LOMBOZ 21 Mayıs CUMA 2021

Polisten donla kim kaçar?

Pandemi kısıtlama kurallarının kendi içindeki çelişki ve saçmalıkları, ister istemez uygulamalara da yansıdı.
Kimi trajik, kimi komik, kimi de trajikomik bir çok olay yaşandı ki alt alta dizsen roman olur!

En komik enstantaneler, turiste serbest Türkler’e yasak olan ‘denize girme’ olayında sahnelendi.
Polisi görünce, açılıp saatlerce sudan çıkmayan ve boğulma tehlikesi geçirip ambülansla hastaneye kaldırılanlardan, kurbağa yüzüşü ile elbiselerinden uzağa yanlayarak, dipten dipten karaya vasıl olmaya çalışanlara kadar; kara ponçik gözleri ve paçalı donuyla, hollandalı turistlerin arasında kaybolmaya çalışanlardan, “Abi valla ben denize düştüm.. Yüzmüyordum!” diye yemin edenlere kadar, neler görmedik!

“İyi de madem düştün, niye donlasın hemşerim, elbiseler iskelede ve kuru?”

“İşte polis abi, ben de onu tam çözemedim!”

Yarışmaya soksak, iki deniz vukuatı benden tam not alır.

Gümüş madalyam şuna gider:
Vaktiyle Almanya’da çalıştığından çok iyi Almanca bilen şam şeytanı bir abinin, “Alman’ım ama pasaportumu otelde unuttum” ayağına yatması; civardaki Almanlar’la şakalaşarak durumu teyit etme çabası; gel gör ki yandan yemiş bir ‘Fatihin fedaisi Kara Murat’ tipi nedeniyle polisin, “Tamam lisan iyi ama yiyiyor lan bu bizi!” diye işkillenmekten bir türlü kurtulamaması ve hadisenin neredeyse sünnet yerini gösterme noktasına kadar gele yazması olayı…

Altın madalyam ise şuna gider: 

Bildiğin beyaz slip donlarından su damlata damlata sahilden, şehir merkezinin vahşi ve tehlikeli caddelerine doğru koşarak kaçan iki yakışıklı abi!..
Tabi can pazarı gibi birşey!
Adamların, elbiselerden tamamen vazgeçip, 3100 TL tutarındaki para cezasından, beyaz, pamuklu slip donla kaçmasının oluşturduğu ironi, ancak Billy Wilder’in filmlerinin bir sahnesinde izlenebilecek kıvamdadır.

Tabii cepte para yok ki elbiselere bağlılık olsun. 

“Hayır, ayakkabı Gucci’den, ceket Valentino’dan, atlet Prada’dan olsa dönelim, hep beraber savaşalım anasını satayım!” 

 

Bekçi şiddetinden korunmak için polis çağırmak

Turizmde internetin yeni yeni palazlandığı yıllardı.

Uluslararası bir turizm blogunda okumuştum olayı.
Lonely Planet diye hatırlıyorum…

Çeşitli ülkelere seyahat edenler, o ülkelerle ilgili deneyimlerini paylaşarak aynı seyahati yapacaklara ipuçları veriyorlar.

İşte “vize alırken şöyle yap!”,  “Mutlaka pazarlık yap!”,  “aman şu saatten sonra şu caddede dolaşma!”  Vesaire…

İstanbul’a gelen bir kadın turist de yine ingilizce olarak şunları paylaşmış:
“İstanbul’da, yalnız dolaşırken peşinize erkekler takılabilir.. Size ‘oh yavrum!’ derler.. (Oh yavrum’u türkçe yazmış) Bu durumda niyetinin iyi olmadığını anlarsınız. Hemen yakınınızdaki ilk dükkana girin. O dükkandaki kişiye ‘imdat, bana yardim!’ (yine Türkçe) deyin. O kişi hemen bir kartal gibi atılarak sizi rahatsiz eden kişiyi püskürtecek ve sizi psikopat saldırgandan kurtaracaktır..” diyor. 

Sonra ekliyor: “Ama en kısa sürede kurtarıcınızdan da kurtulun!”
“Ben ettim, siz etmeyin!” der gibi..

Bekçi şiddetinden korunmak için polis çağıran mahallelilerin haberini okuyunca bu Amerikalı kızcağızın Türkiye paylaşımı geldi aklıma.
“Bekçi amca, bekçi amca, düdük çalsana!” dan buraya nasıl geldik anlamadım! 

 

Demokrasi Tramvayı 

Ben bir, Tennessee Williamsın ‘İhtiras Tramvayı’nı bir de Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Demokrasi tramvayı’nı bilirim..

İkisi de güzel oyundur. ilki, -bizde ‘Arzu Tramvayı’ ismiyle sahnelenen- daha ben doğmadan Pulitzer ödülü almış bir klasik.
Diğerinin ödülü yolda!


‘Demokrasi Tramvayı’nı bir hatırlayalım.

15 Temmuz fetö darbe girişiminin yıldönümünde, bu girişime karşı verilen demokrasi mücadelesini hatırlamak için çıkarılan ve adı, ironik bir tevafuk ile ‘Demokrasi Treni’ konulan  ‘Anı Bileti’nden söz etmiyorum.

Gerçi sitesine girdim!.. 

O da şimdi “Error” veriyor!…


Benim kastettiğim, Recep Tayyip Erdoğan’ın, vaktiyle “Demokrasi, amaç değil araçtır” ve “Demokrasi hedeflenen istasyona varana kadar bineceğimiz bir tramvaydır. Uygun istasyona gelince inilir!” ifadelerinde bahsettiği demokrasi tramvayı…
Gerçi sonradan, bir soru üzerine, “ben artık demokrasiyi içselleştirdim!” demiş ise de; Ziya Paşa’nın dediği gibi:

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.

Bu gün o tramvaya şöyle bir bakıyoruz!

Yakın zamana kadar, kimileri tramvaydan atlamış, kimilerini tramvaydaki abiler yaka paça aşağı atmış atmış olsa da bir kısım yolcusu ile tramvay hala malum istasyona doğru yol almaktaydı.

Ama son bir yılda net olarak gördük ki tramvay, o yoldan da tamamen çıkmış durumda.

İnilecek istasyon, alakasız bir yerde kaldı!

Yol hafiften meyilleniyor. Üstelik tramvay yolu da değil.
Yolcularda bir ‘tramvaydan toplu atlama’ eğilimi seziliyor..
Ben demiş olayım… 

Tramvay yokuş aşağı sarıp aşırı hızlanmadan atlayan atladı!

Bukalemun şansı!

Bukalemunlar hızlı hareket edemedikleri için yaşam tehlikesi hissettikleri anda kendilerini bulundukları daldan aşağı bırakırlar.
Artık, kadere kısmete!
Yere çakılana kadar takılabilecekleri birkaç dalın hızlarını yavaşlatması ya da yerin çimenli, yapraklı ya da kumlu olması şanslarına kalmıştır.
Çoğu zaman bu şans vardır ki; onlarda evrimsel olarak bu davranış, bir kurtulma içgüdüsü olarak yerleşmiştir.

Bu belgesel tadındaki bilgi notunun, yukarıdaki ‘Demokrasi Tramvay’ı yazısının altına gelmesi tamamen bir tesadüften ibarettir.
Ama doğadaki canlıların her davranışı milyonlarca yıllık bir seleksiyon sonucu yerleşik hale gelmiştir.
Yeri gelince onların bu değerli tecrübelerinden de yararlanmasını bilmeyen akıl neye yarar ki?


Aklın yolu bir

Cem Uzan, damdan düşmüş, eski bir holding patronu ve kronik bir siyasetçi olarak Türkiye Cumhuriyetindeki vatandaşı iki kategoriye ayırıyor: 

“Soyulanlar ve soyanlar!..”

Arada başka bir kategori ya da sınıf yok!
Ya soyulanların içindesin ya da soyanların!

Öyle “nehrin kenarında”, “uçurumun kıyısında” Sıratı müstakimin üzerinde, Gabar’ın tepesinde, Kaçkar’ın yaylasında filan yok!

Ne diyor?

“Yalnızca soyulanlar ve soyanlar var!”

Sayın Uzan, Marxistler kulübüne hoş geldiniz!

Marx bunu Das Kapital’de en temel parametre olarak “Ezilenler ve ezenler” şeklinde ve aynı anlamda tanımlıyor.

Can Yücel de çok tuttuğum kısa şiirinde diyor ki:

“Bütün solaki ve salaki tilkiler

Döne döne dolaşıp

Tıpış tıpış gelirler sonunda

Kemalizm dükkanına

Ve siroz olurlar.”

Galiba damdan düşen bütün kapitalistler de döne döne dolaşıp, tıpış tıpış Marxizmin kürkçü dükkanına geliyorlar.


E tabi, parası olan akıllı adam kapitalist olur.

Parası olmayan akıllı adam da Marxist!

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir