MÜHİM HATIRALARIM 1 Mart 2020

 

YAZI  – 1 Mart Pazar –
MÜHİM HATIRALARIM

Çok sıkıntılı günler geçiriyorum desem yalan olmaz.

İdlib meselesi beni bir hayli yıprattı. Laf aramızda, biz buraya ittifakın düşen bir kaç puanını yerine tamamlayalım diye asılmış değiliz. Tabi iş nerelere geldi. Putin’e “Moskova’da bir zirve yapalım, yalnız bu sefer dondurma olayına girmeyelim, şu elim ortamda yanlış anlaşılır!” diye haber gönderdim. Artık ona mı alındı nedir. “Kanka çok işim var, görüşemem!” diye Whatsap’tan mesaj atmış. Ardından bir baktım! “O tarihte işim var.. Görüşemem!” şeklinde resmi açıklama da yaptırmış. Hadi mesaj attın, anladık! Üzerine temsilcine resmi açıklama niye yaptırıp herkese olayı afişe ediyorsun?

Telefon açtım buna.. “Olmuyor!” dedim..  Biraz sitem ettim.. “Tamam tamam ayın beşi, altısı gibi gel yüzyüze görüşelim!” dedi.

Bu gel-git’li durum beni biraz huylandırdı. Putin’i de beni aldatanlar sınıfına aday olarak işaretledim.

Bu vesileyle, bu güne kadar ‘şahsımı kimler kandırmış’ şeklinde bir liste yapayım, şu naçiz hatıra defterimde, tarihe bir kayıt olarak düşeyim diye niyetlendim. Yazmaya başladım, araya regaip kandili girdi. Bir gün ara verdim. Sonra daha 2010’lara gelmeden bir usanma geldi. Bıraktım.

DERS VERMEK LAZIM

Öğleden sonra bizim danışmanları topladım.

“Bizim, bu Putin efendiye de güzel bir ders vermemiz lazım. Aklınıza gelen bir şey var mı?” diye sordum. Mehmet, “Domates, portakal göndermeyelim!” şeklinde bir öneride bulundu. Buna, hazırunda bulunan otuz beş kişiden kimse sıcak bakmadı. Bir diğer danışman; sakalı göbeğine kadar ki bunu şahsen tanımıyorum!. Ne zaman işe almışım, neyi danışıyorum bu adem’e onu da bilmiyorum.. Her neyse, O da, “Turistlerin Antalya’ya gelişlerini yasaklayalım!” dedi. Bu biraz aklıma yattı ama yaza çok var. Bize acil önlem, bu gün lazım!..  Gerçi turizm geliri de baya bi iner..

Kimseden öneri yok. Herkes düşünüyor ama bir şey bulamıyor. Masanın ta öteki ucunda bulunan Mustafa’nın “Gazlarını keselim!” önerisi o sessizlikte yankılandı.. Bu öneri üzerine salonda bir süre çıt çıkmadı. Akabinde bir iki kıkırtı geldi.

Bir anda avucum kaşındı! Kalkıp yanına mı gitsem de tombul yanaklarına doğru okkalı bir cevap aşketsem diye düşündüm bir an..  Ama yeri çok uzak geldi… Zaten gidene kadar sinirim de geçecek, niye gittiğimi unutacağım! Kendimi sakin olmaya zorlayarak:

“Evladım!” dedim.. “Sen nerede yaşıyorsun yaa!.. Biz Rusya’ya gaz mı veriyoruz da gazlarını keselim!. Gazı alan biziz, farkında değil misin?..  Hayır, bunu ifade eden Bay Kemal olsa anlarım.. Sen nasıl bir danışmansın yahu!

“Efendim!” dedi.. “Ben vananın bizim taraftaki ucunu keselim, kapatalım manasında söyledim. Yani bunlardan doğal gaz almayalım.. Lanet olsun bunların doğal gazlarına!. Hem vatandaş da yüksek doğalgaz faturası ödemekten kurtulmuş olur!..” demez mi!

Zaten sükunetimi zor muhafaza ediyorum.. Yerimden fırladım!. Ben o tarafa geçene kadar bu sandalyesinden sıyrılıp yan kapıdan avluya doğru fırladı. Peşinden gidecek değilim tabi! Koskoca Külliye’de ara ki bulasın!

Laf aramızda, benim bu danışmanların öngörülerinin en iyi çalıştığı alan, benim sinirlenme anım ve hemen akabinde olabilecek durumlar. Geyik gibi sezip, şahin gibi süzülüyorlar..

Yarım saat, bir saat.. Doğru dürüst bir öneri gelmedi.. Sonunda yine ben bir çözüm buldum!

“Arkadaşlar, biz bu misafir ettiğimiz Suriye’li ihvan-ı müslimin’i Rusya’nın kapısına da boşaltsak ne olur?” dedim.

İbrahim’in gözlerine baktım.. Göremedim!
Bu çocuğun şu kara gözlükleri de beni başka bir asab krizine sokuyor.. Başını öne eğdi. Anladım ki beğenmedi. Buna rağmen ısrar ettim!. “Sen ne diyorsun İbrahim?” diye sordum! Oda tabi yine:
“Efendim, ben patlıcanın evkaf katibi değilim! İkbal ve istikbalimi bu mücehhez idrak ve ahzad anlayışıma borçluyum.. Doğrusunu elbette siz bilirsiniz!” şeklinde, sadece son cümlesini anladığım garip lakırdılar sarfetti.

Bu aksiyonu kafamda bekletmeye aldım. Sonra haritaya baktım ki bizim Rusya ile sınırımız yok!.. Eskidenmiş o.. Tabi biz uçakla gide-gele kara tarafını ne bilelim?

İNTİHAR VAKALARI

Biz iktidara geldiğimiz 2002 de yılda 2000 kişi intihar ederken bu rakam şimdi yılda 3200’e yükselmiş.

Şimdi bu sakat zihniyyet bunun hesabını da bana sormaya kalkıyor! “Niye bu kadar yükselmiş de şuymuş buymuş!”

Bunların bilmediği bir şey var. 2002 ile bu günkü nüfusumuz aynı mı? Bir defa  o günkü nufusa ilave olarak 4 milyon suriyeli bir milyon da afganlı var. Haa, intihar edenler bu adamların içinden çıkmıyormuş!

Olabilir!. Benim sosyoloji fahri doktoram da var ama alanım farklı. Onu ben bilemem!

Öte yandan, dış siyaseti ben yöneteyim, orduyu ben yöneteyim, ekonomiyi ben yöneteyim, bankaları, bakanları ben yöneteyim, varlık fonunu ben yöneteyim, bunca işin arasında  kendini intihar eden adamları da ben mi vazgeçireyim.

—-

ULUĞ BEY

Şu sıralarda bir ecdadı fatihan olarak, ‘Uluğ Bey’ atamızın hayatını ve devlet terbiyesini inceliyorum. Sebep; nasıl olmuş da 36 yıl kesintisiz devlet yönetmiş olması.. değil elbette! Bizim iktidar mazimiz Uluğ Bey’in henüz tam yarısı kadar.

Buna rağmen Bay Kemal ne zaman ağzını açsa 18 yıldır memleketi yönetiyor olmamızı sanki bir kusurmuş gibi ifade edip duruyor. Adama sormazlar mı, ben 18 yıl iktidardaysam sen neredesin eey Bay Kemal!.. Sen de muhalefettesin! demokrasi’nin olmazsa olmaz parçalarından biri iktidar ise biri de -ben burasına pek katılmasam da- muhalefet demiyor musun? Şu halde memleketin geldiği durumda senin mesuliyetin yok mu?

Bu İdlib meselesinde, herkes beni aradı. İP’i Saadet’i filan..

Bu aramadı. Niye?
Efendim, ben onu arayacakmışım!..
Zihniyyete bakarmısın? Ben seni ne arayacağım yahu?!..  Sen kimsin? Burada koskoca ‘Uluğ Bey yarısı’ bir devlet hamili var.
Senin Uluğ Bey’e de mi saygın yok?

SUŞİ

Dün sabah Kısıklı’daki konuttayız. Konut derken bilmeyen de öyle bir apartman dairesi sanmasın.. En az yirmi, otuz odalı filan.. Kütüphanesi, müştemilatı, şuyu buyu olan bir yer. Orada çocuklarla filan da bir araya geliyoruz.. Çalışma odasındayım, hatıralarımı yazıyorum! Bizim oğlan kapıyı tıkladı. “Baba, biz yiyecek bişeyler söyleyeceğiz acıktık. Sen de bir şey ister misin?” dedi. İşim çok, laf uzamasın diye “Siz ne yiyecekseniz bana da aynısını söyleyin!” dedim. “Biz suşi de mutabık kaldık suşi söyleyeceğiz ama belki sen yemezsin!” dedi..

“Suşi de nereden çıktı yahu! Daha yerli, milli bişey bulamadınız mı? diye mırıldandım.. Mırıltımı duymuş ki;

“Günün anlam ve önemine uygun olsun diye söyledik, Siyasi bir manası olsun istedik. Hani sizin bu Rusya’yla filan meşhur “Suşi Mutabakatı” olayınız var ya, o mealde!” dedi..

Bir müddet yüzüne boş baktım.. İnanın kafamdaki kayışın bir an boş döndüğünü hissettim. “Ya sabır celle celalühü” zikri çekip kafamı önümdeki hatıra defterine eğdim.

Zaman zaman düşünüyorum. Bu çocuk aslında bizden çok daha ileride bir düşünce manzumesine sahip, de biz onu anlamıyor olabiliriz.. Neden olmasın?

 

Lomboz 21 Şubat 2020

 

 

CAN ATALAY’IN SIRT ÇANTASINDA NE VAR?

Bizim milletimiz, veri yetersizliği nedeniyle her şeyi layıkıyla ayırt edemeyebilir ama samimiyeti iyi görür.
İster şarkıcı- türkücü, ister yazar-çizer, ister siyasetçi- kanaat önderi olun, bu samimiyet testinden geçemezseniz ömrünüz de uzun olmaz.
19 yıl önce Tayyip Erdoğan ekibi, elbette bir takım başka konjonktürel bileşkeler yanında, ekranlarda toplumun belli bir kesimine samimi görüntü verdikleri için geldiler..
Şimdi ise aynı kesim üzerindeki bu samimiyet efektini kaybetmeye başladıkları için gidiyorlar..
Gezi Davasının hem avukatı hem de sanıklarından biri Can Atalay. Avukatlığı, herkesin şahit olduğu gibi sert dalgalara direncini gösteren ve hiç biri de suç oluşturmayan, kamu yararına örnek eylemlerle dolu.

606 yıl hapsi istenirken çıkan beraat kararı sonrası adliye’nin önünde soru soran gazetecilere çocuk gibi sevinerek “Bu kararı hiç beklemiyorduk!.. şaşkınız!” diye yine çocuk samimiyeti ile yanıt veriyor..
Sırtında bir sırt çantası var!
Görüntüleri izliyorum..
Dolu ve ağır olduğu belli bir sırt çantası..
Telefon edip sordum.. Sırtındaki şişkin çantada ne vardı?
Cevap verdi:
“Dava dosyaları.. İlaçlarım.. Annemin poşetlediği bir kaç iç çamaşır, bir kaç gömlek, pijama..”

606 yıl hapsi istenirken, üstelik de 20 gün önce mahkeme neredeyse ihsas-ı rey etmişken, sırtına çantasını alıp mahkemeye giden Can Atalay’ın çantasının içinde samimiyet var..
İşte artık bu samimiyet kazanacak!

——–

KİM BU SOROS?
Bu Soros dedikleri kim?
Büyük Ortadoğu Projesinin ABD’li finansörlerinden, dünyanın en büyük spekülatörlerinden bizim George SOROS değil mi?
Hani büyük amaca istinaden, Fetullah Gülen Örgütü’nün desteklenmesi de stratejileri arasında yer alan BOB Projesi..
Sen, es kaza bir kere değil, 27 ayrı yerde 27 kere “Ben BOP Projesinin eş başkanıyım!” diye beyanat ver. Soros ile aynı masada fotoğraf çektir, Hikmetyar’ın dizinin dibine çökerek poz ver, FETÖ’ye ekranlardan “Bitsin bu hasret!” diye davet çağrısı yap..
Sonra “Ey Bay Kemal evinde bir köşede işaretli bir dolar var mı?” diye Kılıçdaroğlu’na soru sor.
Valla bir şey diyeyim mi?
Bu “Ev, dolar” kelimelerini bir arada kullanmayın..
Hafızamız gıdıklanıyor!

——

HUKUK’A DAMA OYNATILIR MI?
Hukuk herkese lazım. Hukuk dışı bir usul oluşturulup, uydur kaydır yolu ile bu usul yerleşik hale getirilirse bu yanlış usulün yarın kimin başına hangi çorabı öreceği hesap edilemez..
Bir mahkemenizin aldığı kararı, başka bir mahkemenize aldırdığınız, sonucu tam tersi bir başka kararla ezerseniz ne mahkemelerinize ne de adaletinize güven kalır.
Aylarca, yıllarca hapiste, hücrede tutulan kişiye “hadi geçmiş olsun, tahliyen geldi!” deniliyor. Adam, “Hah nihayet adalet beni anladı!” diyerek sevinçle çantasını topluyor. Hayaller kurarak çıkış saatini bekliyor. Sonra, siyaset devreye giriyor. Eski defterler karıştırılıp bir şeyler üretiliyor ve adam veda çayını bitirmeden kendisine yeni bir karar daha tebliğ ediliyor.. “Tekrar tutuklandın!”
Uzmanlar bunu bir tür psikolojik eşkence olarak da değerlendiriyor. Sebebi, muhatabı kim olursa olsun, hukuk işkencenin aracı yapılamaz!
Benzer şeyleri FETÖ’cüler yapıyorlardı.
Şimdi aynı usul gelenekselleştirilmeye başlandı.
Demirtaş hakkında AİHM “Tutuksuz Yargılanabilir” kararı verir vermez, İstanbul’da yargılandığı davadan kesilen cezası ışık hızıyla onanmış ve bu karar boşa düşürülmüştü. Ardından yattığı süre bu cezadan mahsup edilip tahliye edilebileceği anlaşılınca bu sefer başka bir davadan tutuklama gündeme alındı. “Tahliye tehlikesi” tahliye edilmeden atlatıldı..
CHP eski milletvekili Eren Erdem benzer şekilde birkaç kez tahliye edilip tekrar tutuklandı.
Ahmet Altan, tahliye edildikten bir hafta sonra “Pardon” denilip tekrar tutuklandı.
Aynı süreçte, Atilla Taş, Murat Aksoy, Leyla Güven, Selçuk Kozağaçlı, Alparslan Kuytul gibi bilinen isimler dışında kamuya yansımayan birçok isim de aynı “tahliye-tutuklama” oyununun dama taşı oldular.
En son FETO’den yargılanan Eski Korgeneral Metin İyidil bir hafta cezaevi dışına çıkıp hava almıştı. “Gezi’nin organizatörü” -olarak rütbelendirdikleri- Kavala’ya onu da yaptırmadılar..
Osman Kavala’ya, tahliye kararından birkaç saat sonra gelen yeniden tutuklama kararı ile ayakkabılarını bile bağlatmadılar.
Gerçi Kavala’nın bunu beklediği, daha önceki bir röportajından biliniyordu ama..  Ah o umut yok mu?
Basit bir oyun kuralını bilmek lazım..
Hukuk’a dama oynatırsanız sürekli kazanma garantiniz olmaz.

——————

TOSUNUN BİRİ GİDİYOR BİRİ GELİYOR..

Tezgah şimdilerde teknoloji kullanarak yapılıyor ama italyan mucidi Ponzi tarafından 1919’da icad edildiğinden bu yana aynı..  Kastelli’den, Çiftlik Bank’a, Jet Fadıl’dan Ponzi Arzu’ya kadar yöntemler değişse de sistem aynı mantık ile çalışıyor.. Ponzi Sistemi denilen bu kadim dolandırıcılık sistemi her gün yeni bir model ve yeni bir yıldız ile önümüze çıkıyor.
Sistem şu kadar basit;  “Evinizde denemeyin!” uyarısıyla yazıyorum.
“Bin Lira yatır, ayda ikiyüz Lira kar al!”  Yeni üyeler bul her getirdiğin üyeden de pay al!
Bu durumda tezgahın sahibinin sizi minimum 10 ay oyalama şansı var. Her yeni üyeyle kendisine kalan parayı ve oyalama süresini arttırıyor.
Saadet zinciri, Titan Zinciri de denilen bu yöntem, katılımcı sayısı artarken sahibine de eski üyeye de para kazandırıyor. Zirveye ulaşıp katılımcı sayısı azalmaya geçince tezgahın sahibi olan Tosun ortadan kayboluyor. Sonra bildik ağlamalar, sızlamalar.
Son örnek, internet üzerinden reklamcılık tezgahı kurup 30 bin kişiden 10 Milyon lira tokatlayarak Gürcistan’da yakayı ele veren Tosuncuk Atakan A.
Dile kolay.. Tezgaha düşürülen üç-beş kişi değil.. Tam 30 bin kişi..
Beşiktaş -Fenerbahçe maçında stadyumu düşünün, Neredeyse bir stadyum dolusu kadar adam.
Bir memleket dolusu adam, kısa yoldan köşe olacağım diye daha sakalı sertleşmemiş bir bebeye parayı kaptıracaksın, sonra yandım, bittim!
Ev sahibinin hiç mi suçu yok yahu?

.———

BİRAZ DA SPOR

İyi bir spor izleyicisi olan kadim dostum ‘Mustafa Özbek’ yazmış..
Samsunspor-Amedspor maçında, Bahattin, altıpasta, yandan gelen ortaya doğrudan vurmayıp, topu istop etmeye kalkınca top ayağından açıldı ve yüzde yüzlük pozisyon kaçtı..
Bunun üzerine maç spikerinin yanında bulunan Samsunlu yorumcu “komentatore” ne dese beğenirsin?!
“Bahattin topu hiç beklemiyordu!”
Bence yılın yorumu oldu!
Bu durumda soru şu:
Rakip takımın ceza alanı içerisinde bulunan Bahattin, tam da hücum anında orada ne bekliyordu?
A: Otobüs
B: Tramvay
C: Vapur
D: Kız arkadaşını

Lomboz 2

7 Şubat Cuma 2020 – Gazete Pencere

Devamını Oku

LOMBOZ

GazetePencere / Lomboz Köşesi 31 Ocak 2020

Devamını Oku