Halka çay paketi atmak

BİZİM RÖNESANSIMIZ DA BU!
Dünya aklın egemenliğine girdiğinde, tarihe dönük değerlendirmeler yapılacak.
Bir nesil uzunluğunda, 18 yıldır yaşadığımız bu kesintisiz iktidar sürecinin analizlerinden okul kitaplarına; gazetecilikten akademisyenliğe, sanatçılıktan yöneticiliğe, her konuda zengin bir film içeriği çıkacağı ayan beyan ortada.
Bu filmin en kült sahnelerinden birini “otobüsün üzerinden, halkına çay paketi atan Cumhurbaşkanı” görüntüsünün oluşturacağını tahmin etmek için yetenekli bir senarist olmaya gerek yok.
O huşu içindeki çehre!.. Veren elin alan elden üstün olduğunu kanıtlayan bir yüz ifadesi, bir beden dili..
Elindeki paketi adaletli bir yön tercihi ile savurdukça, çuvaldan yeni bir paketi yetiştiren etli-göbekli lojistik çaba!.
Aşağıda binlerce kişi arasından ilahi bir piyangonun isabetiyle bir paket çayı kapabilen mutlu azınlık..
Bulundukları bölgeye doğru süzülen çaya, siyatiklerine inat cehdederek plonjon yapan ve birbirinin üzerine çıkan, birbirini ezen genç, yaşlı kalabalık..
Ve önlerde yer almayı başarabilenlerin de içinden çıkan azınlığın ödülü 250 gramlık bir çay paketi..

Sanki genel ekonomik adaletin temsili resmi gibi!

Bu halkı bu hale bu yönetim anlayışı getirdi.. Tamam da!..
Asıl soru şu: Bu yönetim anlayışını yönetime hangi Cumhuriyet getirdi?
Kuşkusuz, Cumhuriyet’in ilk otuz yılı değil, son otuz yılı getirdi!..

Sular çekildikten sonra, bu rezaletten önceki ‘son otuz yılı’ iyi irdelemek gerekiyor!
Bizim rönesansımız da bu olacak!

—-

GazetePencerede’ki ilk yazı: 4 Ocak 2020

Mutlu Yıllar!

Sözcü’den Fetocu çıkar mı?

Fetocular ne yapmak istiyordu.
“Sessizce devleti ele geçirmek!”
Fetö; 1999 yılında ortaya çıkan, müridlerine hitabettiği ve “Sırrın senin esirindir!” veciz sözüyle bitirdiği kasetinde “..Kıvama ulaşılmadan, gereken mesafe alınmadan, erken huruç diyebileceğim çıkışlar yaparlarsa dünya başlarını ezer! Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır..  Her adım yirmi gününü doldurmadan yumurtayı kırma gibi bir şeydir.” sözleriyle bu yolda ağır ağır yürümek gerektiğini açık ve net ortaya koyuyor. Canavar olarak tanımladığı, yıkmaya çalıştığı bu yapıları “modern zamanın firavunları” olarak niteliyordu.
Peki bu adımlarını onlara en hızlı biçimde attıran, yargının yapısını değiştirerek anayasal müesseseleri, tarikatçıların ordudan atılmasına yönelik askeri şura kararlarını, uygulatmayarak orduyu ele geçirmelerine kim payanda oldu?
Bu iktidar!
Bütün bu olup biteni ilk gününden bu yana ifşa eden ve bu itirazları yazdıkları yazılarla arşivlerde sabit bu adamlar;
Fetö’nün “modern zamanın firavunları diye tanımladığı cephede yer alan, bir kaşık suda boğmaya çalıştığı bu adamlar;
Çalıştıkları gazeteler, fetönün talebiyle iktidar tarafından satın alınarak liste liste işlerinden attırdığı bu adamlar,
Necati Doğru’lar ve Emin Çölaşan’lar Fetö’cü öyle mi?
Buna en çok da sümüklü vaiz sevinmiştir..

Kanal istanbul

 

Tekerlek dönmüyor..

Memleketin, Cumhuriyet döneminde yapılan fabrikalarını sata-kapata bitiremediler..
Bu güne kadar 63 Milyar dolarlık özelleştirme yapıldı.. Söyleye söyleye bitiremedikleri IMF borcu 25 Milyar dolar idi. Oysa bu gün Türkiye’nin dış borcunun faizi bile bunun birkaç katı..
Denizin suyu bitti.
Bölgedeki 30 Milyon metrekare arsa hareketinden çok net görülüyor ki, Kanal İstanbul’un, gemi ile, geçiş ile, Montrö ile bir derdi yok.
Proje bir emlak projesi.. Kanal ise bir peyzaj unsuru..
Allahın dağından kim arsa, ev alsın.. Önünden bir boğaz geçireceksin ki satış kolay olsun..
Es kaza yapımı üstlenecek bir yap-işlet-devretçi kanal işletmecisi bulabilirlerse kaymaklı ekmek kadayıfı..
Arsaların neredeyse tamamını Araplar kapatmış. Memleketin fabrikaları bitmiş, şimdi toprakları parsel parsel, sinema bileti satar gibi satıldı. satılıyor.
Kaynak bulmak için memleket arsası satmak!!!
Emekli Albay Ümit Yalım’ın, bir buçuk yıl önce ortaya attığı, “18 adanın gizli bir mütabakatla Yunanistan’a satıldı” iddiası yalanlanmadı.
Belki de bu serinin başlangıcıydı. 18 ada için muhalefetin yeri göğü birbirine katmaması, şimdi erk sahiplerine, memleketin arsalarını parsel parsel satma cesaretini verdi.
Peki neden her şey satılıyor?
Cevabı basit! İktidarda kalmak artık zorunluluk haline geldi.
Ama tekerlek dönmüyor..
ibulentcelik.com – gazetepencere.com

Sakın ha korkuyor olmasınlar!

2011’de seçimleri öncesi ortaya atılıp bu günlerde yeniden altı ısıtılan “Çılgın Proje Kanal İstanbul” konusunda televizyonlarda konuşmayan kalmadı..
Konuyu can havliyle tartışan kanallarda emekli bir iki profesör dışında konuyla gerçek anlamda ilgisi ve bilgisi olan tek bir konuşmacı görmedik.
Her ne kadar 81’inin rektörünün ‘tek bir yayınlanmış makalesi’ yok ise de bu ülkenin 206 üniversitesi var?
Onlar neden sus pus. Sakın korkuyor olmasınlar!.. Saçma!
Ha! Ortalıkta, projeyi onaylayan ve ÇED raporunda da uzman olarak imzası bulunan Dr. Yavuz ÖRNEK isimli tek bir akademisyen var.
O da öyle allahlık bir muhterem ki, bir önceki trend topik medya mütalaasında;
-Hazreti Nuh’un cep telefonu kullandığını iddia ediyor!
-Kadın haklarının yahudi tezgahı olduğunu söylüyor!
-Karadeniz’in patlaması durumunda ise Kanal İstanbul’un taşan suyun tahliyesini kolaylaştıracağı bakımından yararlı olduğunu savunuyor.
Şu ana kadar en somut tek bir şey var!
2011’den bu yana bölgede 30 Milyon metrekarelik arsa hareketi olmuş!
Maç sürüyor..
Projenin ‘çılgın bir emlak projesi olduğu -1
Geri kalan -0

Asgari Ücret

Türk-İş’in rutin olarak açıkladığı Kasım 2019 Açlık sınırı 2103 TL. Yani 4 kişilik bir ailenin beslenme, yaşama, geçinme değil açlıktan ölmemesi için gereken para.. Asgari ücret bu rakamın bir kaç kuruş üzerinde.  4 kişilik aile babası, kirasını ödeyecek, çocuğunu okutacak, yiyecek, içecek, giyinecek ve bu parayla hayatta kalmaya çalışacak. Türk-İş, 2578 TL istiyor.. Hükümet ise bir kaç gün içinde ne vereceğini açıklayacak.
Türkiş’in istediğini bile verse yolsuzluk sınırının üç kata yakın altında, açlık sınırının bir tık üstünde olacak.
Yanlış anlaşılmasın.. Bu, asgari ücretle de olsa bir işi olan vatandaşın durumu..
İşsizin vay haline!..

Faizsiz Bankacılık olur mu?

Faiz enstrümanıyla yürüyen global bir ekonomide, benzer başvuruları yapıp, benzer izinleri alıp, adına banka denilen bir işletme açacaksınız.
Aynı merkez bankası, aynı yazılım, aynı ceza ve ödül sistemini kullanacaksınız.
Kullandığınız dökümanlarda, formlarda, yazılımlarda yer alan “Faiz” kelimelerinin üzerini çizip “kar payı” yazacaksınız.
Denetim mekanizmasının ortasına “Fıkıh”ı yerleştirip, banka müfettişlerinin olmazsa olmaz özelliğini Allah-u Teala korkusu olarak resmi gazeteye işleyeceksiniz.
Sonra, buna faizsiz bankacılık diyeceksiniz!

Hadi, adına ‘kar payı’ deyip, buna inanmaya dünden hazır mütedeyyin mudinizi kandırdınız.
İkinci dereceden faiz’i Allah-u Teala’nın da anlamayacağını mı varsayıyorsunuz?

Yazarkasa

Garip gureba

Türkiye’de bulunan Suriyeliler arasında yapılan anket ve araştırmalar gösteriyor ki %70’i Türkiye’de kalacaklar.
Başka bir gerçek daha var ki, bu yüzyılda, onları kendi arzuları dışında sınır dışı etmek mümkün değil.
O halde bizim garip gurebamızın makus talihini birlikte yaşayacağız..
Bir kısım akıllı insanlar vaktiyle “Suriye’yenin işine karışmak bize çok zarar verir!” demişlerdi. Onları dinlemediler.. Ardından mülteci akını başlayınca yine bir kısım akıllı insanlar, “Bunların %70’i Türkiye’de kalacak. Rehabilitasyon ve uyum çalışmalarına hemen başlanılmalı!”  dediler.. Onları da dinleyen olmadı.. Şimdi artık söylenecek söz yapacak şey kalmadı..
Yeni garip gurebamız hepimize hayırlı olsun!