Bilirkişi Vakası
/0 Yorumlar/in Genel /tarafından bulentAslında Hukukçu İlhan Cihaner ve TELE1 haber yorumcusu Murat Taylan konuyu çok net ve anlaşılır biçimde ortaya koydular.
…
Konuyla yakından ilişkisi olmayanların ve sayısı az da olsa her cenahtan kafası karışanların netleşmesi için konuyu bütün boyutlarıyla ve kısaca bir kez de buradan özetleyelim.
…
İmamoğlu bir basın açıklaması yapıyor ve kendisi hakkında açılan neredeyse bütün davalara atanan ve bu davaların tamamında aleyhte rapor hazırlayan bir bilirkişinin ismini veriyor. Elindeki dosya bilgileri ile “Bu nasıl bir tesadüftür?” diyerek kendisine yapılan bir kumpası ifşa ediyor.
…
Peki nedir bu bilirkişi olayı?
Bilirkişiler, isimleri, sicil numaraları ve uzmanlık alanları ‘Bilirkişilik Bölge Kurulu Başkanlığı’ tarafından kamuya açık olarak her yıl yayınlanan, Türkiye’nin belirli bölgelerinde, çeşitli alanlardaki uzmanlardan oluşuyor. (1)
Bu bilirkişiler, jeoloji, tarım, şehir ve bölge planlama, muhasebe gibi çok sayıda alt uzmanlık alanlarında dosyalara bakıyor. Bazıları tek alanda, bazıları birden fazla uzmanlık alanında bilirkişi olarak rapor hazırlıyor, kendi alanlarında bu raporlarla, hakimlerin hukuki uzlaşmazlıkları karara bağlamasına destek veriyor.
Bilirkişiler, bazı davalarda tarafların üzerinde uzlaştığı kişilerden oluşurken çoğunlukla bu listelerden, hakim tarafından resen yani kimseye danışmadan, hakimin kendi kararı ile seçiliyor ve 2025 tarifesine göre bilirkişi her bir işlemden 1.600 ile 4.400 TL arasında ücret alıyor.
…
İstanbul bölgesinde 8 bin civarında kayıtlı bilirkişi bulunuyor.
Bu alt uzmanlık alanlarında, İmamoğlu ve İBB hakkında oluşturulan suçlama dosyalarının bilirkişisi olabilecek mahiyette en az 1500 uzman bulunuyor.
…
Şimdi gelelim İmamoğlu’nun basın açıklamasına!
İmamoğlu , açıklamasında, kendisi ve İBB ile ilgili dosyalara 1500 bilirkişi arasından yıllardan beri sürekli ‘SB’ isimli bilirkişinin seçilmesini, bu kişi tarafından imzalanan tüm raporların aleyhte olmasını, heyet halinde yazılması gereken raporları o tek kişinin, tek başına imzalamasını, bir kumpas olarak niteledi.
Dolayısıyla, bu tesadüf olması mümkün olmayan kasıtlı eşleşme sonucu mağdur edilen Ekrem İmamoğlu, ifşaatta bulunarak konuyu kamuoyuna mal etti.
Biraz daha açalım!
16 Milyonluk bir kentin belediye başkanı; hakkında sürekli açılan mesnetsiz iddialarla örülmüş davalar yüzünden meşgul edildiğini ve verimli çalışmasına engel teşkil edecek girişimlere maruz kaldığını iddia etmekte, üstelik bu davaların bir anlamda yürütülmesini sağlayan bilirkişinin sürekli SB olarak ismi geçen kişi olduğunu dosyalarla ispat eden bir ifşa açıklaması yapmaktadır.
Hatta bu bilirkişinin İBB lehine yazdığı tek raporun bulunduğunu ancak onun da bir önceki yönetim yani Ak Parti yönetimi dönemine ait olduğunu dosyalarla ortaya koymaktadır.
Cumhurbaşkanlığı sürecinde de en muhtemel muhalefet adaylarından biri olduğu kabul edilen ve bu günkü koşullara göre anketlerde kazanması neredeyse kesin görülen İmamoğlu, bütün bunların kendisine yapılma nedeninin İBB’de başarısız gösterilerek önünün kesilmesi amacını taşıdığını ifade etmektedir.
…
Bu bir basın açıklamasıdır.
Dolayısıyla bu mesele, basın açısından her yanıyla ortaya konulması gereken ciddi bir araştırma konusudur.
