LOMBOZ 20 HAZİRAN 2021 PAZAR

Yargıdan rol çalmak

Aradan iki gün geçti.

Sakin sakin konuşalım.
Ama önce bir fıkra:

Temel, elinde kanlı bıçakla suçüstü yakalanmış.

Ayrıca, cinayeti nasıl işlediğini güzel güzel itiraf etmiş. 

Mahkemeye çıkarılmış, aynı itirafları tekrarlamış.

Hakim sormuş: “Neden öldürdün?”

Temel cevap vermiş “Avukatımı istiyrum!”

Hakim sinirlenmiş: “Yahu her şeyi tek tek itiraf ettin, imzaladın, suç aletin, parmak izlerin, görgü tanıkların, kriminal raporlar ortada, avukatın ne diyecek?”

Temel cevap vermiş: “İşte ben de onu merak ediyrum!”

Devamını Oku

LOMBOZ 18 Haziran 2021 Cuma

Erdoğan neden “Hamdolsun” dedi?

Gönül rahatlığı ile cevap veriyorum:

Çünkü göz hizasında ‘prompter’ yoktu!

Devamını Oku

Lomboz 13 Haziran 2021 PAZAR

 

 

Dokuz Sekizlik Hüzün

Müzikli eğlence yerleri iki yıla yakın bir zamandır kapalı olunca o müzikli mekanlarda çalışan müzisyenlerin dayanacak gücü kalmadı.

Çeşitli kanallardan yardım çabaları var ama her noktaya ulaşması ne mümkün?

Dün öğlene doğru sitenin önüne bir “gırnatacı takımı” geldi.
Belli ki “onlar bize gelemiyor, biz onlara gidelim” diye düşünmüşler.

Öyle de güzel geliyor nağmeler pencereden…

Baktım hepsi sahnedeymişcesine ciddi, bir grup müzisyen. 


Evim dokuzuncu katta.  Devamını Oku

LOMBOZ 11 Haziran 2021 Cuma

Şehir merkezindeki ağaca yıldırım düşer mi?

Kütahya’da Sağlıklı Yaşam Parkı’nda bir ağaca yıldırım düşüyor.

Yağmurdan ağacın altına sığınan Osman Alper Çanak isimli vatandaş ağır yaralanıyor. 

Bekçiler tarafından hastaneye kaldırılan Çanak’ın durumu ciddi.


Tüh, vah!.. Şans, talih, kader, kısmet bir yana..

Resmin diğer tarafına bakalım!

Şehir merkezinde bir ağaca yıldırım düşer mi?

Düşerse bunun yarattığı can kaybından kim sorumludur?

Devamını Oku

LOMBOZ 4 HAZİRAN 2021 CUMA

Dolar neden hep yükseliyor?

Döviz, damat konuşunca zıplıyordu.

Damat gitti! Nöbeti kayınpeder devraldı.

Şimdi “Ben ekonomistim!” diyen Reis konuşunca zıplıyor!

Ancak bunlar zıplama! 

Zıplamaların nedeni ortada ve onları anlamak da kolay!

Bizim asıl konumuz bu zıplamalar dışındaki rutin yükselme.

Döviz bu ülkede neden düzenli ve istikrarlı olarak yükseliyor?

Dış güçler mi? 

İçimizdeki Fransızlar mı?

Üst akıl mı?
Alt akıl mı?
Yoksa ekonomiyi yönetme tarzı mı?

… 

Bir örnekle ele alalım. Siz karar verin.

Misal;

Denizli, Pamukkale’nin Güzelpınarlı köyü.
Bu bölge Türkiye’nin kekik ihracatının %86’sını gerçekleştiriyor. 

Ülkeye kendi ölçüsünde döviz getiriyor.

Ama gel gör ki Aydın-Denizli otobanına mıcır üretmek amacıyla, otobana yakın diye bu bölgeye taş ocağı kurulmuş.

Köylü toz içinde kalan ürününü, artık tüccara satamadığını, ihraç edemediğini söylüyor.
Taş ocağına itiraz ediyor, isyan ediyor, eylem yapıyor, ekmek parası diyor, döviz diyor, memleket ekonomisi diyor ama dinletemiyor. 


Tesisin etrafını saran köylünün baskısı ile birkaç saat üretim durdurulsa da köylüler gidince mıcır üretimi tekrar kaldığı yerden devam ediyor, güzelim kekiklerin üzerini tozla kapatıyor.

Şimdi gördüğünüz üzre, ortada iki tip üretici var.
Biri kekik üretip ihraç ederek ülkeye döviz kazandıran yani ‘döviz pozitif’ üretici,

Diğeri yap işlet devret modeli yol yapmak üzere mıcır üreten, döviz üzerinden garantili ödeme alan, ‘döviz negatif’ üretici.

Birincisi döviz üretiyor, ikincisi döviz tüketiyor!

Siz hükümet olarak, bu örnekte olduğu gibi bu soruna makul bir çözüm bulmak bir yana, doğrudan döviz tüketeni desteklerseniz rezervinizdeki döviz azalıyor. 

Eşyanın tabiatı icabı döviz yükseliyor.

Kekik üreten Hatçe teyze “ben ekonomistim!” demese de meseleyi çözmüş.

Diyor ki: “Yavrım, kekik tozlanırsa yurtdışına kekik nası satcen? E, kekik satamazsen doların olmaz. Doların olmaance de dövizi yüğsek pareynen alırsın?

 

Eski Türkiye de yok yeni de!

“Eski Türkiye-yeni Türkiye tanımlamaları, Atatürk Cumhuriyetini yok etmeye çalışanların jargonu.

Bu tanımlamayı sürekli kullanarak, kullandırarak hedefledikleri dönüşümün zihinlerde oturmasını sağlamaya çalışıyorlar.

Maşallah, bu tuzağa düşmeyen de parmakla sayılacak kadar az.

 

Oysa eski Türkiye, yeni Türkiye diye birşey yok!
19 yıldır zorlanan, sistemiyle oynanan, dönüştürülmeye çalışılan ancak bir türlü kazanılamayan bir bilek güreşi var.

Eski Türkiye yok!

2002 öncesi Türkiye var.

Eski Türkiye yok!

Önemli Sorunları olsa da bugünkü kadar hukuk dışına asla çıkılmamış bir Türkiye var.

Eski Türkiye yok!

Yetersiz olsa da kanun yapma yetkisini kaybetmemiş, göstermelik hale gelmemiş bir meclisi olan Türkiye var.

İddia ile söylüyorum, bu ülkede, hayali kurulan böyle bir dönüşüme, şiddetle karşı olan toplumun en az yüzde doksanlık bir çoğunluğu var.

Görmeye yüreğiniz yetiyorsa Cumhuriyet’i ve Atatürk’ü oylatın! 

“Yeni Türkiye” diye beyinlere kazınmaya çalışılan şey, yıpranmış, yaralanmış, üretimi bitirilmiş, fabrikaları satılmış, dış borcu ayyuka çıkarılmış, seçilmiş kişileri zenginleştirilmiş, kalanı fakirleştirilmiş,  asgari ücreti bile açlık sınırının altında kalmış, kamu kurumlarından özel sektörüne tel tel dökülen bir Türkiye.

Böyle yeni mi olur?

Bunun neresi yeni?

 

Bilmediğimiz neler var neler?..

Anlaşıldı ki; Sedat Peker ne kadar yıpratırsa yıpratsın, Erdoğan, kendi atadığı bir memur olmasına rağmen Soylu’yu görevden alamaz! 

Tıpkı Soylu’nun da kendi memuru pozisyonundaki İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısını görevden alamayacağı gibi.

Belli ki sistemde ‘girift’ bir ilişki modeli var.
Masa altında ayaklar birbirine öylesine dolanmış ki iğneyi batıracağın bacağı seçmek kolay değil!

Sadece Peker mi önüne geleni tehdit ediyor?

Emniyet Müdür Yardımcısı “Alsınlar da görelim!” diyerek bu yetkiye sahip olan İçişleri Bakanı Soylu’yu tehdit ettiği gün gibi aşikar.
Soylu da, arkasında durulmasını beklediği sessizlik günlerinde “Azdan az, çoktan çok gider!” cümlesini seni beni kastederek kurmuyor! 

‘Gider’ ihtimali, Soylu’dan daha çok olan kim var? 

En üstten başlayarak bir sayın bakalım!

Resme bir de tersinden bakın!

Aksak, eksik de olsa İslam toplumlarının hiç birinin beceremediği bir noktaya erişmiş, gelişmekte olan bir Laik Cumhuriyetimiz ve onu bir sultanlığa dönüştürmek isteyen, bu yolda önüne gelenle “muta nikahı” kıymaktan çekinmeyen bir yönetimimiz var.

-Bu Cumhuriyeti önce; tam Anayasa’yı toptan değiştirme gücünü; yani 400 Milletvekili sayısını elde etmek üzere olan HDP ile AKP arasındaki anlaşmayı bozarak “Apo kurtardı!”

-Sonra; tam devleti ele geçirmişken; Hatta askeri komuta gücünü bile tamamen ele geçirmeye bir ay kalmışken; misketlerin hepsi benim olsun diye ortaklığı bozan Fetö kurtardı.

Şimdi de koenzim etkisi ile “içine çökme” reaksiyonunu hızlandırmakta olan “Mafya eskisi Peker” kurtaracak!

Şu allahın işine bakar mısınız? 

 

Tramvaydan atlayan atlayana

Önceki hafta yazmıştık.  Meşhur Demokrasi Tramvayı raydan çıktı.  Haliyle elektrik hattıyla bağlantısı kesildi.  Kontrol bitti. İnilecek son istasyona gitmek şöyle dursun,  yokuş aşağı ve vatman yönetimi olmaksızın gittikçe hızlanarak denize doğru gidiyor.

Tramvayın çinde kimler kaldı?

Daha önce ara istasyonlarda inenler, camdan, kapıdan bizzat içeridekiler tarafından atılanlar ve ara ara pencerelerden atlamış, olanlar dışında herkes!

Son günlerde tramvay denize ulaşmadan atlama eğiliminde olanların sayısında artış var.

Şimdilik atlayanlar bir miktar kafa-göz patlatarak hayatta kalıyor.

Ancak bir süre sonra hız artık atlanamayacak kadar arttığında tramvay, içindekilerle birlikte denize çakılacak. 

Geriye, çarpmanın etkisi ile yerinden kopup sahile vuran “demokrasi tramvayı” yazılı bir tabela kalacak.

Kahin değiliz ya, bunu nereden mi biliyoruz?

Çünkü bir zamanlar bu tramvayın tabelası dışında aynısını, ama aynısının denize düşüşünü canlı canlı izlemiştik.

 

 

Bir soru 

Bir ülkede asgari ücret açlık sınırının altında kalırsa bundan en fazla kimin utanması gerekir?

  1. a) Asgari ücrette eleman çalıştıranların
  2. b) Aynı anda üç-dört devlet kurumundan maaş alarak çalışanların
  3. c) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
  4. d) Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin
  5. e) Kaderin

Evvet doğru bildiniz! Doğru cevap ‘e’ şıkkı, Yeni Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine göre ‘Kaderin’ utanması gerekir.

Diğer şıklardan birini işaretlemek kadere ve kazaya itikad etmemek anlamına gelir ki, öteki dünyada huriler bu bedhahlara, zinhar göbişten cıbız aldırmaz.

Lomboz 30 Mayıs 2021 Pazar

 

Meral Akşener nasıl büyüyor?

Yeni kurulmuş bir partiyi %20 lere doğru giden oy oranları ile konuşulur hale getirmek kolay değil.

Bunu İyi Parti’siyle, yakın çevresindekilerin yanında CHP’lilerin de desteğiyle Meral Akşener başardı.

Elbette evini basmaya kadar varan saldırılar, Meydanlarda, salonlarda yapılan engellemeler, yüklenmeler, rakipleri tarafından hesapsızca yapılan ön kesmeler onun yükselen bir çizgiye oturmasına yardım etti.


Ama Meral Akşener’i asıl büyüten bunlar değil.
Bunlar aynı mahallede yer alan Deva ve Gelecek Partisine de yapılıyor. Ama onları böyle büyütmüyor!

Akşener’i asıl büyüten, samimiyetle yansıtmayı sürdürdüğü iki duygu var. 

Vefa ve vicdan duygusu. 


2018 seçimlerinde, oluşturulan suni YSK setini aşabilmesi için İyi Parti’ye geçen 15 “emanet” CHP milletvekiline ve bu yolu açan Kılıçdaroğlu’na, şükran duygularını ve bu yaptığının demokrasi tarihi açısından ne kadar önemli olduğunu her fırsatta belirtmesi vefasını;
İttifak konusunda kararlı duruşu ve tüm kışkırtmalara rağmen bu duruşunu bozmaması da vicdanını ortaya koyuyor.

Sürekli yoğun ateş altında tutulan Millet İttifakı için her fırsatta:

“Net olarak söyleyeyim.  Ben Meral Akşener olarak bu birlikteliğe zarar verecek, egosantrik bir adım atmayacağıma, şahsi bir hedefe, kendime dair bir projeye yönelik girişimde bulunmayacağına, milletim önünde söz veriyorum!” diyor.

İşte Cumhur İttifakı’nı umutsuzluğa düşürüp kızdıran, ancak o ittifakın seçmenlerinin önemli bir bölümünün yüreğine işleyen ve Akşener’i büyüten samimiyet bu.

Her şey engellenebiliyor ama bu yürekten yüreği iletişim engellenemiyor.

Bu ‘samimi duygu yansıması’ sürerse, Meral Akşener’in partisinin ilk seçimde merkez sağın en büyük partisi haline gelmesi kimseyi şaşırtmasın.
Bu milletin kahir ekseriyesi, vicdanlı, vefalı ve samimi insana hastadır.

 

Çökertme, Çökme 

Son birkaç yılın ticaret ve siyaset jargonuna “Donk!” diye oturan vahşi bir kelime “çökme”. 

Benzetmek gibi olmasın, Osmanlı’nın küffar diyarlara eylediği seferlerde, şehrin muhasarası ve zaptının ardından, karargahın izniyle askerin şehre salınması ve ortaya çıkan peşrevsiz ganimet yağmalamaları gibi bir hadise.

Bu yaklaşım ‘15 Temmuz’un ardından başladı…
Çökme vakaları sadece yurtdışına kaçan Fetö’cülerin mallarına el koymakla sınırlı kalmadı. Zaman içinde, içine suç çetelerinin de karıştığı bir yağma metodu haline geldi.
Şiddetli korkut; bırakıp kaçmasını sağla; ve el koy!
Görülüyor ki iktidara yakın duran kötü niyetli yapılar, aracı olarak bu suç çetelerini kullanarak sadece Fetö’cülere değil, Fetö ile ilişkisi olmayan varlıklı ama korunmasız bazı kişilere de çelik uçlu sivri kancalarını atmışlar.
Sedat Peker’in açıklamaları, sağda solda dedikoduları yapılan benzeri hadiselerle, şehir efsaneleri ile birebir örtüşüyor.


Adli kayıtlardaki bilgilere göre Türkiye genelindeki ‘ulusal, bölgesel ve yerel’ organize suç örgütlerinin toplam sayısı 881. 

Bunların eleman sayılarının toplamı ise 13 bin 691. 

Beş-on adamı olanlardan, ikişer, üçer yüz adamları olanlara kadar çeşitli ebatlarda mafyatik örgütlenme var. 

Yani bu yapıları ortalama 150 çalışanlı bir holding gibi düşünün.
Ceo’ları, operasyon müdürleri, muhasebe elemanları, getir götürcüleri, tetikçileri..
13 bin 691 eleman taş yemiyor. 

Maaşları, masrafları var.
Sürekli bir akar lazım!

Bu 881 suç örgütünün hepsi kaçak sigara işi yapmıyor.

Önemli bir kısmı ya birilerini tehdit etme ya da tehdit alan birilerini koruma faaliyetinde bulunuyor.
Gözüne kestirdiğinin parasına malına çöküyor!
Hatta bir suç örgütünün başka bir suç örgütüne çökmesinin örnekleri var.

Peki suç örgütleri ve o örgütlerin adamı olmak neden bu kadar revaçta?

Yanıtı imam cemaat darbımeselinde yatıyor.


Örneğin; ‘Varlık Fonu’ bütçe fazlası veren ülkelerin, bu fazla parayı yönetmeleri için icat ettikleri bir uygulama.

Bu ülkede, bütçe açık verdiği halde, yani yönetilecek fazla parası olmadığı halde ‘Varlık Fonu’ denilen havuz neden kuruldu?

Türkiye’nin en karlı, en büyük kurumları, özel yasayla sayıştayın denetleyemediği, bu kontrolsüz yapının içerisine neden dolduruldu? 

Bu kurumun başına neden Cumhurbaşkanı kendi kendini ve damadını atadı?

Çoğu Cumhuriyet’in yarı yaşında ve bu güne kadar hep kar açıklayan bu dev şirketler bir iki yılda nasıl zararlara gark oldu?

Güç; çevresine çok kuvvetli ve renkli bir ışık yayar.
Bu ışık, rengini en yakınından en uzağındakine kadar etrafındaki herkesin yüzüne yansıtır.
Gücün ışığının rengi kırmızıysa en yakındakiler kızıla keser. Uzaktakiler ise pembeye..
İnsanlar değişmez.
Güç değiştikçe, ışığın rengi değişir!

 

Üzgünüm yine petrol ve doğalgaz bulduk!

Nasıl bir korelasyon kuruluyorsa; her yeni “petrol bulduk!” müjdesinden sonra benzine ve mazota; her yeni “doğalgaz bulduk!” müjdesinden sonra da doğalgaza zam geldi.


Karadeniz’de doğalgaz bulunmasından bu yana doğalgaz’a 4 kez zamlandı. 

Resmi Enflasyon %30 iken doğalgaza %50’ye yakın zam geldi.


Her bulduğunuzda zamlanacaksa bulmayın şunları kardeşim!

İstemezük!

 

 

 

Her şey de kötü değil

AKP ileri gelenlerinin çocuklarının neredeyse tamamı finans, ticaret ve yönetim virtüözü.
Kimisi onlarca gemi sahibi, kimisinin tır filoları var.
Kimisi büyük şirketlerin yönetim kurullarında.
Kimisi “eski” Türkiye devam etse önünden bile geçemeyecekleri baba holdinglerin hissedarı.
Kimi hayatında tıraş makinesi bile alamayacakken “yeni” Türkiye’de üçer beşer para sayma makinesi istifledi.
Nasıl bir koleksiyon merakı ise.

İyi ki AKP iktidara geldi.
Yoksa memleketin bu dahi beyinleri karambolde yitip gideceklerdi..

 

ikinci iş Arıyorum

Dolgun maaşlı, yurtdışı seyahat primli, özel araç tahsisli, tüm vergi ve harçları işveren kurum tarafından yüklenilecek, yılda 4 kez ikramiye uygulamalı, minimum 75 bin TL net maaşlı, yönetim kurulu üyeliği benzeri, yerli ve milli ikinci, iş arıyorum.
Maaşın TL üzerinden ödenmesi konusunda hassasım. Dolar ile maaş kabul edilmez.

“Beyhude çaba” dediğinizi işitir gibiyim.
Özellikle bu maaş konusundaki hassasiyetimin işe yarayacağı konusunda umutluyum.
Ben ilanımı yazıp ortaya atayım da balık bilmezse halik bilir! 

 

Hep bir örtü var

Masal dinlemeye ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ ile başlamıştık.
Türbanlı Bacı hikayeleri ile devam ettik,
Örtülü ödenek ile Kanlıçay tesislerinde çay ve ihtiyaç molası verdik.
Suç örgütünden on bin dolar gizli maaş ile yola devam ediyoruz.
Ne masalmış be!
Uykulara doyamadık!

 

 

 

 

Önerme
Önerme: kabul edilmesi dileğiyle ortaya sürülen düşünce, görüş, öneri.. 

Bir yanda “Her şey çok güzel olacak!” diyenler;

Diğer yanda “Bu birşey değil, daha neler olacak neler!” diyenler.


Karşı iki ittifakın, aslında ruh halini yansıtan, iki önerme!

Sandık ortaya konulduğunda vatandaş bu iki önermeden birini tercih edecek!

Birine gel, birine git! diyecek..
Toplumun en iyi ilacı sandıktır!


 

LOMBOZ 28 MAYIS 2021 CUMA

 

 

Kadınlara: C Planı

Turgut Özal “Anayasa’yı bir kere delmekle birşey olmaz!” demişti.

Ama o yol bir kere açılınca “Birşey oldu!”

Bir kereyi kim kaybetmiş? Anayasa’nın kevgire dönmüş haline bile razı olduk.

Maatteessüf ortalıkta Anayasa, babayasa kalmadı!

Şimdi taze Aile Bakanımız Derya Yanık; patenti Turgut Özal’a ait “bir kereden birşey olmaz!” mealinde bir yaklaşım ile

“Pandemi döneminde kadına şiddetin artışının ‘tolere edilebilir’ düzeyde” olduğunu söylüyor. Sonra da, “Ben o sözü İstatistiki manada söyledim!” diye açıklama getiriyor.

Bu sözleri, vurduğu yerden toz çıkartan, Habertürk fatihi, erkeklerin erkeği “İçişleri Bakanımız”dan duysak neyse!

Hem Türkiye’deki ailelerin yediemini, baş koruyucusu, hem lisans diplomasına sahip bir hukukçu hem de bir kadın aile bakanının ağzından işitiyoruz!

Nezaketsizlik olmasın diye, “Sayın bakanım, siz hayatınızda bir kerecik, hani o küçücük kız çocuğunun önünde, gece yarısı caddenin ortasında çığlık çığlığa dövülen kadın misali, ‘tolere edilebilir’ bir erkek şiddetine maruz kaldınız mı?” diye soramıyorum!

Bu durumda, kadınlara ‘C Planı’nı öneriyorum:

“Derhal son bilezik satılacak. Kocadan gizli karate kursuna başlanacak! 

Siyah Kuşak, 10’uncu Dan’a gelene kadar da herif haberdar edilmeyecek!”

Sonrası…  

Artık öğrense de kendi bilir!

 

Venezüela Peyniri soruşturma tutanaklarından

-Rafet efendi! Şu Venezuela’dan peynir olayı için soruşturacağımız kişiyi içeri alın!

-Aldık efendim. İşte bu arkadaş!..

-Otur!..  Kimsin sen?

-Haldun!

-Haldun… Haldun… (dosyaları karıştırır..)

Bu “ib.. Haldun” dedikleri sen misin yoksa?

-Yok efenim estağf… 

-E, hep öyle diyorlar ya! Meşhur!..

-Ha!.. O İbni Haldun efendim! Yani Haldun’un oğlu, ‘ibn’ manasında.

-Haldun sensin!  Oğlun mu ib..?

-Yok efendim, oğlum ib.. değil.. İbni: oğlu demek diyorum…

-Haldun, ib.. oğlu ib.. mi?

-Yok canım abim!.. Haldun niye afedersiniz ib.. olsun, oğlu niye ib.. olsun durduk yerde? Töbe töbe!..

-Kim ib.. o zaman kardeşim?! İb.. nereden çıktı? Sen Haldun değil misin?

-Güzel abim!. Herşeyi bi unut! Baştan alalım. Ben Haldun.. İb.. mib.. yok!

-Abim deyip durma bana!.. Savcı Bey de!.. Efendim de!

Neyse! Şu Venezuela işine geçelim! Soyadın ne?

-Hoppaa!..

-Anlamadım!.. Soyadın?

-Şey, efendim! Bu durumda onu söylemesem!..

-Bu durumda derken?

-Soyadımı diyorum efenim!.. Söylememe hakkım varsa onu kullanmak istiyorum!
-Olum! Soyadını söylesene yav!.. NE DEMEK SÖYLEMEME HAKKI! ÇILDIRTMAYIN ADAMI! PİTBULLAŞTIRMAYIN LAN BENİ! (masadaki bişeyleri sağa sola atar..)
-Eee, şey.. Peki!. Soyadım Donsuz efendim!

-Kim Donsuz?
-Soyadım Donsuz efendim.. ‘Don’u yok manasında yani!

-(Aşağıya doğru bakarak) Donsuz!? 

-Yok efendim, öyle değil! Baba tarafım İspanyol seferadlarından. Vaktiyle oradan gelmişler. Don orada ünvan demek ya.. O manada.. Ünvanı yok yani..

-İspanyollar mı donsuz?

-Hayır efendim! İspanyollar niye donsuz olsun? 

-Sen diyorsun ya işte donsuz diye!.. Demiyor mu Rafet efendi? Ben mi yanlış anlıyorum!

-…

-Efendim, Don Pedro Ramirez gibi mesela. Burada Don papaz filan demek!..
-Papaz?!.. Neyse şu Marsilya peyniri meselesine gelelim.. 

İsim Haldun Donsuz du değil mi? 

 

Bir bakan nasıl ceza alır?

Bildiğiniz gibi yeni sistemimize göre bakanlar artık milletvekili değil.
Bakanlar, Cumhurbaşkanının bizzat atadığı, istediği zaman da görevden aldığı Cumhurbaşkanlığı memurları.
Tıpkı Cumhurbaşkanı yardımcıları gibi.

Bu nedenle kendileri hakkında mecliste fezleke filan hazırlanamıyor.

O halde yeni sistemde, mevcut yasaya göre bir bakan, yaptığı kanunsuz bir işten dolayı, misal kendi firmasından, kendi bakanlığına, piyasa fiyatının üzerinde dezenfektan sattığı faturalarla belgelenmiş ise nasıl ceza alır?

Hiç bir şekilde almaz!

Allah allah!.. Nasıl mı olur?

Adım adım anlatalım.
Önce mecliste bir araştırma önergesi verilerek eğilim yoklanır.

“Tamam, araştıralım bakalım” denilse de yetmez!

301 milletvekili oyu ile soruşturma önergesi verilir. 

Tamam soruşturalım denilse de yetmez!

360 milletvekili oyu ile soruşturmaya karar verilir. Soruşturma komisyonu kurulur.

Komisyon suçlu bulsa da yetmez!

400 milletvekili onayı ile bakan mahkemeye verilir. 

Mahkemeye verilse de yetmez!

Anayasa Mahkemesi üyeleri yapılan “Yüce Divan yargılaması” sonucu bakanı suçlu bulması gerekir.

Anayasa mahkemesi suçlu bulsa da yetmez!

Nasıl yetmez yahu? İşte Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan filan?

Yeni sistemimize göre, Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar ömür boyu dokunulmazlığa sahip. O zırhı bir kez kuşandın mı mübarek, adeta derine yapışıyor.
Evde eşini, mahallede komşunu dövsen cezası yok!

Anladık mı şimdi İçişleri Bakanı’nın:“hadi, savcılar soruştursunlar beni” diye rahat rahat, gerine gerine yol vermesinin esbabı mucibesini?

Peki o halde yukarıdaki 300, 500, komisyon, önerge tiyatrosu niye?

Valla onu değil ben, o yasayı yazan hukukçular bile izah edemiyor!

 

Duruş

Sedat Peker’in görüntülü telefon ile konuştuğu dostlarının kendine özgü duruşu sosyal medyada çok kişinin dikkatine mazhar oldu.

Ben konuyu araştırdım ve bunun bir “Selam Reis! Ne kadar samimiyiz değil mi?” deme şekli olduğuna kanaat getirdim. 

Yine de meseleyi diğer telefon görüşme kayıtlarında istatistiki olarak netleştiririz. 

Belli ki nasılsa daha çok kayıt izleyeceğiz.

 

Pamuk tıkama

Sanayideki bir arkadaşın morgda tanıdığı varmış.
Bu ara o kadar vefat eden olmuş ki; “Artık mevtalara pamuk tıkama yerine silikon tabancası ile silikon basıyoruz!” demiş. 

Buna inanamadım.

Arkadaş bunu anlatınca oradan bir Karadenizli kaporta ustası atıldı:

“Ula!” dedi “Ha bu inşaat şirketlerine iş yaratmak için bi kararnamelan mabadımıza C30 peton da töktürür bunlar. Bu aralar mümkün olduğu kadar ölmemeye gayret edin, benden söylemesi!”

 

Cevabını bulamadığım sorular!

 

Bir ülkede, bütün devlet ihalelerinin neredeyse tamamına yakını 5 şirket arasında dönüp dururken ihale yasası, tek bir iktidar boyunca neden 192 kere değiştirilir?

Sonuçta atla deve değil. Ortada yapılacak bir iş var, iki tane de şık var.

-Birisi bu işi ya yap-işlet-devret usulü yapacak; 

-Ya da devletten parasını alarak yapacak.


Bu devlet, ilk defa bu iktidar zamanında ihale vermediğine göre bunun mevcut bir usulü, bir yasası vardı.
Diyelim ki bazı yerleri size uymadı. Üç beş yerini değiştirdiniz, eklediniz, attınız, tuttunuz!

“192 ne abi ya?” 

İktidar sürecinde; yarısı, Kalyon, Kolin, Cengiz, Makyol, Özgün Yapı’ya verilmiş olmak  üzere, ilk yirmi şirkete verilen ihale sayısı 150, hadi son bir yılda verilenlerle birlikte 160 olsun!

Ufak tefekleri saymazsak 160 ihale, 192 değişiklik!

Anlamadım!

Her ihaleye özel bir yasa mı çıkarılıyor?

Lomboz 23 Mayıs 2021 PAZAR

 

Ben birşey anlamadım!

İlhan Selçuk ustanın dediği gibi “İnanç tartışılmaz, fikir tartışılır.

İnanç, adı üstünde inançtır! İsteyen istediğine inanır!”

 

Devamını Oku

LOMBOZ 21 Mayıs CUMA 2021

Polisten donla kim kaçar?

Pandemi kısıtlama kurallarının kendi içindeki çelişki ve saçmalıkları, ister istemez uygulamalara da yansıdı.
Kimi trajik, kimi komik, kimi de trajikomik bir çok olay yaşandı ki alt alta dizsen roman olur!

En komik enstantaneler, turiste serbest Türkler’e yasak olan ‘denize girme’ olayında sahnelendi.
Polisi görünce, açılıp saatlerce sudan çıkmayan ve boğulma tehlikesi geçirip ambülansla hastaneye kaldırılanlardan, kurbağa yüzüşü ile elbiselerinden uzağa yanlayarak, dipten dipten karaya vasıl olmaya çalışanlara kadar; kara ponçik gözleri ve paçalı donuyla, hollandalı turistlerin arasında kaybolmaya çalışanlardan, “Abi valla ben denize düştüm.. Yüzmüyordum!” diye yemin edenlere kadar, neler görmedik!

“İyi de madem düştün, niye donlasın hemşerim, elbiseler iskelede ve kuru?”

“İşte polis abi, ben de onu tam çözemedim!”

Devamını Oku

LOMBOZ 16 MAYIS 2021 PAZAR

 

Aşılıyım, keyfini çıkarın!

Doğrudan konuya girelim.

Ekonominin acil kana ihtiyacı var. 

Kasada 70 değil 10 cent bile yok!

Neredeyse bütün turist gönderen kaynaklarımız: 

“Geçen yıl bizi kandırdığınız için bu yıl size turist göndermiyoruz!” modunda!..

Devamını Oku