LOMBOZ 10 TEMMUZ Cuma 2020

 

Bu kadarına da pes!

 

Ortalama bir konutun aylık su harcaması 8, bilemedin 10 tondur.

Fazlasını harcamak için özel çaba gerekir.

Bu ‘özel çaba’ nedir?

Misal, bahçen vardır. Akşama kadar bahçe sularsın. 

Ya da havuzun vardır. Her gün doldur boşalt yaparsın..
Böylece ayda sekiz yerine 118 ton su harcarsın.
743 TL fatura gelir.. 


Paylaştığı faturanın detaylarında, “hazret”in günde üç buçuk tona yakın su harcadığı apaçık görülüyor.
Kurnaz ama, asıl perdelemesi gereken yerin ‘günlük ortalama harcama’ satırı olması gerektiğini bilecek kadar matematiği yok! 

Yoksa, faturanın fotoğrafını çekmek için tuttuğu baş parmağını tam oraya denk getirirdi!

Atatürk’e hakaretleri ile kendi mahallesinde meşhur olmuş, asıl adı Niyazi Birinci, müstear adı Yavuz Bahadıroğlu.. Yeni Akit yazarı. 

“Tarihçi”ymiş bir yandan ya, onu da tırnak içinde verelim.

743 TL tutarındaki 36 günlük su faturasını sosyal medyada paylaşmış.
Altına da “İmamoğlu’na oy verenler bu faturamı da ödesin şimdi!” gibi bir şeyler yazmış.

Hesapta İmamoğlu’nu su faturasından vuracak!

Sen; su savurganlığının kamu spotlarıyla, neredeyse yalvar yakar dizginlenmeye çalışıldığı, çocuklara su ziyanının ne menem bir yazıklı, günahlı kötü eylem olduğunun öğretilmeye çabalandığı, DSİ’nin raporlarına, su fakiri olan ve hızla daha da fakirleşme yolunda ilerleyen bu suyu kıt memlekette, tek başına 10 hanenin su hakkını kullan, ayda 118 ton su harca, sonra faturanı sosyal medyada paylaşıp, “Bunu da İmamoğlu’na oy verenler ödesin!” mavrası yap!..

… 

Yahu arkadaş! Bunu yaptıktan sonra, hadi eşinden dostundan utanmazsın, 

beyazlamış saçından sakalından da mı utanmazsın?
Pes! 

 

Muhalefete uyarı!

Diyelim ki esnafsınız! Bir kamyonet satın aldınız.  

işlemleri yaptınız. Kamyoneti kapınıza çektiniz!
Ertesi gün kamyonetin kasasına misal, domates yükleyeceksiniz. 

Sabah bakıyorsunuz kasada biri oturuyor.  

“Olmaz!” diyor.
“Kasaya domates yükletmem!”
Şaşırıyorsunuz! “Sen de kimsin be adam? Benim arabam, ne istersem onu yüklerim!” 

“Araba senin ama kasa benim!” diyor. 

Çıkarıp sözleşmesini gösteriyor. Hem de imzalı, mühürlü!

Resmi gazeteyi de yanında getirmiş. Torba kanunla çıkan yasayı gösteriyor. 

Siz duymamışsınız bile! 

La havle çekip, anahtarı takıp marşa basacaksınız. Motoru çalıştıracaksınız.
Başka bir adam bitiveriyor yanıbaşınızda.. 

“Bir dakika!” diyor! “Motoru çalıştıramazsın!” 

Hoppaa!..

“Nedenmiş o?” diye iyice sinirleniyorsunuz..

Aynı evrakları o da gösteriyor. “Motorun sahibi benim!” diyor..
Resmi gazete, torba yasa filan.. Aynı şeyler..
Birazdan dört lastiğin sahibi de gelip evraklarını gösteriyor ve lastikleri kullanma bedeli ödemezseniz şuradan şuraya gitmenize izin vermeyeceğini söylüyor.
Anlıyorsunuz ki, siz kamyonetin sadece anahtarını satın almışsınız!
Ama o da bir işe yaramıyor!

Bu gün muhalif belediyelerin durumu bu kamyonet satın alan esnaftan biraz daha hallicedir.
Ama yarın iktidara gelecek olan bu günün muhalefetinin, aynen bu gariban esnafın yaşadığını yaşama riski vardır.

Neden mi?

Devletin, işlerinin, arsalarının, binalarının, arazilerinin yangından mal kaçırırcasına devredildiği Ensar, TÜRGEV, TÜGVA, T3, Aziz Mahmud Hüdayi gibi vakıflara bakın!

Yap işlet devretlerin hız kesmeden özel ihalelerle aktarıldığı isimlerini herkesin bildiği holdinglere bakın! 


Yarın bir de bakacaksınız, kamyonet sizin ama elinizde hiç bir işe yaramayacak bir anahtardan başka bir şey yok!

“Nasılsa eriyorlar!” diye beklerseniz, iktidara geldiğinizde bir cep dolusu işe yaramayan anahtarınız olacak!
Sonra ayıkla pirincin taşını!

 

—-

 

Sanatçısıyla mahkemelik bir iktidar!
Bu haftanın en önemli olaylarından biri Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’a “Cumhurbaşkanına alenen hakaret” suçundan 4 yıl 8’er aya kadar hapis istemiyle dava açılmasıydı.


İnsanımızın; birini 76 yıldır, diğerini 78 yıldır evinin bir ferdi gibi yakından tanıdığı, mimiklerini, nefes alış verişlerini ezbere bildiği bu türk mizahının iki efsane ismine, hatta kurdukları cümle her ne olursa olsun, sonucu ne olursa olsun, dava açmış olmak bile, buna vesile olanların sırtına taşınması kolay olmayacak bir ağırlık yükleyecektir. 


Uğur Dündar’ın yönettiği söz konusu programı canlı seyreden biri olarak, neresinden, nasıl dava açılmış anlamış değilim..


Cumhurbaşkanı’nın; “Memleket yıkılsa, Kadıköy’de oturanların kılı kıpırdamaz!” sözüne, bir Kadıköylü olarak “Haddini bil!” yanıtı veren Müjdat Gezen, Cumhurbaşkanı’na hakaret mi etmiş oluyor? Öyleyse Cumhurbaşkanı da Müjdat Gezen’e hakaret etmiş olmuyor mu?


Kargaşadan kurtulmanın yolunun demokrasi olduğunu söyleyen ve ülkesini faşizme taşıyan liderlerin bunu hayatıyla ödediği uyarısını biraz açık ifadelerle yapan Metin Akpınar, Cumhurbaşkanı’na hakaret mi etmiş oluyor? 

Bu gidişi hisseder de söylemez ise; ekmeğini bu memleketin başaklarından, suyunu bu vatanın pınarlarından tüketmiş bir mizah filozofu olarak uyarma görevini ihmal etmiş sayılmayacak mı?
Müjdat Gezen, trafik suçu işlerse ceza yazabilirsin. Ama düşündüğünü söylerse ceza yazamazsın.
Metin Akpınar, vergi kaçırırsa ceza yazarsın. Ama düşündüğünü söyledi diye ceza yazamazsın.
Düşündüğünü söylemek sanatçının görev tanımı içerisindedir.
Bunu yaparsan onlar sanatçı onurlarından bir şey bir şey kaybetmezler.
Ama sen, yarın sanatçıları yargılayan birisi olarak hatırlanırsın.
O da bir süre!

Neden mi bir süre?

Nazım Hikmet’in, Bursa Cezaevi’ndeki tutsaklık günlerinde yaşadığı şu anekdotu okuyuverin..

Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir. 

Bir kaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre:

“Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?” der. 

 

Nazım‘ı müdürün odasına getirirler. 

Müdür koltuğuna kurulan müfettiş Nazım’ı tepeden tırnağa süzer ve:

“Demek Nazım sizsiniz” der. 

Nazım’a oturması için yer göstermez. 

Kısa bir konuşma sonrası, “Gidebilirsiniz!” der.

 

Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe:

“Ömer Hayyam adını duydunuz mu?” diye sorar.

 

Müfettiş hemen atılır:

“Kim duymaz Hayyam‘ı?”

 

Nazım:

“Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?” diye sorar. 

 

Müfettiş şaşırır. Duralar..
Nazım konuşmasını sürdürür, 

“Görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. 

Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama sizi ve liderinizi kimse anımsamayacak!”

Der.

Müfettişin yüzü allak bullak olmuştur.

Nazım, kapıyı çeker ve koğuşunun yolunu tutar.

Sahi, Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevinde yattığı 40’lı yıllarda, yani İsmet İnönü ile Adnan Menderes arasındaki dönemde görev yapan yedi başbakandan, bilmem kaç tane adalet bakanından ikisinin adını sayabilecek kaç kişi çıkar?
Ama bu gün dünya, bırakın adını, Nazım Hikmet’in şiirlerini bile ezbere biliyor.

 

18 Yılın Ayıbı

18 yılda, 496 milyar dolar faize para ödeyen bir ekonomi üretip sonra “faiz lobisi” demek ayıptır!

Yavuz Ağıralioğlu / İyi Parti Sözcüsüa

 


 

 

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir