Haftanın karikatürleri
Haftanın karikatürleri
Erdoğan, kurmaylarına “Şu CeHaPe’li belediyeleri iyi bir silkeleyin!” komutunu verdikten sonra bakanlar ve ilgili daireler hızla harekete geçtiler, daha doğrusu mevcut hazırlıklarını yürürlüğe koydular.
Belediyelere yıldırım hızıyla hacizler yağmaya başladı.
…
CHP’li belediyeler silkelenme icraatı ile ilk kez, SGK borçları nedeniyle karşılaşmıyorlar.
Belediye başkanlıklarını kazandıkları ilk günden itibaren silkeleniyorlar.
…
İlk silkelenmeler, başkanlığı kazandıkları halde, belediye meclislerinde çoğunluk elde edememeleriyle başlamıştı.
Bu durumdaki büyükşehir belediyelerinin, halkın takdirine mahzar olacak hiç bir girişimi belediye meclislerinden geçmedi. Mesela başkanın, konutlarda kullanılan su fiyatına indirim kararı meclisten geçemezken, otoparklara zam kararı yıldırım hızıyla geçiyordu.
…
Başka bir silkeleme modeli, önceki başkanın borçlandığı yandaş firmaların, yeni başkanla, hiçbir taksitlendirme anlaşmasına yanaşmadan, alacaklarına istinaden belediyeye haciz kararları çıkarmalarıydı. Makam odalarındaki koltuk ve masaların haczedilme haberlerinin neredeyse tamamı işte bu yaklaşımın sonucuydu.
…
Başka bir silkeleme modeli, belediyelerin ellerinde bulunan gelir getirici işletmelere konuya uygun bakanlıklar tarafından el konulmasıydı. Efes otoparkı, Galata Kulesi gibi örnekleri hatırlayın!
…
Başka bir silkeleme modeli, geliştirilen projeler için uluslararası kaynaklardan sağlanan oldukça uygun kredilere onay imzasının uzun süre atılmaması ve projelerin çürütülmesiydi.
…
Şimdi SGK borçları devreye alındı.
SGK’nın alacaklarının sadece yüzde 10’u belediyelere ait.
Yüzde 90’ı ağırlıklı olarak yandaş firmaların listede bulunduğu özel sektör. Çünkü zaten kendilerinden olmayan firmalara göz açtırmıyorlar.
Üstelik, belediyelere ait yüzde 10’luk borcun büyük çoğunluğu da seçimi CHP’ye kaybetmeden önce biriktirilen borçlardan kaynaklanıyor.
…
Gel gör ki bu silkelemeler neredeyse hiç istenilen sonucu vermiyor!
Bunca kuvvetli silkelemelere rağmen “maymun” daldan bir türlü düşmüyor!
…
Nasıl oluyor bu?
Kaynaklar vahşi bir şehvetle çarçur edilmezse, cebe atılmazsa oluyor!
…
Sözün özü sahada öyle bir maç oynanıyor ki, rakip kaleci kale direğine bağlı, rakip futbolcuların ayaklarına top gülleleri bağlanmış, hakemlerin hepsi ayarlanmış, stada sadece malum takımın seyircisi alınmış ama heyhat! Rakip takım hala top çeviriyor, hala gol atıyor!
Haliyle yenilir yutulur bir şey değil!
—
Karikatürlerle Suriye Vakası
Erdoğan: “sadece Putin’le ikimiz kaldık. Gerisi elimine!..” Dedi.
—
Artık Hepimiz Suriyeliyiz.
gole en çok sevinen iki kişi. Hadi birini anlarız. Diğerinin neye sevindiğini anlamak mümkün değil..
—
Abiler, piknik yapar gibi Suriye’yi bir uctan bir uca geçtiler!?!
Herkes, her şeyi Suriye bölünmesin diye yaptı!.. Ama Suriye kaça bölünecek kimse bilmiyor..
—
Beyin boşsa uyarı yapmaz. Ama mide boşsa uyarır!
—
Emevi Camisinde namaz kılmak için çok yakında İsrail’e izin almak gerekecek!..
Yazılarını her zaman ilgiyle takip ettiğimiz Baskın Oran Hoca, Artıgercek.com gazetesindeki bir yazısında, Gazete Pencere çizdiğim bir karikatürden övgüyle söz ederek GazetePencere’ye, bu karikatürün olduğu sayfaya bir de link verdi.
…
Burada özne benim ama lütfen yanlış anlamayın!
Kim ne derse desin, bir gazetedeki bir yazarın, aynı kulvarda koştuğu başka bir gazetenin yazarının- çizerinin ürününü övmesini ve bununla da kalmayıp o ürüne link vererek okurunu o diğer gazeteye yönlendirmesini artık çöplük haline gelmiş bu medyada, liç yığınları arasından sızan bir altın ışıltısı olarak görüyorum.
Bunu yapanlara, böyle davrananlara daha fazla işaret etmek geliyor içimden.
Yeter ki o ışıltı daha fazla parlasın.
Bu anlayışı yeniden yeşertmek, bu ışığı daha çok parlatmak için bütün mesaisini ortaya koyan Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici’yi bu nedenle her zamankinden fazla önemsiyorum.
…
Kullandığı her bilgiyi kendi bilgisi gibi satmak son derece kolayken, her enformasyon kırıntısının sahibinin adını zikreden ve bunun ısrarla altını çizen Ünsal Ünlü’yü bu yüzden daha çok takdir ediyorum.
…
Bir önceki yazımda Mustafa Mutlu’yu aynı saik ile yere göğe sığdıramıyorum.
…
Medyada etiğin bu kadar yerlere indiği, bu kadar kötü bir “gazetecilik” süreci yaşadığımız bir dönemde, üretene saygı anlamına gelen bu tür davranışların varlığını sürdürmesi ve çoğaltılması ancak bu davranışların altını daha fazla çizerek mümkün.
…
Baskın hocaya teşekkürümü, kendisine eposta mesajı göndererek ilettim. Ama bu olumlu ‘iz’in çoğalması için burada da belirtmeyi görev addediyorum.
Biz az değiliz!
Daha fazla görünmek ve çoğalmak zorundayız.
…
Baskın Oran > ArtıGerçek > Makalesinin tamamının linki:
Suriye politikamızda kimin eli kimin cebinde?
…
Geçmişte bir kader birliği vaki olsa da, bir yazarın, hasbelkader başka bir gazetede yazan çizen birinin yazısını kendi gazetesindeki köşesine alması ve ismini zikrederek onu onore etmesi, yazın hayatında pek görmeye alışık olduğumuz davranış kalıplarından değildir.
…
Çünkü bunu yapmak için arınmış bir kişilik, samimi bir alçak gönüllülük ve özgüvenli bir karaktere sahip olmak gerekir.
…
Neden burada bunun altını çizmeye çalışıyorum?
Ben siyasetçinin de, sanatçının da, yazarın çizerinde, okura, izleyiciye, üretimi sonucu ortaya çıkardığı ürün ile yansıttığı kimliği ile gerçek kimliğini arasındaki uyuma bakarım.
Anlamlı olan bu uyumdur.
…
“Dün dündür!” diyen siyasetçi iyi siyasetçi olamaz!
“Adam karaktersiz ama çok iyi söylüyor..” diye sanatçı sayılamaz!
“Çalıyor ama çalışıyor!” diye övülen kişiye iyi yönetici payesi verilemez.
…
Ben Mustafa’yı ilk tanıdığımda, Star gazetesinin en “görkemli” zamanlarında gazetenin ekonomi müdürüydü.
Müdürler, gazeteye özel şoförleri ile gelip giderken Mustafa ortalarda yoktu!
Çünkü Mustafa Adapazarı’ndaydı.
19 Ağustos depreminde yazılarını haftalarca deprem bölgesine kurduğu çadırdan gönderdi.
Çadırda yatıp kalktı.
Depremzedelerin yaşadığı gibi yaşadı.
Onların soluduğu oksijeni soludu.
Onlara dağıtılan çorbayı içti!
Çünkü onlar gibi yaşamadan, onları yazamazdınız!
…
Sonra Mustafa ile Vatan gazetesinin -bağımsız gazete- sayfalarında, henüz gazeteler üzerinde yandaşlık fırtınaları esmezden önce yollarımız keşişti.
Derken gazete satıldı.
Satın alan grup, yazarların çizerlerin bir kısmını işten attı.
Mustafa’ya “Bizim istediğimiz gibi yaz!” dediler.
Mustafa bu ikbal teklifini, yıllarca işsiz kalma pahasına yüzlerine vurdu.
Konuyu bir de ‘Dön Kardeşim’ isimli bir kitap yazarak afişe etti.
…
Sonra, onunla, Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının en civcivli dönemlerinde televizyonlarda, Kral Çıplak programında beraber olduk.
Silivri yollarında en fazla ayak izi bırakan yazarlardan biri oldu.
Herkesin fotoğraf vermeye korktuğu, en riskli konukları programında saatlerce konuşturdu.
Sembolik bir direniş olarak ortaya koyduğu ve “Son kumpas esiri Silivri’den çıkana kadar üzerimden çıkarmayacağım” dediği siyah gömleğini, son kumpas esiri çıkana kadar üzerinden çıkarmadı.
…
Sonrası da var. Ama uzatmayayım!
…
Yani demem o ki, bir gazetenin ekonomi bölümünü yönetecek düzeyde ekonomi bilgisine ve daha da önemlisi, ilişki ağına sahip olan kişi hedefine onurlu gazetecilik yerine zengin olmayı koysaydı, bunu yapmakta zorlanır mıydı?
…
İşte Mustafa’yı, en başta sözünü ettiğim “anlamlı uyuma” sahip olduğu için tekrar tekrar yazma ihtiyacı duyuyorum.
Mustafa gibi yaşamı ile yazdıkları uyuşan az sayıdaki yazarı diğerleri ile aynı kefeye koymuyorum.
Siz de koymayın.
Doktor,
Bende mi bir enayilik var yoksa hakikatten “bu sefer” iyi bişeyler mi olacak ki abiler heyecanlı?
Bu kadar kör kör parmağım gözüne bir koltuk davasına nasıl yine böyle uhrevi anlamlar yüklenir?..
Hayır, bu maceranın sonu bizim arka pencereden bile ayan beyan görülüyorken bu sazanlık neyin nesidir doktor?..