Vaka gerçek ise hukuk açısından vahimdir. Binlerce bilirkişi içerisinden hep bu aynı bilirkişiyi seçen de sonuçta bir hakimdir. Peki bu hakim ya da bu hakimlere bu bilirkişiyi seçtiren kimdir?
…
Haliyle, İmamoğlu’nun bu ifşaatta bulunduğu basın toplantısı sonrasında, basın toplantısını izleyen tanınmış bir gazeteci (Barış Pehlivan) doğal bir gazetecilik refleksi ile sözü edilen bilirkişiye telefonla ulaşmış, kendini tanıtmış, -ki muhatabı da onu tanıdığını beyan etmiş- bir gazeteci olarak, kendisine yöneltilen iddialara yönelik düşüncelerini sormuş. Bilirkişi SB. Bunların asılsız suçlamalar olduğunu beyan etmiş. Devamında gazetecinin kendisine teklif ettiği yüz yüze röportaj teklifini, -gazetecinin bulunduğu yere gelme önerisine rağmen- reddetmiştir.
…
Bu görüşme sırasında, Barış Pehlivan’ın yanında bulunan ve aynı yayın kurumunda çalışan gazeteci bu kısa görüşmeyi kayda almış. Kaydı kurumuna göndermiş, Yayın yönetmeni de konunun tartışıldığı bir programda bilirkişinin hakkındaki iddiaları yalanladığı bu kısa görüşmeyi olduğu gibi yayınlamıştır.
…
Şimdi biraz geri saralım.
Bilirkişi SB, herhangi biri değil, devletin kendisini bir bilirkişi olarak tayin ettiği ve bu hizmeti karşılığı kendisine ücret ödediği bir uzmandır.
Öyle ki konusuyla ilgili vakalarda, yazdığı raporlarla insanların ve kurumların kaderini etkileme yetkisi ile donatılmıştır.
Kendisini arayan kişinin gazeteci olduğunu bilmektedir. Çünkü arayan kişi kendisini tanıtmıştır. Bilirkişi de aynı görüşmede gazeteciyi tanıdığını beyan etmektedir. Yani kandırılmamıştır!
…
Daha da kritik nokta şudur. Hakkındaki iddiaları yalanlamakla aslında söz konusu röportajı gerçekleştirmiştir.
Bu kaydı yayınlamayın diye bir şerh koymamıştır. Kaldı ki, gazeteci kendisini tanıttığında, “Hiçbir şey konuşmak istemiyorum!” deyip telefonu gazetecinin yüzüne kapatsa bile bu kaydı kullanmak gazeteci açısından suç teşkil etmez. Zira Yargıtayın benzer davalarda verdiği içtihat bütün benzer davaların esasını oluşturur.(2)
İşte bu içtihatta belirlenen koşullar oluşmuş durumdadır.
…
Nedir o içtihat?
Nedir o içtihat?
Yargıtay, Basın yoluyla kişilik hakkı ihlali iddiasında bulunulduğu hallerde istikrarlı biçimde şu tespitte bulunmuştur.
“Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği bunun sonucunda da, az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.”
Buradan anlaşılacağı gibi temel ölçüt kamu yararıdır.
“gerek yazılı gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi korumalıdır. Yine basın, objektif sınırları içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.”
O halde verileri formüldeki yerine koyalım!
Olay gerçektir: Çünkü içinden rastgele atama yapılması gereken 8 bin bilirkişi vardır ve neredeyse bütün raporlarda aynı bilirkişinin imzası vardır. Hatta bazı dosyalara 3 kişi yerine tek başına imza atarak usulsüzlük yapmıştır.
Olayın çözüme kavuşmasında kamu yararı vardır: İddiayı ortaya koyan kişi 16 milyonluk bir mega kentin çoğunluk oyu ile seçilen bir kamu temsilcisidir.
Toplumsal ilgi vardır: Toplumun önemli bir kesimi konuya ilgilidir.
Konu günceldir: Açıklama ve ifşalar yenidir.
Haber verirken öz ve biçim arasında denge korunmuştur: Çünkü Konuşma olduğu gibi yayınlanmıştır.
Dolayısıyla Yargıtay’ın sık başvurulan bu içtihadındaki bütün kriterlere uygun bir basın faaliyeti söz konusudur.
sonuç:
Bilirkişinin şikayette bulunup bulunmadığının, görüşmenin yayınlanmasını isteyip istememesinin sonuç üzerinde bir etkisi yoktur
Çünkü Yargıtay içtihadına uygunluğu nedeniyle konu, sonuna kadar habercilik ve gazeteciliktir.
Bu gazetecilik faaliyeti, belki de deşifre edilen bu “bilirkişiye” artık Adalet Bakanlığı tarafından görevlendirme yapılamasını ve dolayısıyla kamu yararını sağlamış olacak.
Konunun bir suç olarak tartışılması bile abesle iştigaldir. Ceza kanununa göre ifadeye davet, gözaltı biçimleri ve hele tutuklama usulsüzdür.
(1) Bilirkişilerin detaylı bilgilerine ise UYAP üzerinden yetkili hukukçular ulaşabiliyor.
(2) Ferhat Canbolat / Günhan Gönül Koşar. TBB dergisi 2020.
———-
Anlamak çok mu zor?
‘Kırmızı kart’ erken seçim talebi demek.
“Tayyip istifa!” demek.
“Yeter artık, battık, bittik!” demek.
“Sen git, başkası gelsin!” demek.
Seçim demek, demokrasi demek!
Anlamak çok mu zor?
…
Güzel kardeşim!
Bu talebin altını çizmek için bir ‘alameti farika’ kırmızı kart!
Bir sembol..
Akılda kalsın, kolay hatırlansın, kolay erişilsin diye “Limon” gibi bir malzeme kırmızı kart.
Anlaması çok mu zor?
…
Üstelik de devamlılığı olan bir hikaye.
31 Mart seçimlerinde, Rahatsız olduğu halde Erdoğan’ı hemen gözden çıkaramayacak bir kesimin desteğini alabilmek için bulunan “İktidara sarı kart gösterin!” formülüyle bağlantılı bir kampanyanın devam filmi kırmızı kart!
…
Kırmızı kart malum cenah için ürkütücü!
Kırmızı Kart’tan, “haç” görmüş zombi gibi korkan iktidar trollerini anlarım!
Ama onların can havliyle attığı işaret fişeklerini takip eden muhalif cenahı anlamam mümkün değil!
…
Her alanda içimizden geçen Cumhuriyet tarihinin en basiretsiz ve beceriksiz yönetimi tepemizde zıplarken “sürpriz bu mu?” diye meydan meydan dolaşmaktan evine uğrayamayan bir ekibe adeta cepheden taarruz anlaşılır bir şey değil!
…
Evet, en büyük sürpriz bu!
Bu gün, bu ,ülkede 31 Mart’taki sarı kartın artık kırmızı karta dönüşmesinden daha önemli bir sürpriz yok!
Eğer bu iktidarın gitmesini gerçekten isteyen herkes bu kartı cebinde, evinde, otomobilinde, taşır, meydanlarda çıkarıp iktidara gösterirse erken seçim kaçınılmaz hale gelir.
…
O halde güzel kardeşim, sürpriz büyük değil diye trollerle aynı paralele düşüp eleştireceğine bir zahmet bir yerlerden bir kırmızı kart bulup cebine koy.
Sokağa çık, meydana gel!
Çünkü sen “git!” demezsen kimsenin gideceği yok!
—
Haftanın karikatürleri
/0 Yorumlar/in Genel, Karikatür Yazıları /tarafından bulentHaftanın Karikatürleri
/0 Yorumlar/in Genel /tarafından bulentSilkele silkele olmuyor! Neden?
/0 Yorumlar/in Genel, Karikatür Yazıları /tarafından bulentErdoğan, kurmaylarına “Şu CeHaPe’li belediyeleri iyi bir silkeleyin!” komutunu verdikten sonra bakanlar ve ilgili daireler hızla harekete geçtiler, daha doğrusu mevcut hazırlıklarını yürürlüğe koydular.
Belediyelere yıldırım hızıyla hacizler yağmaya başladı.
…
CHP’li belediyeler silkelenme icraatı ile ilk kez, SGK borçları nedeniyle karşılaşmıyorlar.
Belediye başkanlıklarını kazandıkları ilk günden itibaren silkeleniyorlar.
…
İlk silkelenmeler, başkanlığı kazandıkları halde, belediye meclislerinde çoğunluk elde edememeleriyle başlamıştı.
Bu durumdaki büyükşehir belediyelerinin, halkın takdirine mahzar olacak hiç bir girişimi belediye meclislerinden geçmedi. Mesela başkanın, konutlarda kullanılan su fiyatına indirim kararı meclisten geçemezken, otoparklara zam kararı yıldırım hızıyla geçiyordu.
…
Başka bir silkeleme modeli, önceki başkanın borçlandığı yandaş firmaların, yeni başkanla, hiçbir taksitlendirme anlaşmasına yanaşmadan, alacaklarına istinaden belediyeye haciz kararları çıkarmalarıydı. Makam odalarındaki koltuk ve masaların haczedilme haberlerinin neredeyse tamamı işte bu yaklaşımın sonucuydu.
…
Başka bir silkeleme modeli, belediyelerin ellerinde bulunan gelir getirici işletmelere konuya uygun bakanlıklar tarafından el konulmasıydı. Efes otoparkı, Galata Kulesi gibi örnekleri hatırlayın!
…
Başka bir silkeleme modeli, geliştirilen projeler için uluslararası kaynaklardan sağlanan oldukça uygun kredilere onay imzasının uzun süre atılmaması ve projelerin çürütülmesiydi.
…
Şimdi SGK borçları devreye alındı.
SGK’nın alacaklarının sadece yüzde 10’u belediyelere ait.
Yüzde 90’ı ağırlıklı olarak yandaş firmaların listede bulunduğu özel sektör. Çünkü zaten kendilerinden olmayan firmalara göz açtırmıyorlar.
Üstelik, belediyelere ait yüzde 10’luk borcun büyük çoğunluğu da seçimi CHP’ye kaybetmeden önce biriktirilen borçlardan kaynaklanıyor.
…
Gel gör ki bu silkelemeler neredeyse hiç istenilen sonucu vermiyor!
Bunca kuvvetli silkelemelere rağmen “maymun” daldan bir türlü düşmüyor!
…
Nasıl oluyor bu?
Kaynaklar vahşi bir şehvetle çarçur edilmezse, cebe atılmazsa oluyor!
…
Sözün özü sahada öyle bir maç oynanıyor ki, rakip kaleci kale direğine bağlı, rakip futbolcuların ayaklarına top gülleleri bağlanmış, hakemlerin hepsi ayarlanmış, stada sadece malum takımın seyircisi alınmış ama heyhat! Rakip takım hala top çeviriyor, hala gol atıyor!
Haliyle yenilir yutulur bir şey değil!
—
Sizde varsa annem bir fincan demokrasi istedi
/0 Yorumlar/in Genel, Karikatür Yazıları /tarafından bulentSuriye’ye demokrasi götürecekmişiz!
Suriyeliyi, zalim Esed zulmünden kurtardıktan başka, onları mesut ve müreffeh bir ülkenin özgür vatandaşı haline getirerek, göç edenlerin yeniden ata topraklarına dönmelerini, yerleşmelerini sağlayacakmışız!
Kim?
Updated patron Trump’ın da işaret ettiği gibi, biz!
Yani bizim “akıllı” hükümetimiz!
…
Adama sormazlar mı:
O demokrasiden sende var mı ki komşuya da ikram edeceksin?
Hayır, elinin altında her türlü imkan varken kendi ülkendeki yarım yamalak demokrasiyi ortadan kaldıran sen mi komşuya demokrasi ihraç edeceksin? Bu bir!
…
İkincisi; Göç Bilimi diyor ki, her türlü göç olayinda zaman ve geri dönüşler arasında bir korelasyon vardır.
Misafirlik süresi 5 yılı geçtiyse geri dönüş oranı %20 dir.
Bizim Suriyeli vatandaşlarımız 13 yıldır burada.
Yani eğer zor kullanmayacaksan -ki kullanamazsın- o tren de çoktan kaçmış demektir.
…
Üçüncüsü; Bir emperyal güç, kontrol altında tutmak istediği bütün az gelişmiş ülkelerin dindar olması için dua eder.
Ama dindar bir az gelişmiş ülkeden daha tehlikelisi ‘dindar bir gelişmiş ülkedir’
Pek yakında hep birlikte göreceğiz ki bütün bu “akıllı” stratejilerin sonu, Ortadoğu’yu dindar bir gelişmiş ülkenin, yani İsrail’in kucağına bırakmakla sonlanacak.
…
Yüksek aklınızı seveyim!!!
Emeviye Camiinde namaz
/0 Yorumlar/in Genel, Karikatür Yazıları /tarafından bulent
İsrail’in sevinmesinin nedenini anlıyoruz da, Bizim sevinmemizin nedeni ne?
Reyiz, gençliğinde, yani genç bir başbakanken, (kendisine BOP Projesi Eş Başkanlığı nüzûl olduğu günlerde), “Dostum Esad” dediği ve ailecek tatile çıktığı Başer Esad’a proje akışı gereği aniden, “Esed” demeye başlayarak arayı bozdu.
Ardından, fetih türküleri eşliğinde “Buradan bir gireriz 3 günde, Şam’da Emevi Camisinde namaz kılarız!” nutuklarıyla kürsülerden kükredi…
…
Aradan 13 yıl geçti.
300’e yakın şehit, 200 milyar dolar bütçeye , 13 milyon göçmen nüfusu sonrası, MİT Başkanı Kalın, nihayet Şam’da Emeviye Camiinde, basının şahadeti eşliğinde Cuma namazı kıldı.
…
Özgür Özel, servis edilen Emeviye görüntülerine itiraz ederek, “Bu sayılmaz!” dedi. “Bu namaz o namaz değil!” diyerek namaza giden yolun üst paragraftaki maliyetini ortaya koydu. “Tayyip Erdoğan’ın namazının kazasını kılmak bir devlet görevlisi olarak MİT Başkanına düşmez”dedi.
“Kaldı ki, artık gidip kendisi de kılsa, bu namaz o namaz değil” dedi.
…
Bu arada İsrail aşağıdan, Suriye’nin yeni kahramanı, HTŞ’nin reyizi, Golani’nin El Kaideciyken, ‘nik neymi’ni aldığı Golan tepelerine yerleşip Taberiye gölünü sağlama aldıktan sonra, sahipsiz kalan Suriye askeri donanımının, deniz ve hava unsurlarının, gemilerinin, uçaklarının, limanlarının hasılı tüm askeri malzemesinin yüzde doksanını bombalayarak berhava ettiğini açıkladı. Onunla da kalmayıp, tapu dairelerini, nüfus müdürlüklerini yerle bir ederek geriye limitsiz bir kaos geleceği bıraktıklarını, birbirleri ile mal mülk diye didişirken bize bulaşmasınlar diye ne lazımsa yaptık mealinde bir sunumda bulundu.
…
Bizim, vileda sapı ile harita gıdıklayan yandaş tv’lerdeki strateji uzmanlarımız olaya, “Hayır, İsrail Suriye’yi işgal etmedi. Şam’a 20 km. kala durdu.” şeklinde izahat getirdilerse de, 480 sorti yaparak ortalıkta vurulmamış pilli uçak bile bırakmayan İsrail için, “Lan zaten Şam’a girip bakkalları mı işgal edeceklerdi?” şeklindeki karşı teze bir cevap verme durumları olmadı.
…
Zaten işgal nedir ki?
Atatürk, gençliğe seslenişinde işgali tanımlarken;
“…Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.” diyerektam da bunu kasdetmiyor mu?
Düşman için tehlike arzeden unsurlar ortadan kalktıysa işgal işi dört dörtlük tamamdır.
İlla ki İsrail askerlerinin Şam caddelerinde devriye gezmesine gerek mi var?
…
Ez cümle İsrail’in bu işe çok sevinmesinin nedenini anlamak mümkün.
Bizim nedeninimiz ne?
İsrail’in sevinmesi mi?
—
Karikatürlerle Suriye Vakası
/0 Yorumlar/in Genel, Karikatür Yazıları /tarafından bulentKarikatürlerle Suriye Vakası
Erdoğan: “sadece Putin’le ikimiz kaldık. Gerisi elimine!..” Dedi.
—
Artık Hepimiz Suriyeliyiz.
gole en çok sevinen iki kişi. Hadi birini anlarız. Diğerinin neye sevindiğini anlamak mümkün değil..
—
Abiler, piknik yapar gibi Suriye’yi bir uctan bir uca geçtiler!?!
Herkes, her şeyi Suriye bölünmesin diye yaptı!.. Ama Suriye kaça bölünecek kimse bilmiyor..
—
Beyin boşsa uyarı yapmaz. Ama mide boşsa uyarır!
—
Emevi Camisinde namaz kılmak için çok yakında İsrail’e izin almak gerekecek!..
Baskın Oran ve Medya Etiği
/0 Yorumlar/in Genel /tarafından bulentYazılarını her zaman ilgiyle takip ettiğimiz Baskın Oran Hoca, Artıgercek.com gazetesindeki bir yazısında, Gazete Pencere çizdiğim bir karikatürden övgüyle söz ederek GazetePencere’ye, bu karikatürün olduğu sayfaya bir de link verdi.
…
Burada özne benim ama lütfen yanlış anlamayın!
Kim ne derse desin, bir gazetedeki bir yazarın, aynı kulvarda koştuğu başka bir gazetenin yazarının- çizerinin ürününü övmesini ve bununla da kalmayıp o ürüne link vererek okurunu o diğer gazeteye yönlendirmesini artık çöplük haline gelmiş bu medyada, liç yığınları arasından sızan bir altın ışıltısı olarak görüyorum.
Bunu yapanlara, böyle davrananlara daha fazla işaret etmek geliyor içimden.
Yeter ki o ışıltı daha fazla parlasın.
Bu anlayışı yeniden yeşertmek, bu ışığı daha çok parlatmak için bütün mesaisini ortaya koyan Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici’yi bu nedenle her zamankinden fazla önemsiyorum.
…
Kullandığı her bilgiyi kendi bilgisi gibi satmak son derece kolayken, her enformasyon kırıntısının sahibinin adını zikreden ve bunun ısrarla altını çizen Ünsal Ünlü’yü bu yüzden daha çok takdir ediyorum.
…
Bir önceki yazımda Mustafa Mutlu’yu aynı saik ile yere göğe sığdıramıyorum.
…
Medyada etiğin bu kadar yerlere indiği, bu kadar kötü bir “gazetecilik” süreci yaşadığımız bir dönemde, üretene saygı anlamına gelen bu tür davranışların varlığını sürdürmesi ve çoğaltılması ancak bu davranışların altını daha fazla çizerek mümkün.
…
Baskın hocaya teşekkürümü, kendisine eposta mesajı göndererek ilettim. Ama bu olumlu ‘iz’in çoğalması için burada da belirtmeyi görev addediyorum.
Biz az değiliz!
Daha fazla görünmek ve çoğalmak zorundayız.
…

Baskın Oran > ArtıGerçek > Makalesinin tamamının linki:
Suriye politikamızda kimin eli kimin cebinde?
Kategoriler
Arşiv
- Aralık 2025
- Eylül 2025
- Ağustos 2025
- Haziran 2025
- Mayıs 2025
- Nisan 2025
- Mart 2025
- Şubat 2025
- Ocak 2025
- Aralık 2024
- Kasım 2024
- Ekim 2024
- Ağustos 2024
- Haziran 2024
- Mayıs 2024
- Nisan 2024
- Mart 2024
- Şubat 2024
- Ocak 2024
- Aralık 2023
- Kasım 2023
- Ekim 2023
- Eylül 2023
- Ağustos 2023
- Temmuz 2023
- Haziran 2023
- Mayıs 2023
- Nisan 2023
- Mart 2023
- Şubat 2023
- Ocak 2023
- Aralık 2022
- Kasım 2022
- Ağustos 2022
- Temmuz 2022
- Haziran 2022
- Mayıs 2022
- Nisan 2022
- Mart 2022
- Şubat 2022
- Ocak 2022
- Aralık 2021
- Kasım 2021
- Ekim 2021
- Eylül 2021
- Ağustos 2021
- Temmuz 2021
- Haziran 2021
- Mayıs 2021
- Nisan 2021
- Mart 2021
- Şubat 2021
- Ocak 2021
- Aralık 2020
- Kasım 2020
- Ekim 2020
- Eylül 2020
- Ağustos 2020
- Temmuz 2020
- Haziran 2020
- Mayıs 2020
- Nisan 2020
- Mart 2020
- Şubat 2020
- Ocak 2020
- Aralık 2019
- Kasım 2019
- Ekim 2019
- Eylül 2019
- Ağustos 2019
- Temmuz 2019
- Haziran 2019
- Mayıs 2019
- Nisan 2019
- Mart 2019
- Şubat 2019
- Ocak 2019
- Aralık 2018
- Kasım 2018
- Ekim 2018
- Eylül 2018
- Ağustos 2018
- Temmuz 2018
- Haziran 2018
- Mayıs 2018
- Nisan 2018
- Mart 2018
- Şubat 2018
- Ocak 2018
- Aralık 2017
- Kasım 2017
- Ekim 2017
- Ağustos 2017
- Mart 2017
- Şubat 2017
- Ocak 2017
- Aralık 2016
- Kasım 2016
- Ekim 2016
- Temmuz 2016
- Haziran 2016
- Mayıs 2016
- Nisan 2016
- Ocak 2016
- Aralık 2015
- Kasım 2015
- Ekim 2015
- Eylül 2015
- Temmuz 2015
- Haziran 2015
- Mayıs 2015
- Nisan 2015
- Ekim 2014
- Ekim 2013
- Aralık 2012
- Ağustos 2005
- Nisan 2005





































