Mühim Hatıralarım 8 Mart 2020

Mühim Hatıralarım 8 Mart Pazar

Sevgili Günlük..

Sana en kalbi duygularımla yazıyorum.
Bu hafta yine bir gündem fırtınası esti. Çok koşuşturmalı, Rusya’ya gitmeli gelmeli çok yoğun bir hafta geçirdim.
Bu hafta da garib gurebaya otobüsten tek bir paket çay atamadım diyeyim, gerisini sen anla..
Putin ile görüşmek için Moskova’ya gitmem bazıları için problem oldu.
Neymiş efendim! Adam hem bizim 36 küsur askerimizi şehit etmiş, hem de biz onun ayağına gitmişiz. Dahası “Bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz!” demişiz.
Tabi ki Putin de bizim ayağımıza gelebilirdi..
Ama Moskova’ya bile uçmayacak isek biz bu ‘500 Milyon Sterling’lik vip donanımlı Boeing 747-8’i ne diye aldık.
Bu devasa makine hangarda mı çürüsün? Yazık değil mi bu devletin Sterling’ine? Biz bunları böyle ince düşünmezsek bu devlet batar be! Prestijden yakıt tasarrufu mu edeceğiz?
Batar dedim de Eeey Bay Kemal!  SSK’yı da senin bu uçağı hangarda çürütmeyi mübah sayan cehape zihniyyetin batırmadı mı?

Yanmasın İdlib Yıkılmasın Suriye, Kahrolmasın Esad!
Hadi bu muhalefet cenahını anladık da bizim ortağın uçmasına ne demeli?
Pir Sultan Abdal şiirinde ne demiş:
“şu ellerin taşı bana hiç değmez,
ille de dostun bir tek gülü yaralar beni”
Bay Kemal, “şu soruları Putin’e sor!” diye bir manzume hazırlamış. Bunun, benim nezdimde sinek vızıltısı kadar hükmü yok! Gerçi sonuçta sanki onun dedikleri husule geldi gibi bir şey oldu ama onu geçeyim!..
Bay Kemal neyse de, bizim ortak Putin için;  “Özür dilesin, tazminat ödesin!” diyor.. Yahu biz adamdan bırak tazminat almayı randevuyu zor aldık!

Meclise ring mi koyalım?
Güya Meclis’teki kavgayı ben başlatmışım. Yahu ben orada yokum ki kavga başlatayım.
Cehape sözcüsü bize vermiş veriştirmiş! Güya benim söylediklerimi bana iade etmiş. Bunun üzerine bizimkiler ofansif düşünüp toplu atağa geçmişler ama bir karşı atakla gol yemişler gibi bir durum olmuş. Garip bir tezahürün tecellisi ki tam bu esnada biz de Putin ile malum sözleşmeyi imzalamışız. Sanki bu konuşulmasın da meclisteki kavga gürültü konuşulsun istermişiz gibi bir hava yaratılmış olmuş..
Bizim çocuklardan biri, bu bana saydıran cehape’linin kafasına yaradana sığınıp bir yumruk aşk etmiş. Cehape’linin kafası şişmiş ama bizimkinin  de eli üç yerinden kırılmış.
Biz hudut dışında koskoca devler arasındaki savaşı kazanıyoruz,bir nevi Ankara’nın göbeğindeki savaşı kazanamıyoruz şeklinde bir görüntü ortaya çıkmış.  Yahu ben ne yapayım? Kick box eldiveni mi dağıtayım. Meclisin ortasına ring mi kurayım?
Savunmada gözlerim bizim Beşiktaşlı Alpay’ı aradı, göremedi..  Biz bu çocuğu boşuna mı milletvekili yaptık diye düşünmedim değil!

Yine prompter kazası

Bu prompter olayı başıma çok büyük bir iş açacak. Aha da şuraya yazıyorum. Hafta içi, bir kapalı toplantıda partililere hitabettim.
Çok afedersiniz haysiyetsizin biri ‘prompter’daki yazıyı değiştirmiş. Artık kasıt var mı bilemem. (Bu belki de bir Fetö’cü ya da bir Gezi çapulcusu olabilir! Bilemem!)Yarım saat İdlib yerine memleketin cennet köşesi Hatay’ın turizminden bahsettim. .. Allahtan yine kendim farkettim. Kimse bir şey anlamadan İdlib’e atladım! Katil Esed, mesed diye konuşmayı bağladım.

Tam Rusya’dan geldik. Bizim damat filan.. Bu bizim Fahrettin, Yani bizim Sağlık Bakanı; “ Yurt dışına çıkıp gelenler lütfen kendilerini ondört gün evde izole etsinler.. Lütfen rica ediyorum!” diye bir beyanatta bulunmuş. Huylandım tabi. Aradım! “Beni mi kasdediyorsun Fahrettin? Ne iştir?” dedim.
“Aman efendim!” size virüs bulaşmaz dolayısıyla siz taşıyıcı olamazsınız.. Siz efsunlusunuz! Sizi kasteder miyim!. Hafazanallah!” diye cevap verdi.  Şimdilik vazifesine devam etmesine izin verdim. Şimdi kabine değiştirmenin sırası değil.

Barış mı savaş mı?

Bir husus var ki, beni en az hareket halindeki otobüsün kapısından vatandaşa çay atıp, hedefi tutturmak kadar rahatlatıyor!  Onu söyleyeceğim. Ama mevzu bahis olmuşken şu hadiseden de biraz söz edeyim.
Açıkçası bu konuda bir eğitim almadım. Yani bu bir yetenek. Hareket halindeki otobüsün kapısı açık. Az ileride vatandaşı görüyorsun. Belli bir hız da var tabiyatıyla.. Otobüs daha o noktaya gelmeden öyle bir anda çayı fırlatmalısın ki paket tam vatandaşın kucağına düşsün.. Araştırdım! Bunu dünyada benden iyi yapan lider yok!.. Bizim oğlanın okçuluk yeteneği de benim bu meziyetimden geçmiş belli ki..

Toplantıda da bu hususiyetimi ifade ettim!. Bizim ‘kara gözlük’ : “İyi de bunu sizden başka yapar lider yok ki daha iyisi olsun!” diye cevap verdi!..
Hemen kol mesafemdeki sandalyede oturuyor!.
Ters baktım! “Övüyor musun, gömüyor musun İbrahim?” diye çıkıştım!
Bu bir gerildi sandalyesinde: “Efendim, haşa huzurdan sizi gömmek bir yana övmek dahi bu gafil beşerin haddine değildir! Biz kimiz ki ‘övmek’ fiiline selahiyettar olalım! Sizi övmek dahi sizin bir level üzerinizde bir ilmiyatın rahle-i tedrisinden geçmiş olmayı icabettirir! Soruyorum! Yeryüzünde, o zaviyede bir rahle-i tedrisat var mıdır?” diye cevap verdi!
“Bana mı soruyorsun?” diyebildim! Başkaca da bir şey diyemedim!
Bu çocuğun, işte bu kıvrak yeteneğine ve belagatına bayılıyorum.. İngilizcesi de üzerine buhur katıyor..

Ha! Neymiş bir de? Bu tutuklanan gazetecileri neden gündüz gözüyle değil de gecenin saat dördünde tutukluyormuş polisler! Adam kaçıyor muymuş? İnsan haklarına aykırıymış!
Peki neden olaya tek taraflı bakıyorsunuz?
Ben şimdi şunu soruyorum! Tutuklayanın canı yok mu?
Bu gazeteci efendi gecenin 4’ünde tutuklanınca, uykusuz kalıyor da, tutuklamak için o saatte gelen dört kişi uykusuz kalmıyor mu?
Onları neden kimse düşünmüyor? Hadisede mütekabiliyet prensibine göre bir mesele yok! Öteki uykusuz kalıyorsa beriki de uykusuz kalıyor.
Hem bu şahıs tutuklanınca tutukevinde buna makrome mi ördürecekler? Yapacak işi mi var? Uyusun işte bol bol!.

 

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir