LOMBOZ 28 OCAK 2022  CUMA

 

Kabahatin çoğu bizim!
Doğruluk Payı’ndan Emincan Yüksel araştırmış.
Geçtiğimiz hafta itibariyle benzinin Avrupa’da en ucuz satıldığı üçüncü ülke Türkiye.. 

Yani Avrupa’da vatandaşına bizden daha ucuz benzin veren iki ülke var.
Onlar da Belarus ve Rusya..

Devamını Oku

LOMBOZ 23 Ocak 2022

Sedef Kabaş’ın tutuklanma bahanesi!

Ben o programı canlı izledim.
İletişim doktoralı Sedef Kabaş’ın sarfettiği sözler, normal hukuk standartlarına sahip ülkelerde, değil gözaltına alınacak, garipsenecek şeyler bile değil.. 


İki atasözü gündeme getirdi.. Önce “Taç giyen baş akıllanır!” dedi. Ama bu sözün antitezi başka bir Çerkes atasözünü de hatırlattı.. “Büyükbaş hayvan saraya girerse kral olmaz, saray ahır olur!” dedi.
Ekranda “Öküz” kelimesini kullanmayı nezih bulmadığı için “büyükbaş hayvan” diye ifade etti.
“Demek ki taç giyen baş akıllanır düşüncesi de bir yanılgı olabilir” anlamında bir yorum yaptı.

Devamını Oku

LOMBOZ   21 OCAK 2022  CUMA

LOMBOZ   21 OCAK 2022  CUMA

Elektrik olayının iç yüzü
Faturalarınızın neden bu kadar yüksek olduğunu daha net anlamamız için birkaç dakikanızı istirham ediyorum sizden..

Bu günün dünyasında elektrik; su gibi, hava gibi bir insan hakkıdır.
Sağlıkta özelleştirme, eğitimde özelleştirme nasıl sıkıntılı ise, elektriğin özelleştirilmesi de sıkıntılıdır.
Görülüyor ki daha da sıkıntılı olacaktır!

Devamını Oku

LOMBOZ 16 OCAK 2022  PAZAR

 

Bu da bize ders olsun!

 

Erdoğan dönemini bir okul olarak kabul edersek, bu yirmi yıllık dönemde çok önemli dersler almış olduk.
Konuya ilişkin güzel fıkrayı hatırlayın! Ben anlatmayacağım.
Devamını Oku

LOMBOZ  14 OCAK 2022  CUMA

 

Eey çalışan gazeteciler!

Birkaç gün önce, “Çalışan Gazeteciler Günü” idi.
Birkaç arkadaş arayıp kutladı da aklıma geldi.
Yoksa unutmuşum gitmiş!


‘Sürekli Sarı Basın Kartı’na sahip olmakla birlikte kendimi hiç gazeteci sayamadım..
Bana göre gazeteci sıfatını hak eden insanlar, sahadaki muhabirler ve o cendereden geçenler, oralardan gelenler!
Asıl mutfak sokak!

Kutlayan arkadaş, sosyal medyada ‘bu kutlama gerekli mi gereksiz mi’ diye tartışılıyor, sen ne düşünüyorsun diye sordu.
Çalışan gazeteciler günü kutlanmalı mı, kutlanmamalı mı? Devamını Oku

LOMBOZ 9 OCAK 2022  PAZAR

Bazı halklar neden kolay kışkırıyor?
Neden Finlandiya ya da Norveç halkını, Alman halkını,  hiçbir dış güç kışkırtamıyor da, Irak halkını, İran halkını,  Suriye halkını, Türk halkını, Kazakistan halkını kışkırtıyor?

Devamını Oku

LOMBOZ 7 OCAK 2022  CUMA

Piyangoyu iki dakika ile kaçırdık!

Başlığı okuyunca, “adam, ne diyorsun sen? Piyango, dakika farkıyla değil rakam farkıyla kaçırılır!” diyeceksiniz. Ama acele etmeyin bir okuyun!

Turgut Özal, ‘1987 seçimlerinden hemen sonra yaptığı zamlar’ı hatırlatan muhabirlere “ben seçimlerden önce zam yapacak kadar enayi miyim!” demişti tonton tonton gülerek…

Devamını Oku

LOMBOZ 31 ARALIK 2021 CUMA

 

KPSS: Penguenler neden siyah martılar neden beyaz?

 

Açıklık, şeffaflık yaşamdır.
Belirsizlik ve karanlık ise yok oluş!

Bir ülkede yönetimin yeterince açık ve şeffaf olmaması yaşamı güvensiz kılar.

Ekonomi, yargı ve adaletin doğru işlememesi tedirginlik ve korku yaratır!
Devamını Oku

LOMBOZ 25 ARALIK 2021 PAZAR

Uzaklarda arama

“Türkiye’de 18 milyon çocuk, yoksulluk sınırının altında yaşıyor!”
Böyle söyleyince ne kadar kolay kurulan bir cümle!
“Kuru ekmek yiyebiliyorlarsa aç değiller!” cümlesi kadar yüzeysel değilse de teknik ve istatistik soğuklukta!

Biraz açalım bunu:

Yoksulluk sınırının altında yaşamak, sadece her öğün baklava, börek yiyememek, eti bayramdan bayrama görmek demek değil!
Yoksulluk sınırının altında yaşamak, ayağına ancak ikinci el ayakkabı giyebilmek ya da okula beş kuruş harçlıksız gitmek demek de değil!

Peki ne demek? 

Şu demek:
18 milyon çocuk, beyninin; yani zekasının; yeteneklerinin; empati ve anlama gücünün doğru gelişmesini sağlayacak kadar protein alamıyor demek! 

18 milyon çocuğun boyu genlerinde ifade edilen düzeyde uzamıyor, fiziksel yapısı “fıtratında” yazıldığı vechile gelişmiyor demek! 

18 milyon çocuk, ileride analitik düşünceye sahip bir birey olmasını sağlayacak -yani kandırılmasını, biat ettirilmesini, körü körüne itaat ettirilmesini engelleyecek- pedagojik eğitimi alamıyor demek.

18 milyon çocuk, soru sormayan, önüne konulana razı olan, dolayısıyla dünya vatandaşı olamayan, çağdaş köle olmaya namzet robotlar olarak yetişiyor demek!

İşte yoksulluk sınırının altında bir çocuk olmak bu demek!

Gerekirse simit yemekle olmuyor!

Siz, her gün bir paket hibe makarna ile karnı doyurulan çocuğu beslediğinizi mi sanıyorsunuz?

‘Adrese Dayalı Nüfus Kayıt sistemine’ göre Türkiye nüfusunun 22 milyonu çocuk.
Bu sayı içerisinde sığınmacı olarak ülkemizde bulunan yabancı çocuklar yok!
Orların kaç kişi olduğunu da doğru bilen yok!
Avrupa’dan para isterken sekiz milyon, vatandaşa ifade verirken üç milyon!

Tüketici Hakları Derneğinin, TUİK ve Türk-iş verilerine dayanarak yaptığı son araştırmasına göre ülkemizde yoksul sayısı hızla artarak 66 milyona ulaştı.


Bu 66 milyonun biliyoruz ki en az 18 milyonunu çocuklar oluşturuyor. 

UNICEF yeni bir rapor açıkladı.

Dünya’da, pandemi döneminde 100 milyon çocuk daha yoksullaştı. 

Düşünebiliyor musunuz?
İşte bu 100 milyonun 18 milyonu bizden!


Karnı şiş fotoğraflarını gördükçe ah vah edip gözyaşları içinde yardım etmeye çalıştığımız Afrika açlar ligine çoktan dikey geçiş yapmışız!

Uçuyoruz, kaçıyoruz, devlerle yarışıyoruz, kıskanılıyoruz derken:
Ölmüşüz de, ağlayanımız yok!

 

 

Ne oldu Reyiz’in basketbol işi? 

O kadar palyatif yaşıyoruz ki, bazı olaylar gündemimize yıldırım hızıyla giriyor. 

Sonra aradan bir kaç gün geçiyor.
Yeni gündem eski gündemi buldozer gibi ezip yok ediyor. 

Eskisini ne hatırlayan var ne arayan soran?

Sağlığı ile ilgili, bir ABD gazetesi kaynaklı dedikodular ortaya atılınca, Reyiz hemen bazı danışmanları ile birlikte sarayın basketbol sahasına çıkış yapmış ve “harekette bereket vardır” diyerek bol bol eşofmanlı görüntüler vermişti.

“sağlığıma laf söyleyenler avucunu yalasın, basketbol oynayacak kadar iyiyim!” mealinde pozlar gazetelere servis edilmişti.

Hatta, basketbol topunu tutuşundan, yere vuruşuna, potaya karpuz atışı dediğimiz usulde sallayışından, durumu çözen TİP başkanı Erkan Baş:
“Fahrettin Altun ile ikinize karşı tek!. Gelin tek pota maç yapalım. 20’de biter. 15 sayı da avans veriyorum. Yenilen siyaseti bırakır!” diye meydan okumuş ama bir yanıt alamamıştı.

Ne oldu şimdi o basketbol partileri?
Hiç fotoğraf gelmiyor!
Saray ahalisinin spor yapması için illa Amerikalı’ların dedikodu yapması mı lazım? “Reyiz hasta!” demeleri mi gerekiyor?

Baro’dan çıkma Fevzi başkanı da de takıma alın.
Boy avantajı sizde. Yapın şu Erkan Baş ile bir müsabaka.

Sadece Nebati’nin gözlerine bırakmayın bu işi…

Hele maçı da alırsanız al sana bir başarı daha!

Nereden baksan anketlere iki puan ekler!

Alem görsün basketbol potası kaç köşe!

 

Rakip Televizyonları Üttürme Kurumu 

RTÜK’ün CeHaPe  kontenjanından üyesi olan İlhan Taşcı, ODA TV’ye yaptığı açıklamada dedi ki:
“RTÜK’te 800 personel var, sadece dört kanalı izliyor: FOX TV, HALK TV, KRT, TELE 1. Her bir kanalı izlemekle görevli 200 personel var gibi ironik bir tabloyla karşı karşıyayız. Çünkü öbür taraftaki kanalları izleyen kimse yok!”

2021 yılında, bu sayılan kanallara 71 adet ceza makbuzu ile 21 milyon 500 bin lira tutarında para cezası kesilmiş. Bunların dışında kalan onlarca yandaş kanala tek ceza yok!

Skor ‘71 – 0’ 

RTÜK’te karar verici kurulda 9 üye var.
Bu üyelerin  üçünü, muhalefet atıyor.
RTÜK Başkanı, muhalif partilerin atadığı üç üyeden biri olan İlhan Taşçı tarafından yapılan bu açıklamaya sinirleniyor ve cevap veriyor:

“İnsan çalıştığı kuruma bu kadar mı düşman tavırda olur?.. Adli ve idari tedbir alarak hakkında gereğini yapacağız!” diyor…

Farkındaysanız ne demiyor?
“Söyledikleri yalan!” demiyor. 

“Rakamları abartıyor! öyle bir rakam yok!” demiyor!

“Çalıştığı kuruma düşman!” diyor.


Peki Kurum, “yetmişbir’e sıfır” kime düşman?

Taşçı da Müdür’e yanıt veriyor:

“Beni tehdit edeceğinize doğru rakamları açıklayın!”

Şimdi siz hakim olsanız. RTÜK Başkanı “adli ve idari tedbir” kapsamında bu iki iddia ile karşınıza gelse, ne karar verirdiniz?

 

Çarpılan yatırımcı

Olay, merdi kıpti’nin, ‘maharetini anlatırken, suçunu itiraf etmesi’ hikayesine benziyor!

“Hazine’den sorumlu Bakan Nureddin Nebati diyor ki: “…15 liradan, 16 liradan, 17 liradan dolar alanlar büyük finansörler değil. Büyük finansörler, bu işin bir şekilde döneceğini bilir. Ama çarpılan kim oldu? Küçük yatırımcılar. Şimdi kara kara düşünüyorlar…”

Bu açıklamanın meali ne?

“Işıl ışıl gözlerimizle, bankalarla birlikte, bir gece yarısı Merkez Bankasının arka kapısından girerek yaptığımız bir operasyon sonucu küçük yatırımcıyı dut silkeler gibi silkeledik!” 

Koltuğuna yeni oturmuş bir Bakan, ilk başarısı olarak lanse etmeye çalıştığı  bu marifetlerini anlatırken aslında skandal bir itirafta bulunuyor.

Ekonomistlere göre; sonucu bilinerek, göz göre göre yapılan faiz indirimleri ve nass açıklamaları sayesinde zirveye taşınan dolar, Merkez Bankasının ve diğer bazı bankaların işbirliği ile bir gecede düşürüldü!
Bu operasyon için kimisi, sisteme 2 milyar dolar, kimisi de 40 milyar dolar sokuldu diyor.

Ne olduysa oldu!..


İşin özeti şu:
Ekonomi yönetimi, elindeki gücü ve yetkiyi kullanarak sistemi manipüle etti!
Yerli ve küçük yatırımcının elindeki doları ‘küt!’ diye bir gecede düşürerek, borsadaki tabiriyle “Keriz silkeledi!”


Keriz kim?
Maaşıyla ya da kenardaki birkaç bin lirasıyla, “Benden nass dışında bir şey beklemeyin!” cümlesi ile faizin düşeceği,  dövizin daha da yükseleceği anlamındaki net mesaja istinaden 16, 17, 18 liradan dolar alan Ak Partililer de dahil,  bu memleketin küçük yatırımcıları…

Şundan emin olun!

Bu vaka; aynı gün kargo merkezlerinde çekilen çuval çuval dolar fotoğrafları ile aynı dosyaya girip tarihe geçecek ve ekonomi kitaplarında okutulacak!

Tabi, Reyiz’in yazdığı makaleler arasında,

 

Çok güldüm

Trader ne demek?
Borsa, döviz benzeri finansal işlemlerde ulusal ve uluslararası piyasaları takip ederek, üye ya da takip edenlerine yatırım önerileri sunan kişi demek!


Eh, biliyorum.. Pek bilimsel bir tanımlama olmadı ama benim anladığım bu!

Sosyal medyada bir trader, danışmanlık yaptığı ve çökerttiği yatırımcılarının salvolarını karşılamaya çalışıyor!

“Senin yüzünden battık, bittik, bizi mahvettin!” diye kopmuş, köpüren “müridlerine” cevap verme çabasında…
“Ne dedim size! Düşerse şaşırmam dedim… Düşer bu dedim! Ama baktım herkes alıyor.. Ben de aldım.. Hep beraber battık!..”

Trader düşer demiş ama bakmış kimse dinlemiyor, herkes satacağına alıyor. O da almış ve hep beraber batmışlar!

Her şeyimiz ne kadar birbirine benziyor..
Hani “balıklı, başlı bir atasözümüz vardı.. Unuttum şimdi… 

O hesap!.. 

 

LOMBOZ  23 ARALIK 2021 CUMA

Sahte görüntüler, yalan dünyalar
Kendisiyle hiç karşılaşmadım. Tanışmadım. Görüşüp koklaşmadım!
Bir bardak çay içmişliğimiz yok!

Kişilik olarak nasıl biridir bilmem!

Muharrem Sarıkaya’dan söz ediyorum.
İHA, Gaziantep muhabirini, kameraların karanlık yüzünde tokatlayan ünlü Ankara gazetecisinden…

Sadece, ekranda izlediğim tartışma programlarında ‘iktidara yanlamış hallerinden’ ötürü gönül tribünlerimde ‘saygı duyduklarım’ platformunda oturmuyordu o kadar!…

Ama önyargı kötü!
Mutlaka iyi bir aile babasıdır. Arkadaşları nezdinde makbul bir yarendir! 

Bunlar ayrı.

İlk izlediğimde kesinlikle bilgisayar programıyla kurgulanmış bir parodi diye düşünmüştüm.
Çünkü kırk yıldan fazla içinde bulunduğum bu alemde, böyle “tavan düzeyde kibir efekti veren” bir vaka ile müşerref olmadım.

Usta çırak ilişkisi dönemlerinde, çıraklarını sıkıştıran, zorlayan, hayatından bezdiren ustalar, patronlar biliyorum.
Ama bu durumla alakası var mı?  


Bu konuya; bu olay üzerine, gazetecilerin ayarlarının bozulduğu yorumlarına itirazım olduğu için girdim.


Gazetecilerin hiç ayarı olmadı ki!

Ama bu ayrı birşey!

Özür dilemesine, “hata ettim!” demesine, kahrolduğunu ifade etmesine rağmen, hem kurumu tarafından anında kapı önüne konulmasına, hem -belkide- gazetecilik hayatını bitmesine neden olacak kadar büyüyen bu olay, aslında Muharrem Sarıkaya’nın bir muhabire tokat atması olayı değil!


İnanın, bu iş canlı yayın sırasında şu izlediğimiz şekliyle olmasa; hazırlık esnasında ya da kuliste cereyan etse, en fazla medya sitelerinde “iki gazeteci birbirine girdi!” ya da “ustası çırağını tokatladı!” denilir, geçilir, çoğu zaman olduğu gibi “kol kırılır, yen içinde kalırdı!” 

Hatta gariban muhabir ertesi gün gelir abisinden özür diler, o tokat atan eli öper, iş tatlıya bağlanırdı!

Gel gör ki, olay çok büyüdü!

Çünkü;

Olayın faili Muharrem değil!
Olayın sebebi atılan tokat da değil!

Ayın karanlık yüzünde, bir anda mesai arkadaşına çift dalması, ardından kontrolsüz bir pandomimle sıkıntısını rejiye aktarma hareketleri, öfke patlaması yaşıyor, ortalığı yakıp kavuracak sanılırken; ayın aydınlık yüzünde, uzay sakinliğinde bir atmosfer, konuğuna incelikli bir nezaketle sorular yönlendirmesi…

Ya konuk?
Sekiz yıldır Gaziantep Büyükşehiri yöneten, üç dönem milletvekilliği yapmış, daha önemlisi bu devlette iki buçuk yıl Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yapmış Fatma Hanım’a  “Arkadaş, bir dakika, ne oluyor burada? Hem de benim gözlerimin önünde! Aklınız başınızda mı?” dedirtmeyen, sert derili bir profesyonellik anlayışı;
Yarım metre önünde kopan fırtınadan saçları savrulurken hiçbir şeyi görmüyormuş gibi davranmasını sağlayan koyu kestane bir siyaset perdesi; 

Gözlerinin önünde, programcının ağzından saçılan nefret damlacıkları uçuşurken “Şeyrin çiçeği leylak rengi oluyor.. Şeyrin rengi baklava sarısı, fıstık yeşili…” şeklinde naif ve romantik cümleler kurduran umarsızlık iklimi

Ve bizlerin bu iki farklı dünyaya, bu iki kurgu düzene, ayın karanlık ve aydınlık yüzüne aynı anda tanık olmamızın husule getirdiği, ruhlarımızı yaran infial!

Anlamıyor musunuz?
Olayın faili, artık herkesin hissettiği ama gözüyle göremediği; parodi gibi çarpıcı bir akışla ortaya serilen: yapay duruşlar, mizansen hayatlar, yalan dünyalar, kameraların üst üste örtüşmeyen önleri, arkaları!..


Olayın faili, sulandırılmış gerçeklik!

 

Haftanın şeysi

“Ben o sırada yoktum. Cumhurbaşkanıydım!”

  1. T. Erdoğan / Partili Cumhurbaşkanı

“Ekonomi gözlerimdeki ışıltıdır.

Gözlerime bakın görüyor musunuz gözlerimdeki ışıltıyı!”

Nureddin Nebati / Maliye Bakanı

“Ülkemizdeki ekonomik modele illa da bir isim vereceksek ‘soygun modeli’ diyebiliriz!”
Türker Ertürk / Emekli Amiral

 

“İktidarın milleti keriz yerine koyduğu ve silkelediği anlaşılıyor!”

Merdan Yanardağ / Tele1

“Dolar çıkarken ne var bunda, çıkacak da inecek de diyenler, şimdi dolar inince göbek atıyorlar. O zaman çıkarken niye üzülmedin kardeşim?”

Engin Altay / CHP Grup Başkan Vekili

 

Tansiyon

Dövizin tansiyonu düştü mü?
Gün sonunda, son dönemdeki hızlı yükselmenin başlangıç noktasını ‘7 TL’ olarak kabul edersek, iktidar ekonomistlerine göre, “Usta”nın bir sihirli hareketiyle “dolar 7 liradan 11 liraya düştü!..”
Yeni bir şey deniyoruz dedikleri meğerse ‘kuantum ekonomisiymiş’
Yükselirken düşen, düşerken yükselen bir değer!..

Aşağıdaki paylaşım, bir doktorlar sosyal medya grubundan.
Kadim dostum Dr. Kemal göndermiş.
Meseleyi çok güzel özetlediği için buraya alıntıladım.


Hastanın tansiyonunu ölçtüm, biraz yüksekti.
Hocaya durumu anlattım, tuz verelim dedi.
“Ama hocam!” diyecek oldum, “tuz ver oğlum benden daha mı iyi bileceksin” dedi.
Bir kaşık tuz yalattık.

10 dakika sonra bir daha ölçtüm, “hocam tansiyon daha yükselmiş” dedim, “bir daha tuz verelim dedi”, “ama hocam bütün kitaplarda diyecek oldum”, “en iyi ben bilirim bu işi” dedi. hastaya tekrar tuz verildi.
Hasta kıpkırmızı oldu, artık hastanın gözlerine bakamıyorum bile ama dayanamadım bir daha ölçtüm tansiyonu.
Tansiyon tavan. “hocam hasta gidiyor!” dedim.
Artık eminim tansiyon ilacı verecek ya da en azından tuz vermeyecek.
“Hayır bu benim yöntemim, dünyada ilk kez ben uyguluyorum, daha çok tuz verin, tansiyon sebep tuz sonuç!” dedi.
Gözlerime inanamadım. Yine tuz verdik.
Hastanın bilinci gitti, sonradan öğrendik ki hocanın diploması yokmuş!..

Son durumu yine doktorlardan bir fıkra ile özetleyelim.
Doktor ağır yanık tedavisi gören hastasını inceleyip, “yanıkları anladım da vücudunuzdaki bunca kırık nasıl oldu?” diye sormuş.
Hasta inleyerek cevap vermiş.. 

“Arkadaşlar küreklerle vurarak söndürdüler!..

 

Para derdi

Emekli bir arkadaşım dedi ki:

“Hiç parası olmayanın bir derdi var.

Çok parası olanın iki derdi var.
Az parası olanın bin derdi var!”

Nasıl yani? dedim..
Kaynım pandemide işsiz kaldı. Bir süredir bizde kalıyor.
Ona bir oda verdik. Bir tencere bir terlik.. İdare edip gidiyoruz.

Lakin cebinde olmaz olası beş yüz dolar bir parası var.
Bir aydır hop oturup hop kalkıyor!
Dolar yükseliyor, seviniyor.. Dolar düşüyor karalar bağlıyor!
Yahu hepi topu beşyüz dolar. 

Ne harcıyor, ne arttırıyor, ne bozduruyor, Sabahtan akşama sayıp katlıyor.

Hayatımız her akşam bu beş yüz doların çevresinde dönüp duruyor.

Arkadaş, seni işsiz bırakan doların 2,5 liradan 8 liraya çıkması.

Oysa sen kilitlenmiş kalmışsın her saat beş yüz doların düştü mü çıktı mı mevzusuna.

Gözü haber kanallarının sağ altındaki dönüp duran rakamlarda!

Ne doğru düzgün bir dizi seyredebiliyoruz, ne belgesel, ne film!

Gizli bir kumanda savaşı var. 

Dizi reklama giriyor.. 

Hoop döviz kurları ekranındayız!

En sonunda, bunu aldım karşıma!

“Bak!” dedim. “Şimdi dolar düştü!..
Hükümet bir takım önlemler alıyor ama belli ki yine çıkacak!

Senin beklentin ne? Sence bu dolar nereye kadar çıkar, nerede bozdurursun?”
Düşündü, ‘hmm’ladı, ‘mmm’ ladı.. “Valla benim beklentim Haziran ayına kadar 20 Lira.. Yirmiyi gördüm mü bozduracağım!” dedi.

“Peki” dedim, O zaman sanki Haziran ayı gelmiş de dolar yirmi liraya çıkmış gibi kabul edelim, şu beşyüz dolarını bana 20 liradan sat! Yirmi liradan beşyüz dolar 10 bin lira yapar. Sana parayı trink vereceğim. Ama parayla, en azından Haziran’a kadar gidip tekrar dolar almayacaksın!.. Ondan sonrası allah kerim”
“Nasıl yani?” dedi şaşkın bir ifadeyle…
“Kardeşim senin hedefin bu değil mi? İşte ben o hedefi sana bu günden realize ediyorum. Daha ne istiyorsun?”

Gözlerini gözlerime dikti! Hin bir bakışla, “Bunu neden yapıyorsun, bir yerlerden sağlam bir tüyo mu aldın?” diye sordu..
La havle çektim!

“Arkadaş, ne tüyo alması!.. Ben şu evdeki  on paralık huzurumu satın almaya çalışıyorum. Bıktım her akşam şu dolar muhabbetinden. Azıcık aç ama huzurlu günlerime dönmek istiyorum ben!”

Bir anda kaşlarını çattı!

“Servet düşmanısın!” dedi..
Başka da birşey demedi. Odasına çıktı çantasını topladı. Kapıdan çıkarken “Servet düşmanısın!” cümlesini daha yüksek bir tondan yineleyerek kapıyı çarptı gitti!..

Şimdi eşimle de aramız bozuldu!

“Zor zamanında bir kardeşimi idare edemedin!” diyor!

Ev sessizliğe büründü. Kumanda bende, yine yarı aç yarı tokuz ama eski huzur geri gelmedi!..

Emekli Arkadaşımı sessizce dinledim. Teskin edebilecek bir şeyler söyleyeyim dedim birşey bulamadım!

Aklıma Ege Hoca’nın sözleri geldi!

“Ege Cansen hoca derdi: ‘Faiz yavru deve gibidir, girdiği evden, duvarı yıkmadan çıkmaz! Galiba senin bu durumundan biz de şöyle bir özlü söz üretebiliriz: ‘Dolar da ekonomi bilmez kayınço gibidir. Eve girince huzuru bozmadan çıkmaz!”

Boğuk boğuk bir şeyler söyledi..
Güldü mü, küfür mü etti anlamadım!

Telefon kapandı…