında” olanlar mı?


Milli Eğitim Bakanı’nın bir özel okul sahibi yani bir sektör patronu olması ‘ihsası rey’dir.
Bu konuda kişisel olarak ne kadar “hakça” davransa, ne kadar zarif ve saygıdeğer olursa olsun durum yakışıksızdır.
Evlerde, uçurumun kenarında bekleyen başta yaşlılar, engelliler, kronik hastalığı olanlar olmak üzere milyonlarca insan, özel okul sektöründe 2000 öğrencisi ve 350 çalışanı olan bir bakanın vereceği karara bakmaktadır.
Sezai Karakoç’un Gülce şiirindeki gibi:
“Bir gamzelik rüzgar yetecek/ Ha itti beni ha itecek!”
Reva mıdır?

Lomboz 31 TEMMUZ CUMA 2020

Lomboz 31 TEMMUZ CUMA 2020

Pilav Tenceresi Şeklinde Ekonomik Kriz!
Haftanın en şık kriz yorumu Karar Gazetesi Ekonomi Yazarı İbrahim Kahveci’den.
Kahveci diyor ki:
“Ekonomik krizin “V” şeklinde, veya “double V” şeklinde hareket edeceğini söylüyorlar!.
Yani ekonomi dibe vurup çıkacak ya da dibe vurup çıkıp tekrar dibe vurup tekrar çıkacak!. Hayır!.. Kriz V ya da W şeklinde değil, ‘tencere’ şeklinde hareket edecek!..” diyor..
Yani demek istiyor ki, kriz:  -I_____I-  bu şekildeki pilav tenceresi gibi hareket edecek! .. Devamını Oku

LOMBOZ 19 TEMMUZ PAZAR

 

HABERLERDEN ÖZETLER
Hayvanlar orman yaktı!
Çanakkale’nin Gelibolu ilçesi, Çilingir köyü yakınlarında çıkan orman yangınını bölgede yaşayan dağ keçilerinin çıkardığı belirlendi.
Yerel kaynaklar, bölgede Tekboynuz olarak bilinen yaşlı keçinin dile geldiğini ve Orman Müdürlüğü yetkililerine, yangını bile isteye çıkardıklarını itiraf ettiğini belirtti.
Orman yangınını, öldürülmeleri için ihale yapılmasını protesto etmek amacıyla hep birlikte çıkardıklarını belirten Tekboynuz:
“abe başlatmayın sizin av aşkınızın ızdırabından kapçıklar! Sizden bize zırnık ayır yok! İş başa düştü!.. Biz te bu yavrucakları bu sabi ayvanları beslemek, nesli devam ettirmek için teey bu dağyı, tepeyi düz etmişiz.. Siz bizi üj-bej dolara, gavürün enceene piiz mezesi yaptırırsınız!. Gidin Eyrebol’da uulak çevirtirin! Ayde ordan be yaa!” dedi.
Devamını Oku

Lomboz 17 Temmuz Cuma 2020

Abdülhamid Han kostümü

İsmi lazım değil, meşhuur alışveriş sitesinde satışta..

Fes dahil 740 TL.

Diriliş Ertuğrul’u izlerken, bir elinde kazan kapağından kalkan, diğer elinde kömür sobasının karıştırma çubuğu, kafasına da yengenin pazen donunu geçirmiş (şekil-1’deki) afbuyur salak var ya!

İki diziyle beynini rölantiye düşürüp “Ulan niye bizim evde hala kömür sobası var?” diye sormayı bile akıl edemeyen ebleh!

İşte bunun bir tık beyinsel olarak gelişmiş ve iki tık paralıları, olaya kostümlü takılıyor belli ki!..

Bunu evde giyip, kendisini endişeli gözlerle izleyen evlad-ü ayalına poz veriyor.
Hani malum sarayın merdivenlerindeki bilmem kaç devleti temsil eden aslan parçaları gibi.. 

Hani galvanizli soba tenekesinden miğfer yapmış, nacak sapına, gürz kıvamına gelsin diye hamam ilifi geçirmiş tosuncukların Ankara havası!..
İtibardan tasarruf modu..

Meşhuur sitenin “Bunu satın alanlar şuna da baktı” bölümünde ehven fiyata Abdülhamid Han madalyonları da var.
Madem para var, kostümün yanında aksesuar olarak onu da alın!
Münasip bir yerinize takarsınız!

 

—-

 

Muhalefetin kolayına mı geliyor!

Muhalefet, sonuç getirmeyen, rutinleşmiş, bir derde derman olmayan “laf çakmalı!” basın açıklamalarıyla bir yere varılamadığını hala idrak edemedi.

Bu modelin 19 senedir işe yaramadığını anlayamadı.

 

CHP sözcüsü Faik Öztrak abimiz düzenli aralıklarla kameraların karşısına geçiyor.

Salonda iktidar ve muhalif medyadan gazeteci ve kameralar var. 

Bir iki muhalif kanal, açıklamayı leğende istavrit kıvamında, “yarı-canlı” veriyor. 

İktidar yandaşı kameralar ise basın toplantısını çekiyor ama zinhar haber yapmıyor. Onların amacı görüntü ve bilgileri merkeze geçmek. 

Ola ki bir açık ya da kullanışlı bir malzeme çıkarsa diye merkezdeki uyanıklar tetkik ediyor!

Öztrak konuşmasına “Yokuş aşağı freni boşalmış, duvara doğru giden bir kamyon” şeklinde bir mecaz-ı mürsel ile başlıyor, anlatıyor, alatıyor, sonra sanayi üretimi yüzde şu kadar daralmış, Ciro endeksi geçen yıla göre şu kadar düşmüş, perakende satışlar yüzde şu kadar gerilemiş. Damat bakan esnafı sanayiciyi şu kadar borca batırmış..” diye konuşmasını bitirerek kağıtlarını topluyor. Arkasını dönüp çıkıyor.. 

Bir dahaki basın açıklamasına kadar işlem tamam. 

Vazife eda edilmiş, gönüller rahat!

Şimdi naçizane soruyorum!

Sayın Öztrak, güzel abim! 

Bu modelin bir sonuç vermediğini hala anlamadınız mı?

Kasaptan 5 liralık kıyma alan vatandaşlarımız var.
Hani onlardan birisini konuştursanız.
O kıymayı eve nasıl taşıyor. onunla kaç adet köfte yapıyor anlattırsanız.. 

O kadarcık kıymayla bir patlıcan musakka tarifi yaptırsanız..

Emin olun daha etkili olacaktır.

“Malum birinin” konuşmasına tahammülümüz kalmadığını, sesini duyunca kanalı değiştirdiğimizi biliyorsunuz!

Siz de aynı kategoride yer almak istemezsiniz!

 

Haftanın analizi

İlahiyatçı Cemil Kılıç;
“Allaha din öğretmek” başlığı altında yaptığı analizine: 

“Öbür dünyada cennete gitmek için bu dünyayı cehenneme çevirenler müslüman olamaz!” diyerek net bir yargı ile başlıyor ve şöyle sürdürüyor:
“Din insanın kendisini doğaya teslim etmesidir. Kur’an, doğayı tahrip etmeyi mahkum ediyor. Din doğayı koruma mücadelesidir.” diyor..

Devam ediyor:

 “21. yüzyılda Kuran’a göre müslümanın tarifi şudur;

-Çevreci mi? 

Dindardır!

-Hayvan haklarına saygılı mı? 

Dindardır!

-İnsan haklarına saygılı mı? 

Dindardır.

-Sosyal adaletten ve adil paylaşımdan yana mı? 

Dindardır. 

-Egemenlere karşı ezilenlerin yanında mı? 

Dindardır.

Bu yüzyılda müslümanım diyen kişide bunlar yoksa ne kadar namaz kılarsa kılsın,

ne kadar oruç tutarsa tutsun, kaç sefer hacca giderse gitsin, asla Kur’ani ve Muhammedi manada dindar olamaz. 

Olsa olsa dinci olur.”

Şöyle bir bakınca, Hoca analizinde ‘iyi dindar’ olarak adeta Marksistleri tarif ediyor.

Lakin şimdi hemen: “Vay sen Marksizm’e din mi demek istiyorsun?” şeklinde tersinden atak almayalım!

Henri Lefebvre’yi okumuşluğumuz var! Amman deyim!

 

—-

 

Ayın beklentisi
Egemen Bağış’tan, ‘Ayasofya’dan ilk cuma selfisini’ merak ve heyecanla bekliyoruz.
(Oldu olacak, vur dibine gitsin hacım!..)

 

Güçlü Meclis

Bakanların yazılı soru önergelerine yanıt verme oranı %8 civarında.. 

Başta Adalet Bakanlığı, Aile ve Sosyal Güvenlik bakanlığı ve dahi muhtelif bakanlıklar verilen yazılı soru önergelerine ısrarla yanıt vermiyorlar.

Sözlü ya da yazılı soru önergeleri meclis işleyişinin ana mekanizmalarından biridir. şayet bu mekanizma çalışmıyor, işlemiyor ise Meclis’in varlığından söz edilemez. 

Bir kere bu tespiti bir kenara koyalım!

Tarih 1 Mart 1921. Atatürk Meclis kürsüsünde..
Savaş alanlarının barut kokusu hala üzerinde.. 

İkinci yasama yılı açılışına yetişmiş. 

TBMM’nin ilk yılının faaliyetlerini değerlendiriyor.
Bir yandan İstiklal Harbi devam ediyor. Kuvayi Milliye çeşitli cephelerde işgal güçleriyle mücadele ediyor. 

Birinci İnönü Muharebesi bitmiş. İkincisi başladı başlayacak.
Çerkez Ethem, Tevfik Bey, Reşit Bey ihanetleri yeni bertaraf edilmiş..
Yunanlılar, Ankara’ya doğru yürüyor..  

Afyonkarahisar’ı işgal etmek üzere..

Atatürk böyle bir atmosferde Meclis kürsüsünde, Meclis’in ilk yıl faaliyetlerini özetliyor.
“Efendiler!” diyor.. ”Meclisimiz, kuruluşundan bu yana geçen 311 günde 151 birleşim, 407 oturum yapmış, toplam 381 kanunla uğraşmıştır. Komisyonlara 703 iş yollanmış, 422’si sonuçlandırılmış, kalanı yeni döneme devredilmiştir.
122 Önerge ile Bakanlar Kuruluna sorular sorulmuş, gensoruda bulunulmuştur.”

Meclisin ilk faaliyet yılında, üstelik o yangın ortamında, 407 oturum vardır. cevaplanmamış tek bir önerge yoktur.
Komisyonlar tıkır tıkır çalışmaktadır..
Atatürk, meclisten sadece savaşı yönetme yetkisi değil adeta ölme izni de isteyerek cepheye gitmektedir.

 

Tayyip Erdoğan; Yeni Başkanlık Sisteminin bir özelliğinin de daha güçlü bir meclis olacağını söylemişti.
Bu kulaklar bu sözü duydu!.. Gazetelerin sütunlarına, tarihin kayıtlarına bu sözler geçti!


Yasaların, bir avuç danışman tarafından çıkarıldığı, hazırlanan yasa taslaklarından, atanmış bakanların bile haberi olmadığı, vekillerin umursanmadığı meclis ne açıdan daha güçlü olacaktı?
Soru önergelerine cevap alamama bakımından mı?

—-

Baro Karikatürleri – Gazete Pencere – Oldu da bitti maşallah!

Her ne kadar mani olunamadıysa da “Baro’ların Bölünmesi” olarak adlandırabileceğimiz süreçle ilgili, Gazete PENCERE’de yayınlanan yazılı ve çizgili yorumlarımız aşağıda.
Çizgili Tarih Güncesi adını verdiğimiz bu sayfalarda  tarihe kaydetmek üzere  yayımlıyoruz.
Yasalaşan ve Anayasa Mahkemesi’ne taşınan “baroların bölünmesi”  ya da Paralel Baro olarak isimlendirilen mesele, şayet Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmezse üç ayaklı yargı masasının 3. ayağı da sakatlanmış olarak kalacak.
Reddedilse bile bu süreçte kurulmuş olan Baro’lar faaliyetine devam edecek.
Oldu da bitti maşallah!

 

 

 

İşsiz Sayısı Azalırken

LOMBOZ 14 Haziran 2020 Pazar

 

NEDEN BAŞBUĞ’UN “İFADESİ ALINDI”?

Ünlü bir yazar; aristokrat olabilmek için bir kaç kuşaktan bu yana zengin olmak gerektiğini belirtiyor ve sonradan görme zengini tek cümle ile şöyle tarif ediyordu: 

“Ganimetini sergiler ama onu düzgün taşıyamaz!”

Bu giriş bir tarafta dursun!

Devamını Oku

LOMBOZ 12 HAZİRAN 2020 Cuma

HAFTANIN SÖZÜ

Hüsamettin Cindoruk. 

Ömrü uzun olsun, Türk siyasetinin hala hayatta olan en eski üyelerinden biri.

Parti başkanlığından, meclis başkanlığına hatta vekaleten cumhurbaşkanlığına kadar siyaset kademelerinde basmadık taş bırakmamış bir duayen.

Ve mealen diyor ki: 

“Türkiye’nin devlet hukukunu, adaletini yeniden ayağa kaldırabilmesi için 27 Mayıs anayasası gibi bir anayasa gerektiğini düşünüyorum!”
Dikkat edin, bunu diyen kişi, kimilerinin ancak kitaplardan okuyup öğrendiği bir sürecin avukatı. Yassıada’da yargılananların, 27 Mayıs’çılar karşısında, mahkemelerde bizzat savunmasını yapmış, görmüş geçirmiş bir hukuk adamı. O Tarihin, savunma tarafındaki en önemli tanıklarından biri.

Sonra Kavala’ya yapılanı da, “Osman Kavala’nın durumu Islahat Fermanı’na bile aykırıdır!” şeklinde ‘yaşayan tarihlik’ şanına uygun bir gönderme ile tarif ediyor. Devamını Oku