Soçi’de masaya oturduk..

Gidişim muhteşem olacak!

Gökçek gidiyor.. Tamam!.
Hayatının bundan sonrasında ona, bu güne kadar istiflediklerini, biriktirdiklerini -maaşından tabi- rahatça yeme imkanını bahşetseler takla bile atar giderken..
Ama o belli değil!..
Gücü kaybediyor olmanın cezasının ne zaman, nasıl önüne konulacağının bilinmezliği insanı o güce sarılmaya mecbur bırakır.

Bilirsiniz, Belediye meclislerinde, meclis çoğunluğu neredeyse istisnasız başkanın partisinden oluşur. Belediyelerde başkanın aldığı hemen her karar, belediye meclisi tarafından onaylanmadıkça uygulanamaz. Ancak tarihte böyle bir oto-itiraza pek fazla rastlanılmaz.
Zira başkanın partisinin meclis üyeleri başkanı “Adam yerine koymaz!” ve projelerini, kararlarını onaylamazlar ise başkan hiç bir işe yaramaz..
Topbaş’ı istifaya zorlamak için kullanılan yöntem bu olmuştu..
Kendi partisinin meclis üyeleri bir süre hiç bir kararını onaylamadılar. Meclisi kilitediler. Topbaş istifa etmek zorunda kaldı.

Bu meyanda, benim altını çizmek istediğim insani ama vahim bir durum var;
Şöyle bir düşünün şimdi:
20 küsur yıl Belediye Başkanlığı görevini yürüteceksin.
Bu süre boyunca, arada bir kaçı değişmiş olsa bile genelde aynı insanlardan oluşan, kendi partinin belediye meclisi üyeleri ile kader birliği, ülkü birliği, yol birliği yapacaksın.. İyi ya da kötü kararları birlikte alacak, aynı işten ekmek yiyeceksin. Yirmi küsür yıl, “etle tırnak” olacaksın.. Sonra birisi, bu kader arkadaşlarına”Çekin ipini!” talimatı verecek!
Bu bunca sene yoldaşlık yaptığın üyelerin hepsi bir anda hiç itirazsız , hiç vefasız, hiç insaf ve vicdan sorgusuna müracaat etmeksizin senin ipini çekiverecek!..
Sebep?
Sebep, korku ya da ikbal!
Ya da korku sosu ile marine edilmiş ikbal!
Sisteme bakar mısınız!
Yığınlarca Marcus Brütüs yaratmış bir iklim.
Ortalık Shakespeare’in tirajik sahneleri ile dolu.
Bu iklimi yaratanlar yine kendi iklimlerinin fırtınalarında savrulup gidiyorlar.
Olup bitenler, gerçek olamayacak hissi yaratan, sanal, üç boyutlu bir bilgisayar oyunu gibi..
“Canavarlar, sürekli kendi yarattıkları yeni canavarların kurbanı oluyor” ve oyunun sonuna doğru ilerliyoruz.

Almanya Seferi

Avrupa’dan Türkiye daima bir cam bardak efektiyle izleniyor.
Oradan bakınca ‘Evetçiler’ ve ‘Hayırcılar’ birbirini ha kesti,ha kesecek!..
Korkuyorlar haliyle, sadece Almanya’da 3,5 milyon Türk var; “Ya bu kavga bize de sirayet ederse!” diye…
Baraj koymaya çalışmalarının başka nedenleri de var elbette.. Ama oldukça ağırlıklı olanı bu korku…
Zira son zamanlarda bu taraftan, o tarafa hep sorun yürüyor…
Bizim cenahta ise durum şu:
Malum, Reiz bu günlere bir “maduriyet matematiği” ile geldi. Formül tuttu..Madur edildikçe yükseldi.

Ancak, gel gör ki artık içeride maduriyet yaratacak bir malzeme kalmadı. Aksine her konuda bir mağruriyet durumu zirve yapmış durumda. Oysa referandum anketleri alarm veriyor. Derhal yeni bir maduriyet lazım…
Bundan sonra Reiz’i madur edecek iki şey kaldı.. ya, -evlerden ırak-göklerden’den gelecek mukadder bir hırpalama.. ya da dünyanın efeleri emperyalistlerden bu tarafa bir güzellik…
İşte Rusya’dan sonra şimdi sıra Avrupa’da..
Almanya ve Avusturya ve hatta Hollanda bu golün pasını ceza sahasına doğru kestiler bile..
Bizim Reiz, bu güzel pası, eski futbolcu olması hasebiyle, göğsünde yumuşattı ve voleye hazırlanıyor..
Göreceğiz; iyi bir şüt çıkacak mı? Gol olacak mı? Zira bizde bunları hep gole çevirdi..
Tek fark,
Top Alman, kramponlar Alman…
Bi de kalede şumayer var..

Başbakanlık ‘Shild’e feda olsun!

Yıldız Savaşları, Episod 28’de, Federasyon yeni bir sisteme geçmek üzere bir süredir tüm kartlarını oynamaktadır. Sistem, Naboo Tipi Başkanlık Sistemidir..

Yürürlükteki Başbakan; -her ne kadar ‘halka’ diye düzeltirse de- “Biat et, rahat et!” cümlesini meclis mikrofonundan sarf ederken, varid siyaset felsefesini de itiraf etmiş olur.
“Ülkenin ali menfaatleri için gözünü kırpmadan makamından feragat eden bir başbakan!..”
..Eşyanın tabiatına aykırı bir durum gibi görülmektedir ama işin aslı böyle değildir.
Çünkü artık Naboo’da, gerçekte temel mesele, başbakan ya da başkan olmak, federasyonu ele geçirmek, makam mevki, vatan milet, galaktik özgürlük meselesi değildir. Temel mesele ‘shild’e sahip olmaktır..

Shild.. Yani ‘Koruma kalkanı!’

Konsey’e sunulan 14. madde bu başkan ve yardımcılarına bu koruma kalkanını sağlamaktadır.. Galaktik senatonun yüce başkanı, bu yeni yasayı Naboo halkına onaylattığında -ki onaylatacaktır, zira elinde ‘Yerse Sihirli Küresi’ (YSK) denilen sihirli bir galaktik tılsım vardır- kendisi ve sınırsız sayıda belirleyeceği yardımcıları, onları ömür boyu, her türlü cezaya ve saldırıya karşı koruyacak bu shild’e sahip olacaklardır.

Naboo halkını uyandırmamak için, shildden söz etmemekte, yapmak istediklerinin tamamen Naboo’nun geleceği için olduğunu söylemektedirler.
“Madem öyle..” der senatör Palpatin; “madem bu değişikliği kendiniz için değil de Naboo ülkelerinin geleceği ve  yüksek çıkarları için istiyorsun, sen de bir fedakarlık yap!.. Kenara çekil! yine senin işaret edeceğin başka bir üye başkan olsun.. Biz de destekleyelim!”

Galaktik senatonun yüce başkanı bu teklife aşırı tepki göstererek sinirlenir ve bir kaç kaymakamı tokatlar..

Obi Van Kenobi ve Jedi’ler henüz Naboo’ya ulaşmamışlardır..

Episod 28 devam ediyor..

Pisa Sınavı’nın Ardından..

Pisa Sınavı 2015 sonuçları açıklandı ve maalesef durum felaket ötesi..

Konu çok önemli..
Yarınımızın fotoğrafı!.
Biraz derinlemesine bakınca görülüyor ki bir karikatürle özetlenemeyecek kadar zor ve vahim!.
Yazmak zorundayım!

Öğretmenim, bürokratım, yöneticim, gazetecim, yazarım, müdürüm, velim, oku!
Öğrencim sen de oku!. Ama bil ki en suçsuz, en masum sensin!

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) bu sınavı Dünyanın 72 ülkesinde, o ülkelerin resmi kurumları ile işbirliği yaparak gerçekleştirdi. Bu kurum bizde de Milli Eğitim Bakanlığı..

Amaç; 15 yaş grubu yani lise başlangıcındaki öğrencilerinin bilgi ve becerileri yanında onların gerçek yaşam koşulları ile baş etmede ne kadar başarılı olabileceklerini ölçmek. Böylece eğitimin kalitesini belirlemek. Eksik-aksaklar konusunda araştırmacılara güvenilir veri sunmak.

Güvenilir deyince; sınav tüm dünya otoritelerinin güvenini kazanmış. 12 yıldan bu yana her üç yılda bir yapılıyor ve tek soruya bile itiraz gelmemiş.. Çeviriler ve yerelleştirmeler kılı kırk yararak yapılıyor.

Öğrencilerimiz, 72 ülke arasında Matematikte 49, fende 52, okumada ise 50. sırada yer aldı. Ne yazık ki en alt grubun içindeyiz.

Şöyle ki; sınava girenler başarılarına göre 6 gruba ayrılıyor.
6. gruptakiler en iyiler. Karmaşık matematik ve fen problemlerini çözebiliyor ve dahası bu çözümleri nasıl ve neden yaptıklarını anlatabiliyor.

MEB’in, tüm okullardan rastgele örneklem ile seçilen ve sınava katılan 5 bin çocuktan bu gruba giren yok.. Sıfır!
Beşinci grupta ise bir kaç öğrencimiz var.

Biz 2. gruptayız. En alt grubun bir üstü..

En alt grup, soruyu anlamıyor. Yani soruyu anlamayınca yapacak bir şey yok!
2. grup -ki bizim grubumuz- çok basit ve apaçık olan işlemleri yapabiliyor. Ama neyi, niye yaptığını bilmiyor, anlatamıyor. Okuduğunu anlamada 2012′ de yapılan -bir önceki- sınava göre dramatik bir düşüş var.
Sonuçta, matematik becerisi olmayan, hayata analitik bakmayan bir nesil daha yetişiyor. Uzmanlara göre bunun sonucu sürekli kriz durumu.. Çünkü dünyadaki meslektaşları ile rekabet edemeyen niteliksiz profesyoneller yetişecek. Bilgisiz mühendisler, beceriksiz doktorlar, yeteneksiz mimarlar vs, vs..
Sonuçta üniversiteler mezun edeceği öğrencileri mevcutların içinden seçecek!..

Uzak Asya ülkeleri ve Kuzey Avrupa ülkeleri en başarılılar. Singapur ve Finlandiya başı çekiyor..

Başarılı ülkelerin başarılarının nedeni zenginlikleri, nüfusları, dinleri, dilleri, özel okul sayıları değil. Örneğin Finlandiya’da özel okul oranı ‘binde dokuz’ken bizde bu oran 2016’ da ‘yüzde on sekiz buçuk’a çıktı.
Finlandiya’nın nüfusu az ama Asya’nın en iyilerinden  Çin’in nüfusu malum! Yani nüfusu az olanlar da çok olanlar da başarılı olabiliyor
ABD olanca zenginliğine, teknolojisine rağmen ilk sıralarda yok. Ancak 20. sırada yer alabildi.

Başarısız ülkelerin ortak yanı eğitimde bir yol haritalarının olmaması.

Eğitimde bir yol haritası olmayan en alttaki -Meksika gibi- ender ülkelerden biriyiz. Her yıl reform adıyla yaptığımız günlük düzenlemeler, bir yıl sonra tam tersine çevrilen denemeler öğretmeni reform(!) yorgunu yapmış. Öğretmenin de velinin de inancının, güveninin bitmesine neden olmuş.  Bu yolu izleyen bütün alttakiler gibi yerimizde bile sayamıyor durumdayız. Sınav odaklı, okuduğunu az anlayan, neyi neden yaptığını anlatamayan bir nesil geliyor.

Ne Yapmalı?

Önem sırasına göre süzerek sıralamaya çalıştığım uzman görüşlerini aşağıda özetliyorum.

  • Her şeyden önce bilime kulak vermeliyiz. Eğitim bilimcilerinden ve özellikle de ‘iyi yönetişim uzmanları’ndan oluşan bir öncü kadro oluşturmalıyız.
  • Halen lise çağındaki çocukların %20’si eğitim dışında. Doğuda bu oran %36’lara çıkıyor. 4+4+4 saçmalığına son verip kız-erkek, engelli-engelsiz, çırak ya da işsiz, ne sebeple olursa olsun okumayan tüm potansiyele erişmeli hepsini eğitimin içine almalıyız. (Erişim Kuralı)
  • Başarılı ülkelerde tüm bağımsız etkenler kaldırıldığında öğretmen eğitiminin ortak yol olduğu ortaya çıkmış durumda. Öğretmene yatırım yapmalıyız.
  •  6-15 yaş aralığında, eğitime harcanan kaynağın optimal seviyesinin 50 bin USD olduğu yönünde ortak kanı oluşmuştur. Bizde 35 bin USD olan bu rakamı optimal düzeylere yükseltmeliyiz.
  • Bununla birlikte, iyi yönetişim kuralları gereği, mevcut harcamaların ölçülebilirliğini sağlamalıyız. Örneğin milyonlarca dolar yatırım yapılan ve çöpe giden Fatih Projesi gibi projelerle zaten standardın altında olan yatırım oranının daha da aşağı çekmesine izin vermemeliyiz.
  • Pisa sonuçları, öğrencilerin bilgi seviyelerine göre ayrıştırılmasının sanıldığı gibi iyi sonuç vermediğini tespit etmiştir. Zira bu yöntemde sorunun temeliymiş gibi davranılan çocuk, bu sorunu oluşturanlar listesinin en sonunda yer alıyor olmalıdır. Eğitimciler, istisnasız olarak çocuğun yanında durmalıdır.

Pisa sıralamasında 20. sırada yer alan ABD eğitim camiası ‘panik butonu’na basmış durumda! Bizde ise Bakanlık Bürokrasisi düşük olan sıranın, aslında nasıl başarılı sayılabileceğinin istatistik modellerini üretmekle meşgul.

Ez cümle çözümü, Türkiye’de yaşayacak olan okul çağındaki 1 milyon Suriyeli çocuğu da hesaba katarak üretmeliyiz.

Konunun uzmanları “Durum endişe verici, endişelenmeliyiz ama çaresizlik hissetmemeliyiz!” diyor.

Son olarak şunu söyleleyim!.
Bu gün yönetici koltuklarında oturanlar bu işi acilen çözmezlerse emeklilikleri için bir an önce birikim yapmaya başlasınlar.
Çünkü bu çocuklar yarın onların emekli maaşlarını ödeyemeyecek!
İ. Bülent Çelik/2016

 

 

 

 

Dünya kanser olmuş!

 

09.01.2015 Kral Çıplak – Ulusal Kanal;
Edip Akbayram’ın konuk olduğu programda c
anlı yayın telefon bağlantısı ile Charlie Hebdo katliamı ardından yaptığım konuşmanın tam metni.

“Öncelikle, bu akşam stüdyoda sizlerle birlikte olamadığım, hayranı olduğum değerli sanatçı Edip Akbayram ile aynı stüdyonun havasını teneffüs edemediğim için çok üzgünüm. Hepinize Samsun’dan saygı ve selamlarımı sunuyorum.

Dünya kanser olmuş durumda.
Bu gün, çeşitli aralıklarla, Dünya’nın çeşitli bölgelerinde bu hastalığın semptomları yaşanıyor..
Her semptomda rol alan aktörler değişiyor.
Değişmeyen üç temel parametre Var.
-Gerekçeler
-Saldırganlar
-Kurbanlar
Bu üç temel parametrenin karşısına yazılacak değerleri neredeyse sınırsız sayıda değiştirebilirsiniz..
‘Gerekçe’ parametresinin karşılığına ‘din’i koyabilirsiniz.. İslamı, hristiyanlığı, Aleviliği, sunniliği, selefiliği, koyabilirsiniz. Sözde Ulusal kurtuluş mücadelelerini, psikopatlığı, pazar yaratma iştahını, ticari hırsı, güç ihtirasını, vesaire vesaireyi koyabilirsiniz.
Gerekçeyi değiştirdiğinizde, gerekçeye uygun ‘saldırganlar’ ve gerekçeye uygun ‘kurbanlar’ da, otomatik bir oyunun elemanları gibi yerlerine oturuveriyor.
Gerekçe’nin bir “moda” olma özelliği de var.

 

Bu dönem, ‘Moda Gerekçe’ tahtında ne yazık ki İslam oturuyor.
Bununla birlikte hem saldırganlar hem de kurbanlar kürsüsünde de çok sayıda müslüman var.
Çünkü bu kurguda, bir paradoks olarak saldırganlar daha çok kurbanlar arasından çıkıyor.


Amerika’daki bir liseli’nin okulunda onlarca öğrenciyi katletmesi bu kanserin semptomlarından biridir.
Sultanahmet’te Canlı bomba bir Rus kadının bir Türk turizm Polisini öldürmesi de
Bingöl’de terhis olmuş 33 sivil giyimli askerin otobüsten indirilerek PKK tarafından kurşuna dizilmesi de
Uludere’de PKK’lı diye 39 köylünün askeri jetler tarafından bombalanması da,
Nijerya’da yüzlerce insanın Bogo Haram örgütü tarafından öldürmesi de,
Ortadoğu’da Işid’ın bir yıl içinde binlerce insanın kafasını kesmesi de,
Sivas, Madımak Otel’de aydınların yakılması da,
Rusya’da Rus çocuklarının çeçenler tarafından, Pakistan’da asker çocuklarının el kaide tarafından okullarının basılıp katledilmesi de..

 

Ve son olarak Fransa da karikatüristlerin öldürülmeleri de aynı hastalığın başka başka semptomlarıdır.

Ne yazık ki kısa gelecekte son da olmayacaktır.

 

Çünkü Dünya kanser olmuştur.
Hastalık her yerde aynıdır. Gerekçeler, Katiller ve kurbanlar değişmektedir.
Yarın hangi gerekçeyle kimin katil, kimin kurban olacağı belli değildir.
Bu gün hastalığın semptomları, gerekçeleri, kurbanları, katilleri adamakıllı karışmış durumdadır.
Charlie Hebdo da öldürülen çizerler tam da ırkçılığa karşı bir kongre hazırlığı içerisinde oldukları bir dönemde katledilmişlerdir. Yani tam da onları öldüren katillerinin derdine derman olmaya, hastalıklarına çare aramaya çalışırlarken.. Kapıda vurulan polisin de bir müslüman olduğu söylenmektedir.. Kör bir düello sürüp gidiyor.

 

İslam Düşmanı mı?
Öte yandan Charlie Hebdo bazı kesimlerce sanıldığı gibi islam düşmanı filan değildir. Tabu düşmanıdır. Bu nedenle sadece fanatik islamcılarla değil Fransa Cumhurbaşkanı’yla da, Papa’yla da, Hristiyan fanatikleriyle de başları derttedir. Dünyanın kültür devriminin önderliğini yapan, Reform ve Rönesans’ın bayrağını taşıyan bir ülkenin çocukları olarak “yazı ve çizi’nin önünde hiç bir tabunun olmaması düşüncesindedirler.. Kağıt ile kalem arasına korku girmemesi için mücadele edilmesi gerektiğini, bunun mizahın asli görevlerinden biri olduğunu düşünmektedirler.. Bunun için dilleri elbette biraz sivri ve kaçınılmaz olarak inciticidir. Kaldı ki medeni toplumların, kendilerine bile iğne batıran entellektüelleri ayakta tutmaları o toplumun sağlıklı kalmasını sağlayan kurallardan biridir.
Saldırıda hayatını kaybeden ve daha öncesinde de çeşitli kesimlerden tehditler alan derginin yayın yönetmeni çizer Stephanie Charbonnier verdiği bir röportajda “Kaleşnikoflara karşı yapacak bir şey yok. Ama yazıp çizmeye devam edeceğiz!”  diyerek korkunun anlamsızlığından söz etmişti.
Yazma ve çizmenin önündeki tabular ila-nihaye kalkacaktır. Ama elli yıl ama yüz yıl belki de beş yüz yıl sonra kalkacaktır. Sonunda mutlaka kalkacaktır.

O zaman geriye dönüp bakıldığında, Dünya yuvarlak ve dönüyor dediği için yargılanan Galileo ile Charlie Hebdo yazar ve çizerleri aynı kürsüde oturuyor olacaklardır.

Dünya Kanser olmuştur.
Bu kanserin temel sebebi dünya nimetlerinin adaletsiz paylaşımı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan düşük entellektüel yapıdır..
Hastalık her yerde aynıdır. Gerekçeler, Katiller ve kurbanlar değişmektedir.
Yarın hangi gerekçeyle kimin katil, kimin kurban olacağı belli değildir.
Azrailin nefesi herkesin ensesindedir.
Herkes, her rol için adaydır!

Oysa sebep belliyse çaresi de bellidir.
Başta dünyanın üst yapı kurumları işin ciddiyetini kavramalı ve gerekli önlemleri almaya çalışmalıdır.
Peki alabilirler mi? Alacaklar mı?
Dünya bu hayali kurmaya, bu umudu taze tutmaya değecek kadar güzel bir yer.
Umut ediyoruz!
Yoksa Galileo da Karikatüristler de boşu boşuna ölmüş olurlar.
Umut ediyoruz çünkü,
Edip Akbayram’ın slogan olan türküsünde söylediği gibi, ‘Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz!’ ”

Programı Youtube’ da izlemek için:

1.32.20 – 1.45.02

YSK; Kedidir Kedi!

KPSS sorularını çalmış, ÖSS, ÖSYM cevap anahtarlarını yürütmüş. ALES , Polis okulu, askeri okul sınav sorularını yandaşlarına dağıtmış. Ehliyet, yabancı dil, özel eğitim, rehabilitasyon kurslarının bile sorularını iç etmiş. Danıştayı, sayıştayı,  yargıtayı ele geçirmiş. Askeriyeye yüzde seksen, polise yüzde doksan sızmış, Genel Kurmay Başkanı’nın, Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın harim-i ismetine kadar duhul etmiş. Magazinden hava kuvvetlerine, futboldan milli eğitime imam tayin etmiş. Ankara’da ‘Bale İmamı’ Konya’da ‘Etli Ekmek imamı’ makamı ihdas ederek her bulduğu boş araziye imam atamış, neredeyse rum ortodoks ruhban okuluna bile “imam” tayin etmiş; Karayollarından Köy işleri’ne, Yök’ünden Tek’ine, devletin bütün kurumlarının kalbini ele geçirmiş; amma velakin gel gör ki ‘Yüksek Seçim Kurulu’na yani namı diğer YSK’ya hiç dokunmamış.

Sinop Valisi’nin mandalina bahçesine kadar girmiş ama YSK gibi, devletin iktidar sahibini belirleyen, memleketin mührünü teslim eden kuruma hiç bulaşmamış..
Biz de safız ya anam! Bunu yemişiz!..

2002 yılından bu yana YSK’da yuvalanan o günden bu yana yapılan bütün seçimleri yöneten fetö’cüler, 15 Temmuz’dan iki  yıl önce YSK’dan temizlendi.. 17 – 25 Aralık sonrası, yargıdan, polisten bile önce ilk temizlik YSK’dan yapıldı ve 90 mühendis işten atıldı. Yerlerine yenileri alındı. YSK’nın, bu temiz, AK haliyle bir seçim de yaşadık üstelik..
Şimdi AKP’nin cevap veremeyeceği soru şu: Her yere sızan Fetö, YSK’ya da sızdı mı?
Çünkü bu sorunun cevabı “evet!” olur ise ikinci soru “Fetö 2002’den, 90 fetöcü mühendisin işten atıldığı 2014’e kadar YSK’da ne yaptı? Yani hangi partiyi forse etti! CeHaPe’yi mi iktidara taşıdı?

İşte ‘YSK’da Fetö var’ diyememenin nedeni bu!
Zerre miskal “var!” derseniz, 2002’den bu yana yapılan tüm seçimler, sonuçları itibarıyla şaibeli hale gelecek!.. O yüzde elliler filan balon olacak! ‘Arkamızda halkın gücü’ diye höykünülen en kuvvetli payanda çökecek..

Bu güne kadar seçimlerde ‘Trafoya giren kedi’den başka kusurlu çıkmadı.
Atın o kediyi Fetö imamı olarak içeri, kapansın bu bahis!

 

Teknolojinin evrimi..

İnsan kendi gelişimine, kendi ürettiği teknolojiye yaptığı yatırımın binde birini bile yapmadı. Yapsaydı o muhteşem tankların, o akıl almaz karmaşıklıkta insan ve doğayı yok etme aygıtlarının içinde, füzelerin kontrol panellerinin başında, savaş uçaklarının kokpitlerinde ve onları komuta eden askeri ve siyasi otorite masalarının koltuklarında bu kadar vahşi, bu kadar ilkel yaratıklar yer almazdı.

Dünya çürüyor..

15 Temmuz 2016, Darbe girişiminin olduğu gece Kral Çıplak 1. bölümde canlı yayında çizilen karikatür..

Zarrab

Savcı Bhrara Zarrab’ın rüşvet listesini açıklıyor..