LOMBOZ 24 TEMMUZ CUMA 2020

Çotanakları Sayanlar, Parayı Sayanlar

Karadeniz’in geleneksel fındık rekoltesi savaşı yeni sortilerle devam ediyor..

Tatarların çitlevük, Acemlerin fonduk, Arapların bunduk, bizim lazların finduk dediği bu mucize besin üzerinde, her yılın bu döneminde bir rekolte mücadelesidir sürüp gidiyor. 

Zaten üretiminin başlangıcından bu yana Doğu Karadeniz Bölgesi’nden çıkıp dünyaya yayılan, hatta dünyada bir dönem “pontus cevizi” olarak bilinen fındığın, bir hesaba göre yüzde 72’si en en küçümseyen hesaba göre yüzde 60’ı Türkiye’de üretiliyor.
2 milyar dolar ciro ile Karadeniz’in en önemli ihracat kalemi.
Sadece kırıp satmasak da biraz katma değerli ürün haline getirerek ihraç etmeye yoğunlaşsak 20 Milyar dolar ile sol kulvardan atak yaparak turizm gelirinin kuyruk mesafesine girmesi işten bile değil!

Peki şimdi diyeceksiniz ki, bu kelle alan, kelle veren rutinleşmiş rekolte mücadelesi nereden çıkıyor?
Yani bu yıl; çotanakları sayan üreticilerin söylediği gibi 610 bin ton mu, yoksa hükümet ve alıcıların söylediği gibi 665 bin ton mu fındık üreteceği üzerinde, bu 55 bin ton fark için kavga etmek de neyin nesi?
Şunun şurasında bir ay içerisinde takke düşüp kel görünmeyecek mi?
O kadar ton olsa ne olur bu kadar ton olsa ne olur?


Sebep basit..
Asıl hikaye fındık alım fiyatı.
Ekonominin arz-talep kuralı gereği, ortalama 500-600 bin ton aralıklarında dolaşan rekolteyi az söylerseniz fiyat yükseliyor üreticinin cebine daha çok para giriyor, çok söylerseniz fiyat düşüyor, kamu ya da özel toptan alıcılar kazanıyor.

Örnek mi?..
2008’de 800 bin tona yükselmişti ama kilo fiyatı bir önceki yılın bile altına düşmüştü.
İnanmayan tabloları açsın baksın!

Bakan olduğu tebliğ edilmek üzere Ankara’ya çağrıldığında, yolda “tarım bakanlığı dışında bütün bakanlıklar aklımdan geçti!” diyerek konuyla ne kadar ilgili olduğunu beyan etmiş olan Sayın Bakanımız Pakdemirli, rekolte 665 bin ton olacak diyor.
Bizzat fındık bahçelerinde fındık üretenler, “çotanakları mı saydın? Biz saydık.. 610 bin ton olacak!” diye cevap veriyorlar.

Her yılın rutin cebelleşmesi bu..

Çotanakları sayanlar, fındık az olacak, parayı sayanlar fındık çok olacak diyor.
Hükümet, kendisi de para vereceklerden olduğu için haliyle parayı vereceklerin yanında duruyor.
Sonra kuralı belirleyen hükümet olduğu için mesele onun dediği gibi “halloluyor!”
Yıllarca aynı filmi izleyip duruyoruz. Artık filmin sonunu baştan biliyoruz.


Buraya kadar herşey normal.
Her şey ekonominin kaide ve kuralları, içerisinde “uzlaşmaz çelişki”nin bir tezahürü olarak gerçekleşiyor.

Ancak ister belediye olsun ister genel olsun, seçimlerde nasıl oluyor da tam da temel fıkrası gibi bir sonuçla, bu uzlaşmaz çelişkinin bütün unsurları aynı potada buluşuyor?
Bu kelle alan mücadelelere, eylemlere, yol kapatmalara, partiden ihraç etmelere yol açan çatışmanın üretici tarafı, mücadeleden kafa göz yarılmış, yenilmiş ve emeği elinden alınmış halde çıktıktan sonra rekor oylarla yine bu çotanak saymayan tarafı destekliyor?

Ben buralarda dolaşıyorum ama bilmiyorum!.
Bilen olduğunu da sanmıyorum!
Çünkü tam da temel fıkrası gibi?

 

 

Ayasofya: “Bizi kim kandırdı?”

Bugün cuma namazı protokol düzeninde Ayasofya’da kılınacak!..
Kılınacak ama bir gün gelip ağır fatura memleketin önüne konulduğunda “bizi kandırdılar!” diyeceklerini tecrübelerimizden biliyoruz.

Çünkü Erdoğan’ın “Ben Ayasofya’yı camiye çevirecek kadar istikametimi kaybetmedim!” sözünün üzerinden çok zaman geçmedi.
Demek ki bu kısa sürede, istikameti kaybettiren bir tazyik var!
Ya da en azından bir ikna eylemi ve ikna olmuşluk durumu var!

Bizimkisi boş merak!.. 
İstikameti kimin değiştirdiğini yani, yine yeni bir “Bizi kandırdılar!” cümlesinde öznenin belirlenip belirlenmediğini, belirlendiyse kim olarak belirlendiğini çok merak ediyorum!

 —-

 

Dilencilerin Dayanılmaz Haklılığı

Gülsan Sanayi’de, bir esnaf arkadaşın dükkanının önünde oturuyorum.
İnce uzun boylu bir kadın geldi.
Hemen önünde sarı saçları lüle lüle bir kız çocuğu.
Kadın belli belirsiz bir sesle sadaka istiyor.
Diksiyonu düzgün.
Belli ki yerli ve zorunlu bir dilenci..
Önceki yıllarda olsa, bu işi kolay bir meslek olarak tercihli yapanlardan biri diye değerlendirip: ”Gücün kuvvetin yerinde! Neden çalışmıyorsun?.. Çocuğa yazık değil mi?” benzeri bir serzeniş ile para vermeden refüze ederdim.
Ancak bu sefer öyle yapamadım.

Cebimdeki bozuklukları içim yana yana çıkartıp kadının avucuna bıraktım.

Neden derseniz;
Bu memlekette bu yılın İlk 6 ayında 40 bine yakın iş yeri kapandı.
İşsizlik oranı TÜİK’e göre bile %23’lere yükseldi.
Hazine’de Swap’tan gelen paralar dışında para kalmadı.
1 yıllık bütçe açığının %80’i ilk altı ayda dolduruldu. Yani yıl sonuna kadar verilmesi planlanan 186 milyar açığın, 109 milyarı verildi.

Bu kadın’a “Gücün kuvvetin yerinde!” demenin bir manası kalmadı.
Nerede iş bulacak, nasıl beslenecek?

TÜİK dışında konuyla ilgili her birimin, sendika ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının hesaplamalarına göre çalışma çağındaki işsizlerin sayısı, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ilk kez çalışan sayısını geçti…

Cumhuriyet’le hesaplaşma derdi olanlara, hilafeti getirme derdi olanlara, Cumhuriyet için “86 yıllık ara” diyenlere kapak olsun!
Bir barajı daha yıktınız!


——-


Bari Google’ı Yasaklamayın!
Korona sürecinin başından bu yana ilk kez berbere gittim.

Yunus’u tanıyorum ama yine de sanki ilk kez görüyormuş gibi çekine çekine gösterdiği sandalyeye oturdum.
Aslında köpüklü, usturalı sakal traşı yapmıyorlarmış. Yasakmış!
Bizde de doğru dürüst saç yok!
Ne diye gittiğimi bilmiyorum..
Madem oturduk, bir ‘ense peyzajı’ olayıyla bağlarız diye düşündüm.


Berberin konuşanı çok konuşur, susanı da tam susar.
Bizimkisi çok konuşanlardan..
Oysa pandemi döneminin en iyi berberi susan berber.
Arada bir aynayı tutup: “böyle iyi mi abi?” diye sorsa yeter.
Malum, korona havadan bulaşıyor.
Konuşan berber riskli.
Önlüğü takarken, “maskeni düzgün tak!” diye uyardım.
“Bir de iş yaparken fazla konuşmazsan sevinirim!”

Bu kadar hukukumuz var ama yine de bozulduğunu hissettim. Başını öne doğru ‘olur’ anlamında salladı.
Yine de dayanamadı:
“Aşkolsun!.. Çok mu konuşuyoruz abi?” diye sitemkar söylendi..
İşaret parmağımı dudaklarıma götürüp ‘sus!’ işareti yaptım. Sustu!
Ama ortalık da biraz gerildi.

Önlüğün cırtcırtlarını yapıştırdıktan sonra kendince mümkün olan en az kelimeyle sordu:
“O zaman şimdi ne yapıyoruz?”
“Enseyi temizleyelim, favorileri de biraz kısaltalım, bir de şampuansız yıkama yapalım” dedim.

“Tamam abi!” deyip işe koyuldu..
On saniye kadar sonra:
“Yanlız, favori değil, favül!” diye sırıttı.
Hani; “bir şeyler yazıyorsun, çiziyorsun ama hikayesin!” demeye getirdi.
Ben de, aslında bir tedbir olarak konuşmaya hiç niyetli değilim.
Adam tetikliyor..
“Yanlız değil, yalnız!” dedim..
Ortam biraz daha gerildi


Bir makas değiştirme arasında, telefonda bir işim varmış gibi yapıp Google’dan Favori’ye baktım. Etimoloji sözlüğü, Fransızca-Türkçe sözlük filan..
Sonuç tam istediğim gibi..
Telefonu bıraktım. Otuz saniye kadar bekledim.
Sanki Google’dan bakmamışım da önceden biliyormuşum gibi bir tavırla tekrar konuya bağlandım.

“Yunuscum, az önce favül dedin ya!” diye girdim. “Favül diye birşey yok. Doğrusu favori!.. Yaptığın işin jargonunu doğru bileceksin” dedim..
Bu biraz ağır oldu ama laf ağızdan çıktı..
Ara vermeden devam ettim:
“Favori, 1830’larda, uzun yanak sakalının moda olması ile Fransız modacılar tarafından ‘yanak sakalı’ yerine üretilen bir yakıştırma isim. Hani tercih edilen, öne çıkarılan anlamında.. 1877’de ‘yanak sakalı’ terimini bizde ilk kez Ahmet Mithat Efendi kullanmış..”
Ortam iyice gerildi!


Kısa bir sessizlik oldu.
İyi ki usturalı sakal traşını yasak etmişler dedim içimden.
Neme lazım! Üstüne gitmemeye karar verdim. Konuyu kestim..
Az sonra: “Abi” dedi..
“Masada doğru bilgi varsa kavga çıkmaz! Tartışmalar eksik bilgiden çıkar!”

“Sağlam değerlendirme, Bravo!” dedim
Tatlıya bağladık.. 

Traş bitmek üzere..
Güya konuşmayacaktık.
Konu taa, Nasa’nın yörüngede, uzay istasyonundaki astronotlarına kadar geldi..
“Bir iki gün içinde geri dönecekler” dedim.
“Ne yapıyorlar ki orada?” diye sordu.
“İstasyonun akülerini değiştiriyorlarmış!” dedim.
“Bu mudur yani?” diye küçümseyerek yanıtladı:
“Akü değiştirmek için astronot mu olmuşlar? Bizim Salim’in çırağı da yapar o işi!”

Sesimi çıkartmadım..
Yeniden tartışma, yeniden karşılıklı iddialar, yeniden Google.. Uzun iş..
“Doğru söze ne denir!” dedim..
Konu kapandı..
Ama aklıma da takıldı!
Şimdi bunlar Google’ı da yasaklarlar mı acaba?

 

 


 

 

 


0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir