LOMBOZ 7 HAZİRAN PAZAR

 

Muhalefete dersler: Yarım cümleler, yanlış kelimeler!
İktidarın doğru yaptıkları mizahın konusu değildir. Onu halk değerlendirir. 

Mizah daima muhalefetten yanadır.  İktidarlar kızmasın! Bugün ona, yarın sana;)

O nedenle, muhalefetin, yani müttefiklerin dili ile ilgili birkaç hususun altını çizmek de bize düşer. 


İş, aile, eğitim ya da arkadaşlarımız arasında kullandığımız bazı cümle ve kelimeler aslında yarımdır.

Bu kelime ve cümlelerin, Jest ve mimiklerimize göre önleri ve arkaları vardır. 

Bazen farkında olarak, bazen de olmadan yarım bırakırız bunları. 

Örneğin kadının kocasına söylediği: “Aslı’lar televizyonlarını değiştirmiş!” cümlesi çoğu zaman yarımdır. Arkasında gömülü olarak “Bizimkisi de çok eski, biz de değiştirelim şunu artık!” cümlesi vardır.  Söylenmesine gerek yoktur. Muhatabı bunu anlar. 

“Oğlum, ayakkabını ters giymişsin!” sözü kullandığınız jeste göre bir naif uyarı olabileceği gibi bodozlama “Salak!” anlamına da gelebilir.
(Nasıl olursa nasıl olur, ufak bir idmanı size bırakıyorum!)

 

Siyasette de bu tür önü arkası olan ve muhalefet tarafından sıkça yanlış kullanılan kelimeler vardır. Örneğin:

Korkmuyoruz!: Sanki biraz cesaret göstergesi gibi sarfedilir ama yanlıştır!.. İnsanlara, aslında korkulacak bir şeyler olduğunu düşündürür ve onların cesaretini kırar. Önündeki cümle “Evet bunca donanımıza, örgütümüze rağmen bizim bile korkmamız gerekir. Korkutucu bir şey var! Hele siz, aman ha!..” cümlesidir.

Yerine kullanılması gereken önü arkası dolu bir cümle olmalıdır.
“Bizi korkutmaya çalışıyorlar ama asla böyle bir güçleri yok!” şeklinde olmalıdır.

Yandaşlarına ihaleler dağıttılar: Bu yarım değil yanlıştır. Çünkü tüm oy verenleri hedef alır. Oysa doğrusu “Seçilmiş yandaşlarına ihaleler dağıttılar!” olmalıdır. Bu durumda ihale almayan yandaşların bir kısmı da size hak verebilir. Örneğin “Patagonya’dan adam çıkmaz!” derseniz, tüm Patagonyalılar’ı karşınıza alırsınız. Oysa “Bir kaçı hariç Patagonya’dan adam çıkmaz!” derseniz tüm Patagonya size katılır. Çünkü herkez o ‘bir kaçı’nın içinde kendisinin de bulunduğunu düşünme eğilimindedir.

Teslim olmayacağız!: Bu da yine önünde cümleler olan bir cümledir. “Bizi teslim alacak güçleri var!” tescilidir. Ringe çıkan boksörün “Maçı kaybetmeyeceğim!” demesi gibi bir şeydir. Çünkü kazanmaya inançsızlığı gösterir. Burada doğru kullanım, “Bizi teslim alabilecekleri gibi bir inanca kapılmışlar!” şeklinde olmalıdır. Bunun devam cümlesi “aslında öyle bir güçleri yok!” cümlesidir..

 

Şimdilik burada keselim.. Bu konuda tartışılması gereken çok cümle ve kelime var..

Muhalefetin, söylemle ilgili bir komisyon oluşturması ve commentatörlerini eğitmesi şart!

 

Gönül Rızası Kriteri
Önce Sağlık Bakanı “hafta sonu serbest, yasak yok!” dedi. 

Sonra İçişleri Bakanı “hafta sonu serbest değil yasak var!” dedi. 

Ardından Cumhurbaşkanı twitt attı: 

“Gönlümüz razı gelmedi, hafta sonu yasak yok!” dedi.

Ardından bu cümle de bir miktar konuşuldu yazıldı..

Kimi “yeni kamu hukuku ilkesi olarak gönül rızası” dedi.  

Kimi “Bilimde yeni bir parametre olarak gönül rızası kriteri” dedi.
Olur muydu, yakışır mıydı, şuydu buydu!

Şaşırmaya gerek yok arkadaşlar!. 

Çünkü yasası var!

İnanmayan “Patron Haklı Yasası” olarak vaktiyle karikatürünü de çizdiğim, 3 No’lu KHK’nın 13. maddesine baksın.
Bu madde özetle diyor ki, “Kurumlar tarafından verilen kararlarda bir çakışma olur ise en son sözü Reiz söyler. Reiz’in dediği geçerlidir!” 

 

Şekil A’da, iki kurumun kararı çakıştı, Reiz’in dediği oldu!

Yasaysa yasa!

Konu kapanmıştır!

 

 

—–

İNÖNÜ’NÜN TORUNU ORTAK MI?

Hayatımda ilk bilgisayarı 1980’li yılların başlarında, Samsun’da arkadaşımın evinde görmüştüm..
Şimdi her ikisi de önemli birer tıp adamı olan Mustafa ve Kemal’in babaları rahmetli Mehmet Abi Haritacıydı. ‘Nivolar, miralar, nirengiler, poligonlar’, işi icabı o zamanlar kullanıldığı kadarıyla teknolojik aparatlara aşina, mahallenin en güzel abilerinden biriydi. Ne de güzel Ankara misket oynardı Mehmet abi!

Yazları bizi alır götürürdü.. Dağlarda, köylerde, arazi haritası nasıl yapılır. Hem para verir hem de öğretirdi.

Şimdilerde artık üç boyutlu dron modellerinden bilmemne capture programlarına aktarılarak çıkarılan arazi haritaları o zamanlar, dağ bayır dolaşarak, ‘mira’ denilen çubukları nivo denilen aletlerle okumaya, yeri göğü nirengilerle, gaz tenekesi boyunda beton bloklarla işaretlemeye dayanıyordu. Belki hala dünyanın bir bölümü böyle çalışıyordur. Bilmiyorum!

Mehmet abi, Samsun’da satılan belki de ilk bilgisayarlardan birini almıştı çocuklarına. 

Sanırım Commodore serisinden bir alet.
Acaba yanlış bir şey yaparsam patlar mı diye korkumdan dokunmaya bile çekinmiştim.

O zamanlar bilgisayar öyle ortalıkta sık görülen bir şey değildi. Bir süre sonra ikinci bilgisayarı, üniversite arkadaşım İlker’in evinde görmüştüm. Biyoloji okuyup yazılımcı-müzisyen olan aklı evvellerden.. Yıl 1982 ya da ne bileyim 1983..  

Bir Amiga A500 idi yanlış hatırlamıyorsam. İlker bana bir telefon rehberinin nasıl kodlandığını anlatmıştı uzun uzun..
Sihirli bir şey gibiydi o zamanlar.
Adamın isminin birkaç harfini yazıyorsun. Tık! Telefon numarası geliyor!

Sonra bilgisayarlar ucundan kenarından gazetelere girmeye başladı.
İlk Mac’i Hürriyet’e, dolayısıyla Türkiye’ye, bu işin duayeni Cafer Yarkent 1988 yılında  getirmişti. İlk kişisel bilgisayarı kullanmaya Hürriyet gazetesinde, 1990’larda o süreç içerisinde başladım. Macintosh programlarının eğitimini veren Kardeşim Selçuk da, ilk bilgisayar öğretmenim olmuştu.. 

Olayı bir türlü kavrayamayan bana:

“Yahu! şu klasörleri çekmece gibi düşün! İçlerine bişeyler koyuyorsun işte.. Mantık bu! Başka bişey yok!” diye sinirlendiğini hatırlıyorum.

Sonra, aynı zamanda benim yüksek lisans tez konum olan gazetelerin bu süreci ile ilgili “Kırmızı Oda” diye bir de kitap yazmıştım. Hala Amazon’da satışta.. O da ayrı bir hikaye..

1994-95 gibi ilk bilgisayarımı almıştım. Bir Mac. LC3..  Dursaydı eminim hala çalışıyor olurdu. Karım leğen ve mandal karşılığı bir eskiciye vermiş. Neredeyse oturup ağlamıştım.

Hele bir yazıcım vardı ki, “print!” dediğinde, içeride kağıda tecavüz ediliyor sanırdın. Akşam saat 10’dan sonra evde yazıcıyı çalıştırmam yasaktı. Konu komşu kapıya birikiyordu.
Yenisini alınca onu, çok isteyen kapıcıya vermiştim.. Bilgisayarı da yoktu.
Sormuştum: “Ne yapıyorsun olum printırla, bilgisayarın bile yok ki senin!”

“Hiç abi.. Orta sephanın üzerine koydum. Ööle seyrediyom!” demişti.

Düşünün daha Türkiye’de internet bile yok!.. İlk önce, kısaca BBS denilen “Bülten Board System” isimli iletişim platformları çıktı.. Telefon üzerinden, ne bileyim İzmir’deki bir kullanıcıya, mavi bir bilgisayar ekranında “Naber!” diyorsun.. O kadar..
Biz o kadar biliyoruz!..
Ama bilgisayar mühendisi Ali Akurgal, ta o zamanlar, bir yazılım yapıp,  İngiltere’ye 2 milyon dolara satmış!.. Üstelik internet de yok! Binanın üzerindeki çanaktan özel bağlantı ile göndermişler kodu..

Hem de maliyeyle ‘Hayali ihracat’tan başı derde giriyormuş neredeyse!
Şirket hesabına dışarıdan yüklü para girişi var!.
Fatura kesilmiş, iki milyon dolar kasaya girmiş.. Ortada ne giden mal var! Ne tır var, ne de kamyon!..
Faturada, malın nevi var. Birim yok!.. 

Maliye soruyor! Kaç kilo, kaç ton, kaç metre? Ne bu?

En sonunda ‘satılan kodu’, el kadar kayıt rulolarına yükleyip, bunu sattık diyerek ikna etmişler maliye müfettişlerini. Bir de tek tuşa bastırıp 300 dolarlık ihracat da onlara yaptırmışlar. İş tatlıya bağlanmış.

1’er metrelik iki ruloda metresi 1 milyon dolar. toplam 2 metre, 2 milyon dolar!..

Tamam şimdi oldu!.. Böyle olunca mevzuata uygun!

Geçtiğimiz ay Türk kökenli PEAK, bilgisayar oyunu firması, 2018’de Yine Türk oyun şirketi Gram Games’i de 250 Milyon dolara satın alan ABD’li Zynga firmasına, 1,8 Milyar dolara satıldı. Milyar dolar diyorum.. Dikkat!
Katar’lardan tırım tırım swap aranan bir kıtlık döneminde, otuz-kırk tane genç yazılımcıdan oluşan bir firmacık 1,8 Milyar dolar döviz sokacak ülkeye..

Öyle boru değil! Salgın afeti ile hükümetin “dağıttım” dediği para bunun yanında çerez parası bile sayılmıyor!

Adamlara teşekkür edip, “Minnettarız!” diye akşam balkonlarda alkışlatacağınıza, yandaş gazetelerde, manşet manşet İsmet İnönü’nün torununun şirketteki rolünü tartışıyorsunuz!

Öyle ya böyle gramla, avuçla, kantarla değil bilgiyle üretilen, hammaddesi beyin olan başarılı bir işin bir yerinde İnönü’nün isminin geçmesi gudikte rahatsızlık yaratıyor.
Sonuçta iki ayyaştan birinin torunu..
Olacak iş değil!

 


0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir