Lomboz 15 Mayıs 2020

Şentop’un salgından haberi yok!
Diyelim ki yaşınız yirmi, kırk beş ya da ya da Mustafa Şentop gibi elli bir veya Tayyip Erdoğan gibi sokağa çıkma sınırının hemen üstü, altmış altı..

-Sizin, hayatınızda ekmek almaktan, paraya ellemekten, evinizin kapısına dokunmaktan bu kadar korktuğunuz oldu mu?

-Sizin, hayatınızda komşunuzun evine, bir mahalleden diğerine, bir şehirden ötekine gitmekten men edildiğiniz, içtiğiniz sudan, nefes aldığınız havadan huylandığınız oldu mu?

-Sizin, hayatınızda market poşetini eve getirmekten, bibere, domatese dokunmaktan bu kadar tedirgin olduğunuz oldu mu?

-Siz ülkenizde, bu kadar parasız bir Merkez Bankası, bu kadar işşiz genç, bu kadar kapanmış işletme, girilemeyen alışveriş merkezi, gidilemeyen otoban, geçilemeyen köprü gördünüz mü?

-Sizin, hayatınızda muayene olmak için doktora, ilaç almak için eczaneye, traş olmak için berbere gitmeniz yasaklandı mı?

-Sizin, hayatınızda, annenize, çocuğunuza sarılmaktan, sevgilinizin elini tutmaktan bu kadar korktuğunuz oldu mu? Yüzlerce paragraf alt alta dizilebilir. Uzatmayayım..

-Siz hayatınızda, darbe dönemleri dahil bu kadar olağanüstü bir olayı, üstelik de bütün dünya ile bir arada yaşadınız mı?

•••

Meclis Başkanı Mustafa Şentop, tatildeki Meclisin toplanması için muhalefetin yaptığı çağrıya
“Acil bir durum yok! Olsa toplanırız!” yanıtı vermiş.
“AVM’ler bile açık Meclis neden kapalı” sorusunu yerinde bulmadığını hatta duyunca hayrete düştüğünü söylemiş!.
“AVM ile meclis bir mi? Komik!” diye yanıtlamış..

Siz hayatınızda, üstelik sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada bundan daha olağanüstü bir dönem yaşandığını duydunuz mu Mustafa Bey?

Şentop’u 23 Nisan’da Anıtkabir ziyaretinde, maskeli zevatın önünde maskesiz yürürken çekilmiş fotoğrafıyla hatırlıyoruz.
Gerçekten de salgından bihaber olmasın!
Yarın “Haberim yoktu, O ara biraz dalgındım!” derse kimse şaşırmasın!
Yaşamadık mı bunları?


Umut bu kadar kırılır mı?
Hani korona yüzünden evlere tıkıldık da, bu süreçte hayat felsefemizi avuçlarımıza alıp yeniden biçimlendirmeye çalıştık ya!
Hani korona; zenginini, fakirini, sanatçısını, profesörünü, hatta devlet başkanlarını bile yakalayıp indirince, bundan böyle sistemlerle birlikte insanlar da değişecek, dünya başka bir yer olacak diye güzel bir hayale kapıldık ya!

•••

Şu, Kayseri Mezarlığı’nın önünde; 324 gün süren açlık grevini sonlandırdıktan iki gün sonra yaşamını yitiren “İbrahim Gökçek’in cesedini mezarından çıkartıp yakacağız!” diye direten güruhu görünce bu umudum yeniden korona öncesi düzeye düştü.

Bas gitar çalarak devleti yıkmaya azmettiğine karar verilen buna mukabil grubunun konserleri yasaklanmasın diye ölümü göze alan bir insanın cesedine bile bu tahammülsüzlük nasıl oluşabilir?

•••

Üç kişi, beş kişi olsa, üç beş meczup der geçerdik.
Maalesef Devlet Bahçeli’nin bile reddederek örgütünden attığı, ilinin gençlik teşkilatını toptan kapattığı bir kamyon “adam”!

Üstelik örgütten atıldıktan sonra tekrar mezarlığın önünde toplanarak polislere: “Mezarı sonsuza kadar beklemeyeceksiniz ya!. Siz gidince çıkartıp yakacağız!” diye ısrar eden yirmili yaşlarında, ruhları yitip gitmiş, zihinleri ırkçılığın, mezhepçiliğin karanlık dehlizlerinde dağlanmış genç insanlar!

Giriştikleri ilkel niyetli saldırı kadar, benim ve benim gibi iyimserlerin bu safiyane ‘korona sonrası’ umutlarını yok ettikleri için de “umuda tetikçilikten” yargı karşısına çıkartılmalılar!

Neden “tetikçilik”?
Çünkü bu zihin bataklığını yaratan o ergenlik sınırındaki insanlar değil! Bu reklektif, yansıtmacı iklimi yaratan sosyal, siyasal ve ekonomik sürecin bütün vebali ayağı çizmesiz bırakılıp bu bataklığın içine kaymasına göz yumulmuş “bu zavallılara” yüklenemez.

Erdoğan: “Ülkemizi dünya nezdinde karalayan, küçük düşüren, koronadan daha beter virüslerden söz ediyordu ya!
Buyursun!.. İz sürmeye buradan başlasın!..
—–

KARİKATÜRİST KİMDİR?

Özellikle Siyasilerin Okuması Dileğiyle!

“Neden hep eleştiriyorsun?
İktidar hiç mi iyi birşey yapmıyor?” diye soruyor bir okur..

Zaman zaman mizah yapanlara sorulur.
İlk bakışta haklı bir soru gibi görülür ama ben, çizgi yaşamını gazete-dergi karikatüristi olarak sürdüren bir mizah emekçisi olarak kendi alanıma düşen bölümünden anlatayım.

‘Gazete-dergi karikatüristi’ aslında bir tür toplum polisidir.

Toplumun kendisine verdiği bir görevi bedeli mukabili yerine getirir.
İşi budur. Görevi ‘Erk’ tanımına giren ‘egemen güçleri’ eleştirmektir.
Üsluplar, yöntemler, kişiler, ülkeler, yayınlar değişir ama görev değişmez.

Eleştirilecek olan güç, yeri gelir iktidar olur, yeri gelir patronlar olur, yeri gelir askerler olur, hakim olur, hakem olur, devlet olur.. Olur oğlu olur.. Dayak atma yetkisine sahip kim varsa eleştirilecek güç odur.

Toplum, bu “özel polisine” der ki; “Bizim yerimize bu muhalefet işini sen yap.
Sen hep muhalif ol! Binada her şey mükemmel gibi görünse de duvarda yağmurdan dökülen boyayı, çatıdaki kırık kiremiti sen çiz.
Çiz ki o da düzeltilsin.. Eksik aksak kalmasın..
Birinin işi bunları hatırlatmak olsun..
Bu da sen ol!..”

Toplum karikatürcüyü uyarır!.. “Ha! sen sakın ola “yağcılık, yandaşlık” yapma!..
O görevi verdiğimiz bol miktarda adam var. ‘Yardımcı’, ‘danışman’, ‘sağ kol’, ‘has adam’ gibi kadrolar açıyoruz bu işler için.
Sen o tarafını merak etme!” der..

•••

Ender de olsa, görev tanımını anlamamış, gücü ve gücün yaptığı işleri öven bir pozisyon almış, mizah emekçisi kisvesine bürünmüş kimselere de rastlanmaz değil..
Ama ona “soytarı” denir. Soytarılık da kurumsal bir iştir.
Kralı hoşnut etmek, kralın memleket sıkıntılarıyla bozulan moralini düzeltmek soytarının işidir.
Ama bilmelidir ki, kral ölünce soytarısı onunla birlikte gömülür!

•••

Mizahçının görev tanımı sadece bir ülkeye özgü değildir.
Almanya’da, Hindistan’da, Brezilya’da, Meksika’da, Amerika’da, Çin’de de olsa değişmez.
Bazı yerlerde biraz daha kolay bazı yerlerde biraz daha zor olur, bazı yerlerde ise bir süre neredeyse imkansız hale gelir o kadar.. Toplumun “Bunu biri yapmalı!” dediği bazen eğlenceli ama hakkıyla yerine getirildiğinde çoğu zaman da tehlikeli hale gelen bir iştir bu iş..
Karikatürist denilen “enayiler” bu işe talip olur.
Sonra başlarına gelmedik kalmaz! Ama kendi düşen de ağlamaz..

•••

Oğuz Aral, karikatüristi; “kendisine ekmek veren eli ısıran adam!” olarak tarif ederdi.

Hiç unutmuyorum. Ana muhalefet partisinin karikatürcülere verdiği bir davete katılmıştım. (12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa Referandumu öncesi)
Bir kaç kelam etme sırası bana geldiğinde, konuşmamı şöyle bağlamıştım.
“Biz karikatürcüler, şimdi sizinle neden burada, aynı masada yemek yiyoruz?
Çünkü aynı taraftayız! Siz de muhalifsiniz. biz de..
Ama her şey istediğiniz gibi olur da yarın siz iktidar olursanız, biliniz ki biz yine sizin muhaliflerinizle birada yemek yiyor olacağız. Bunun için sakın bize kızmaya kalkmayın!”
——-

Akıllı telefonla şaka yapılmaz!

Vatandaşı, sokakta maskesiz yakalayınca ‘üç bin yüz seksen TL’ ceza kesmiyor olsalardı emniyet müdür yardımcısı ve Komiser’in, kiraladıkları çiftlik evinde, içerisinde yabancı kadınların da olduğu kalabalık bir heyetle alem yapmaları bu kadar tepki çekmezdi.
Kaldı ki, bizim milletimiz, ricale, ‘alem’i neredeyse hak görür!

•••

İnstagram görüntülerinden anlıyoruz ki, Baş komserim, tehlikeyi sezmiş.
Erik Dalı oynarken telefonuna davrananları görünce:
“Canlı yayın yapmayın ha!” diye de uyarmış.
Ama belli ki satıh, şişenin dip sularına yaklaştığı için kadere mani olunamamış.
Ekip, adeta kendi kendilerini sosyal medya aracılığı ile bildiğin gammazlamış!

•••

Rahmetli Aydın Boysan içmenin adabını belirlerken “Rakı, şalgamla ve salakla.. içilmez!” derdi.
Sağ olsaydı listeye kesinlikle “akıllı telefonu olan salakla!..” diye bir tashihi hiç sektirmeden eklerdi..


 

 

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir