Lomboz 25 Temmuz 2021 Pazar

Corona Toto’nun sonucu!

Çok değil, Temmuz başında bu köşede ‘Temmuz sonu korona durumu’ ile ilgili olarak iki bilim adamının zıt yöndeki öngörülerini yazmıştık.

 Bilim Kurulu Prof. Levent Akın:

“Temmuz’un ikinci yarısında vaka sayısının düşeceğini, Eylül’de okulların açılma noktasına geleceğini göreceğiz!” demişti.

Klinik Derneği Başkanı Prof. Alpay Azap da: 

“Temmuz ayı sonunda vaka sayısı artacak. Önlemleri bir anda kaldırırsanız  ‘delta’nın daha hızlı yayılma özelliğinde oluşu, olgu sayının artmasını kaçınılmaz yapar.”

Şeklinde kaygılarını belirtmişti.

Biz de, bu birbirinin tam tersi yöndeki iki bilim adamı öngörüsünü “Corona toto” başlığı vererek 9 Temmuz tarihinde ‘Lomboz’ köşesinde yazıp ”Bekliyoruz! Bakalım hangisi tutturacak!” diye bitirmiştik.

Heyhat!

Aradan daha bir ay bile geçmeden gördük ki, bu işi devlet adına yöneten Bilim Kurulu’nun bir üyesi olan ‘Levent hoca çakıldı! 

Görüşlerine “muhalefet ediyorlar!” diye itibar etmedikleri Klinik Derneği üyesi ‘Alpay hoca’nın söyledikleri ise doğru çıktı!

Hem de öyle tartışma götürmeyecek cinsten bir tablo ile…
Bu yirmi günlük sürede tablo ikiye katlandı. 

Bayram tatili sonrası ne olacağını ise, biz ölümlü sıradan vatandaşlar kestiremiyoruz artık!

 

Biz Levent hoca’yı da, Alpay hocayı da sever ve saygı duyarız!

Ama yurdum insanının hafızasının zafiyetine güvenip, “Ben birşey söyleyeyim, nasılsa unutulur gider!” diye düşünenlere hatırlatalım!
Burada “çizgili hafıza güncesi” Lomboz var!

Vakanın sadece MR’ını alıp bırakmıyoruz.
Doppler’ine bakıyoruz!

Öyle yağma yok!

Ayın ‘perhiz’i

14 Temmuz Meclis Grup Toplantısında Tayyip Erdoğan kürsüden: “Din kisvesi altında bu milleti sömürenlere prim vermeyeceğiz… bu böyle bilinsin!” diye kükredi..

Sonra ki her bir Cuma’da 300 otomobil ile birlikte camiye gitti!

Allah kabul etsin!

 

Milletin ağzı hakikatten torba değil!

Sen 20 yıl boyunca insan üstü bir gayretle otobüs tepelerinde, miting kürsülerinde, alanlarda, meydanlarda koştur, vatandaşa çay at, kahve at!..
Brüksel’den Bakü’ye, Katar’dan Somali’ye dünyanın bir ucundan bir ucuna ter at! 

Bir şey yok! 

Sonra ekran karşısında vatandaşa bayram seslenişi yaparken azıcık bir için geçsin, az bir gözlerin kapansın, bi çala rüya alemine gir çık! kıyamet kopsun!

“Vay efendim ekranda uyumuş!”

Yahu uyudu da, dirseğinin üstüne yan yatıp horlamadı ya!

Orası Marmaris Okluk Koyu Yazlık Külliyesi..

Hava sıcak!

Tişört giymişsin, yazlık moduna geçmişsin..
Tatil rehavetiyle gevşemişsin…
“Nasıl olmuş?” diye külliyeyi şöyle bir dolaşsan, odalarının yarısına bakmadan dünyayı dolaşmış gibi olursun.

Çocuklar, vatandaşa da bir bayram selamı verelim demiş o arada..

Sen de o yorgunlukla kamera karşısına geçince ince bir ‘Koç’ moduna girip çıkmışsın…

“Koç modu” derken, onu da azıcık açalım. 

Hani toplantılarda uyumasıyla ünlü bir Turizm Bakanı’mız vardı ya. Şimdiki Aile Bakanı’mız Zehra Zümrüt Selçuk’un da babası olan Atila Koç beyefendi..

Ne bakandı ama! 

Turizmi uyuyarak uçurmuştu da, iki farklı teorinin çarpışmasına neden olmuştu.

Birincisi: “Kardeşim adam öyle başarılı ki, uykudan kalan zamanlardaki performansı bile turizmi yönetmeye fazla geliyor!” 

İkincisi ise: “Demek ki bir şey yapmaya gerek yok, bakan işe karışmayıp uyursa turizmde her şey yoluna giriyor” şeklindeydi ki, hükümet bunlardan hangisini benimsediyse Uyuyan Bakanı görevinden aldı..

Bırakın uyusun!

Belki sayın Cumhurbaşkanımızın da ara sıra uyuması hayırlara vesile olur.
Kimbilir?

 

Gençlere, özet olarak Kıbrıs?

Çarlık Rusyası’nın askerleri, -eski takvimle 1293 yılına denk geldiği için- ‘93 Harbi’ de denilen, Osmanlı-Rus harbini kazanarak,1878 yılında, o zamanki adı Ayastefanos olan, Yeşilköy’e kadar geldi. 

Rus ordusu İstanbul’un kapı önüne mitili atmıştı.

O sırada Osmanlı tahtında bulunan II.Abdülhamit’in önüne Ayastefanos anlaşmasını koydular ve imzalattılar.

Bu anlaşma, tam ve ağır bir yenilgi anlaşmasıydı. 

Sevr’den beterdi. 

Osmanlı donanmasının Rus donanmasından üstün olmasına rağmen, II. Abdülhamit’in saraydan yönetme ısrarı sonucu, iki yılda kaybedilen savaşın sonuçları çok ağırdı.

Osmanlı, diğer ağır maddi tazminat koşulları yanında doğuda Kars, Ardahan, Artvin, Batum sancakları ve başka birçok ili, Batı’da ise neredeyse Avrupa’nın yarısına kadar mevcut Osmanlı topraklarını Ruslara bırakıyordu!

Avrupa, Çarlık Rusyası’nın Osmanlı’dan sonra bir kılıç gibi Avrupa’ya yerleşmesinden rahatsız oldu. 

Gözü Avrupa ile, yeni bir savaşı alamayan Rusya’yı ikna edip, Osmanlı için daha beter bir hezimet olan ama Avrupa için biraz daha makul bir anlaşmaya, yani Berlin Anlaşmasına razı ettiler.

İngiltere Krallığı tarafından “Batı Asya’nın anahtarı” olarak görülen Kıbrıs Adası, bu esnada, II. Abdülhamit tarafından gizli bir anlaşma ile, adeta bir jest olarak İngiltere’ye kiralandı!

Yılda 22 bin küsur filan altın karşılığı!

Zaman geçti..

Kıbrıs’ı bir Yunan Adası yapmak gibi bir hedefi olan EOKA, AKEL gibi örgütler, Osmanlı döneminden beri yaşayan Türk nüfusu üzerine sistematik katliamlara başladılar. 

Yunanistan’ın o zamanki diktatör yönetimlerinin desteğiyle bu eylemler Kıbrıslı Türkler açısından dayanılmaz hale geldi.

Ve Bülent Ecevit sahneye çıktı. 

Ortanın solunun, ender iktidarlarından birinde, Erbakan ile koalisyon hükümeti sırasında, artık vahşetin had safhaya çıktığı günlerde ‘Kıbrıs harekatı’ kararını aldı. 

1974 Temmuz’unda, kimsenin beklemediği bir anda, görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca, Cenevre’den harekatın şifre kodunu verdi. 
“Ayşe tatile çıksın!”

Benim ‘Mustafa abim’in de Tank subayı olduğu Türk Ordusu Kıbrıs’a çıktı!..

İki günde çetecileri Kıbrıs’ın bir ucuna doğru sürdü. Batıdan doğuya ortadan bir çizgi çizdi.

Madem eskisi gibi barış içinde bir arada yaşanamıyor. Artık bu tarafta Türkler, diğer tarafta Rumlar yaşayacak. Kan dökülmeyecek dedi!
Bu durumun güvencesi olarak da o çizgide nöbet tutmaya başladı.

 

İşte bu ‘20 Temmuz’, Kuzey Kıbrıs’ın özgürleştirilmesinin yıl dönümüdür!

Adada, Barış ve Özgürlük Bayramı’dır.

Bu bayramın müsebbibi Kıbrıslı Türk’ü, toplu mezarlardan, katliamlardan, cinayetlerden, ansız gece baskınlarında çoluk çocuk süngülenmekten kurtaran Bülent Ecevit’in uluslarararası baskılara karşı “gerçek anlamda dik duran” siyasi iradesidir.

Bizim iktidar ile, Tatar liderliğindeki -embedded- KKTC iktidarı, bu 20 Temmuz’da üstü açık bir tören aracından el sallayarak, barış ve özgürlüğün 47’inci yılını kutladı.

Kutlamalarda Erbakan’ın adı geçti. Onun o tarihteki yardımcısı Oğuzhan Asiltürk’ün bizzat kendisi adeta koltuklarına girilerek törene götürüldü. 

Hatta inanır mısınız, Kıbrıs’ı İngilizler’e peşkeş çeken II. Abdülhamit sitayişle anıldı..

Ama Bülent Ecevit’in adı bile geçmedi!

Neyi kutluyorsunuz?

II.Abdülhamit’in resmi iradesiyle kaybedilen, bir asır sonra Bülent Ecevit’in resmi iradesiyle geri kazanılan Barış ve Özgürlüğü!

Adülhamit’i güzellemelerle anıyorsunuz ama Ecevit’in adını geçirmiyorsunuz!

Hadi bizim reis’i anlarım. Onun tarzı uygun.

Ecevit ne de olsa “ortanın soluydu”

Tatar ve onun Kıbrıslı destekçilerine ne demeli?

… 

Kimseye birşey demiyorum!

Ben Mustafa abime soruyorum!

“Mustafa abi, sen o Temmuz güneşinin altında, Beş Parmak Dağlarında, Selvili Tepelerde, Temmuz güneşiyle kavrulan çelik tank zırhlarının içinde, bu Tatar ve adamları için mi gazi oldun allah aşkına?

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir